Dün, yine meçhul filozofla konuştuk. Ona sordum:
Bazı kimseler ecnebi sermayesinin memleketimize girmesinden sakınıyorlar. Bu hususta fikriniz nedir?
Şu yolda cevap verdi:
Sermayenin bir memleketten çıkıp diğer memlekete girmesi, kanın bir uzviyetten alınıp başka bir uzviyete nakledilmesi gibidir. Sermaye, bir ülkenin iktisadî kanı mesabesindedir. Sermayesiz bir memleket, kansız bir vücuttan farksızdır. Bir vücuda iktisadî bir “kan aktarma işlemi yapabilmek için, başka memleketlerin iktisadî kanına yani sermayesine müracaat ihtiyacındayız. Benim itikadımca, Cihan Harbi’nden beri iktisadî kansızlığa uğrayan vatanımızın kansız kalan damarlarına ecnebi sermayesi aşılanmasıyla, bu sevgili vatan, yeni bir hayata nail olacaktır.
Ben itiraz ettim:
Ecnebi sermayesinin hiçbir mahzuru yok mudur?
Vardır: Eğer siyasî şartlarla memleketimize girmek istiyorsa! Bugün, böyle şartları kabul edebilecek bir Türk hükümeti yoktur. Sermayenin, menşeleri olan hükümetlere tâbi anonim şirketler hâlinde gelmesi doğru değildir. Memleketimizde iş görecek bütün anonim şirketler, birer Türk şirketi olmalıdırlar.
Evvelleri, ecnebi sermayenin bir mahzuru da “kapitülasyonlar”dı. Bugün kapitülasyonlar yoktur ki, sermayenin muzır bir şekle girmesine sebep olabilsin. O halde, ecnebi sermayeden korkmayalım. O, harap memleketimize girerse, feyizli bulutlar gibi, memleketimizi iktisaden iska ve ihya edecektir.
Filhakika, ecnebi sermaye bir tufeylî mahiyetindedir. Uzvî tufeylîler gibi, içtimaî ve iktisadî tufeylîler de vardır. Fakat onlara karşı biz de tufeylîyiz. Memleketimiz ecnebi sermayelerle “karşılıklı tufeylîlik” rolünü oynamaktadır. Bazı nebatlar, bazı iptidaî hayvanlarla birleşerek birbirinin tufeylîsi olurlar. Bu hale ortak yaşama denilir, iki taraf birbirini iaşe ederek beraberce yaşarlar. Tufeylî, daima muzır bir mahlûk değildir. Tarih-i Tabiiyenin beyanına göre, kanını emdiği nebat yahut hayvana faydalı bir hizmette bulunan tufeylîler de vardır. Bu hale Durkheim tarafından “mütekabil tufeylîlik” adı veriliyor.
Mütekabil tufeylîlikler, birbirine muzır değildirler. Çünkü her biri, yaptığı hizmetin bedelini alıyor. Bu kabil tufeylîlikler normaldir; marazî değildirler.
Durkheim’a göre, millî olmayan ve beynelmilel olan bir taksim-i amâl de “mütekabil tufeylîlik” mahiyetindedir ve normaldir. Çünkü bunda da “karşılıklı hizmet” vardır.
Durkheim’a göre, bir hizmet mübadelesinin “taksim-i amâl” mahiyetinde olabilmesi için, hizmetlerini mübadele edenler arasında müşterek bir vicdan bulunması şarttır. Mesela, eski Türkiye’de, birçok milletler beraber yaşıyorlardı. Bunlar arasındaki hizmet mübadeleleri, “taksim-i amâl” mahiyetinde değildi. Çünkü bu milletler arasında müşterek bir vicdan yoktu. Onlarla mütekabil bir tufeylîlik halindeydik.
Bugün Avrupa ve Amerika milletleriyle de müşterek vicdanımız yok. Binaenaleyh, onlarla da aramızda bulunan mübadeleler, beynelmilel bir taksim-i amâlin tecellileri değildir. Onlar bizim iktisadî tufeylîlerimizdirler. Biz de onların içtimaî tufeylîleriyiz.
Görülüyor ki ecnebi sermaye, memleketimize tufeylî halinde girecektir. Şu kadar var ki patolojik değil, normal bir tufeylî halinde girecektir. Fakat o, bizim tufeylîmiz olduğu kadar, biz de onun tufeylîsi olacağız. Şevket-i Buharî bir beytinde şöyle diyor: “Ey asma! Sen susuzluktan yanıyorsun; ben de esrikliğin esiriyim. Ben sana su vereyim, sen de bana şarap ver!”
Ecnebi sermayesinin memleketimizde yaptığı hizmetlere bir numune göstereyim. Dırama ve Serez muhacirleri memleketimize gelince, hükümet para vermek için davranmadan evvel, onlara tütün tüccarları para verdiler. Hepsi tütün ekicisi olan bu muhacirler, tütün tüccarlarının yardımıyla bu sene çok tütün ektiler. Tabiî, ecnebi sermayesi, tütüncü muhacirlere yalnız onların menfaati için verdi. Sene nihayetinde bu avanslara mukabil başka tüccarlardan daha ucuz tütün satın alacaktır.
Tütüncüler, tütün şirketlerinden, yani ecnebi sermayeden istedikleri kadar avans aldılar. Bu parayla derhal tütün ekmeye başladılar. Ellerinde avuçlarında ne varsa Yunanlılar tarafından gasp olunan bu namuslu tütün çiftçileri, hükümetin yardımından evvel, ecnebi sermayesi ile birleşerek tütün ekinlerini ektiler. Bu çiftçiler, şimdi de isteseler tütün tüccarlarından istedikleri kadar para alabilirler. Gelecek sene, çiftçi bu avansın tamamını yahut bir kısmını öder yahut yeniden avans alır.
Tütün şirketlerinin muhacirlere yaptıkları ikinci hizmet de, nefis tütün yetiştirmesini bilmeyen köylere fennî usulde ekilmesini, biçilmesini, terbiye edilmesini öğretmektedir. Tütün şirketleri bu işi de yapıyorlar. Gerçi, şirketler bu hizmetleri de sırf kendi menfaatleri için yapıyorlar. Bize müfit olduktan sonra, varsın kendileri de müstefit olsunlar. Adalet, bunu iktiza etmez mi?
Memleketimiz, eski zamanlarda da, ecnebi sermayeden çok istifade etmiştir.
Memleketimizi şimendiferlerle donatan ecnebi sermayeleri değil midir? Biz bugün, onları istersek satın bile alabiliriz. Bankalar, borsalar, sigorta müesseseleri, hep ecnebi sermayesiyle husule gelmiş değil midirler? Ecnebi sermayeleri, memleketimize hariçten giren bir elektrik cereyanı gibidir. Bu cereyandan çıkarılacak ziya, hararet ve hareket nasıl memleketi imar edebilirse, ecnebi sermayeleri de öylece imar edebilir.
“Ecnebi sermayeler geliyor!” derlerse, “hoş geldiler, safa geldiler.” demeliyiz. Millî sermayelerimiz çoğalıncaya kadar, memleketimize ecnebi sermayeler gelsinler, millî teknisyenlerimiz yetişinceye kadar, ecnebi teknisyenler de gelsinler. Bunlar, ikisi beraber çalışarak memleketimizi imar etsinler. Biz şimdilik tek başımıza, ne ferden ne de hükümetçe bu işi başaramayacağız.
KAYNAKÇA
Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. Ötüken Neşriyat. Sf. 89.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.