İnternetten Denizli neyi ile meşhur diye bir arama yaparsanız karşınıza muhtemelen Pamukkale Travertenleri, Hierapolis Antik Kenti, Denizli horozu gibi şeyler çıkar. Beş yıl önce Denizli’ye ilk gittiğim zamanlarda arama yaptığımda da bunlar çıkmıştı. Tabi o zamanlar Denizli’de tutuşan mefkûre ateşinden habersizdim ama şimdi biliyorum. Ben ve benim gibi bu ateşin kıvılcımına tutuşanlar için artık Denizli denilince akla gelen tek şey otuz yıllık bir aradan sonra Türk milliyetçiliği fikrini yeniden harlayan ocaktır. Hâşâ yanlış anlaşılmasın, biz bu ara dönemde hiç Türk milliyetçiliği fikri olmadı demiyoruz ama biz artık biliyoruz ki 1980 darbesinden sonra Türk milliyetçiliği fikir silsilesi koptu. Türk milliyetçiliği sadece his olarak düşünüldü. Ta ki bu menfur darbeden otuz yıl sonra Denizli’de birkaç kişinin kendisine bunu dert ederek Türk milliyetçiliği fikri üzerine serpilen ölü toprağını üzerinden atmak için çareler arayana kadar. “Türk milliyetçiliği öğrenilen bir şeydir” düsturunu kendileri için meşale olarak alan bu bir avuç kişi, fikrin yaşayan büyüklerine ulaşarak bu ateşi Denizli’de tekrardan harladılar. Aynı ateşi Türk milleti binlerce yıl önce de yakmıştı. Harlanan o ateş ile Türk milleti demir dağları eriterek Ergenekon’dan çıkmıştı. Türk milletini yeniden Ergenekon’dan çıkarmak için tutuşturulan bu ateş, 2014 yılında “Yeni Ufuk” dergisiyle ete kemiğe büründü. Atalarımızın, ateşi harlayıp Ergenekon’dan çıktığı günü her yıl mart ayında “Ergenekon (Nevruz)” bayramı olarak kutladığımız gibi, bizim dönemin Ergenekon’u olan “Yeni Ufuk” da Şubat ayının son haftalarını “dergi gecesi” olarak kutluyor. Bu yıl yeni Ergenekon’umuz on yaşına girdi. Bu vesileyle düzenlenecek dergi gecesi için sağ olsunlar beni de davet ettiler. Memnuniyetle, seve seve kabul ettim. Burada parantez açarak küçük bir anekdot aktarayım. Derler ki: Müritleri Hacı Bayram’a zincirle bağlıymış. Müridi Halep’te olsa bile Hacı Bayram Ankara’dan zinciri çekti mi mürit nerede olursa olsun geri gelirmiş. Bizim de gönül zincirimiz Denizli’de. “Yeni Ufuk” zinciri bir çekti mi nerede olursak olalım, koşa koşa gideriz. O gönül zinciriyle bağlanmışız, artık gitmeme lüksümüz yok.
Daha Denizli’ye gitmeden önce derginin onuncu yıl gecesine de özel programlar hazırlandığını öğrendik. En dikkat çekici olanı, sonuncusu rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş zamanında yapılan ve Türk dünyasının farklı bölgelerinden gelen büyüklerimizin katıldığı “Türk Dünyası” paneli oldu. Yıllar sonra benzer programı yapmak “Yeni Ufuk”a nasip oldu. Sadece bu panel değil elbet, bundan başka Türk milliyetçiliğine katkı sağlamış ilim adamlarımızın katıldığı “Türk Gençliği” paneli ve Türk milliyetçiliği fikrinde birleşen farklı alanlardaki büyüklerimizin imza günleri de düzenlenmiş. Tabi bunların yanında dergi gecesine özel, gönüllerimizi coşturan türküler ve marşlarımızı hep beraber sesimiz kısılana kadar, bağıra bağıra haykıracağımız sazlı sözlü eğlence de unutulmamıştı.
Yapılan etkinlikleri değerlendirecek olursak bizim için program, Konya’da Töre-Devlet Kitabevi’nde toplandığımız zaman başladı. Türk ve Türk milliyetçiliği konularına ait başlattığımız sohbet, otobüs içerisinde hep beraber söylediğimiz türküler, marşlar ve şiirler ile devam etti.
Nasıl geçtiğini anlamadığımız beş saatlik yolun ardından nihayet ateşin tutuşturulduğu yere ulaştık. Bizi karşılayanlar sabahın erken saatleri olmasına rağmen uyumadan, gelişimizi bekleyen kardeşlerimiz oldu. Etkinlikler öğlen başlayacağı için dinlenmek üzere gruplar halinde bize ayrılan evlere dağıldık. Sabahın beşinde bizi karşılayan ev sahipleri, bizim rahatlığımız için her şeyi düşünmüşlerdi. “Yeni Ufuk” pınarından içenlerin misafirperverliği ve samimiyeti insanı kendi evindeymiş gibi hissettiriyordu. Bu sadece benim düşüncem değildi, dönüş yolunda konuştuğumuz arkadaşların tamamının kanaati bu yöndeydi.
Uyandıktan hemen sonra ev sahibinin gönül ateşiyle hazırladığı kahvaltımızı yapıp yeni Ergenekonumuza doğru yol aldık. Orada Türkiye’nin farklı şehirlerinden ateşin başına toplanan Türk milliyetçisi gönül erleriyle birlikte “Türk Dünyası” panelinin yapılacağı Pamukkale Üniversitesi Kongre ve Kültür Merkezine gittik.
İlk etkinlik, yukarıda da belirttiğim üzere iki oturum şeklinde yapılacak olan paneldi. Panel, Türk dünyasının farklı bölgelerinden gelen büyüklerimizin sunumlarından oluşuyordu. Sunumları dinledikten sonra genel olarak istisnaları çıkarırsak açıkçası beklentimin aşağısında kaldığını söyleyebilirdim fakat ben öyle düşünmüşüm çünkü otobüsle dönerken arkadaşlarımızla yaptığımız konuşmalardan bir şeyi unuttuğumu fark ettim. Bu arkadaşlarımızın bazıları daha çok yeniydi ve böyle bir ortamda Türk dünyasından gelen büyüklerimizin daha derin anlatımlarını anlamayabilirlerdi. Bu konuda da “Yeni Ufuk” ekibini tekrardan takdir ettim.
Panelden sonra dergi gecesinin yapılacağı otele doğru yöneldik. Gece, açılış konuşmalarıyla başladı. Normalde sonrası eğlence olacak programların açılış konuşmaları sıkıcı gelebilir ancak bu, hiç o sıkıcı açılış konuşmalarına benzemiyordu. Aksine dinleyiciler söz alanları can kulağıyla dinliyor ve konuşmaların bitmesini istemiyorlardı. Bu konuşmalar gönülden yapıldığı için bizim de gönlümüze giriyordu. Şahsen kendi adıma konuşmaları beni o kadar etkiledi ki bundan sonraki hayatımda ve yaşam şeklimde o gecenin izleri olacak…
Konuşmaların hemen arkasından Ozan Nihat’ın gönül tellerine vurarak yaktığı sazlı ve sözlü bu ateş, tüm ruhları uyandıracak coşkudaydı. Buna titremeyen yüreğin kanından şüphe edilir. İşte bu ruh ve duygular ile tamamlanan gecenin sabahında yine erkenden Ergenekonumuz olan Yeni Ufuk Kitabevi’ne geldik. Öğle üzeri otobüsler ile “Türk Gençliği” panelinin yapılacağı Pamukkale Üniversitesine gittik. Bu panel dünkünün aksine beklentimin de üstünde oldu. Panelden çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Hele hele panel başkanı Prof. Dr. İsmail Yakıt, katılımcılar Prof. Dr. İskender Öksüz ve Prof. Dr. Sönmez Kutlu hocalarımızın sunumları resmen gönül ve akıl dünyamızı aydınlattı.
Panelin ardından yapılan imza günü de çok mükemmel düşünülmüş bir adımdı. Bu adımla birlikte bizler hem katılımcılar hem de onlardan bağımsız olarak Türk milletinin değerlerine değer katan, kitaplarını soluksuz okuduğumuz büyüklerimiz, hocalarımız ile birebir sohbet etme ve kitaplarını imzalatma şansı elde ediyorduk. İmza töreninden sonra yeniden gönül ocağımız Yeni Ufuk Kitabevi’ne geldik. Bu nasıl bir ocak, nasıl bir gönül pınarıdır ki buradan bir yudum içen insan bile o kadar candan, samimi ve mütebessim oluyor. Buradakiler insana kendi akrabasından hatta kendi öz kardeşinden bile yakın geliyor. Böyle bir samimiyet, eşine az rastlanır cinsten. Her zaman demişimdir; ön yargısız, yanlış anlaşılma korkusu olmadan, amasız, içimden geldiği gibi konuştuğum insanlar bu ocaktan yetişen insanlardır.
Hasılıkelam, Türk dünyasının bir ferdi olarak söylüyorum, karınca kararınca Türk dünyasını azıcık da olsa bilen birisi olarak söylüyorum, bu davaya küçüklüğümden beri gönül vermiş biri olarak söylüyorum, Türk dünyasının tek umudu, tek kurtuluşu bu ekiptir. Allah ayağınıza taş değdirmesin.
Yeni Ergenekon ateşini tutuşturan Yeni Ufuk ekibini en iyi anlatan Abdürrahim Karakoç’un “Selam” şiiridir. Yazıyı da bu şiir ile bitiriyorum:
Allah’ın izniyle millî devleti
Kuracak sizsiniz, selam sizlere!
Mukaddes vatandan zulmü zilleti
Sürecek sizsiniz selam sizlere!
Kutsal seren sayıp Tanrıdağı’nı,
Dikecek bozkurtlar Türk bayrağını,
Turan birliğinin altın çağını,
Görecek sizsiniz, selam sizlere!
Sizdedir cesaret, iman, intizam.
Bâtıla, taklide yoktur iltizam.
Herkese adalet, âleme nizam,
Verecek sizsiniz, selam sizlere!
Soyunuz neciptir, davanız gerçek;
Aydınlık yarınlar geldi gelecek…
Türk-İslam mührünü kalplere tek tek
Vuracak sizsiniz, selam sizlere!
Sabrımız taşarsa deliyiz deli…
Ve bunu dost düşman böyle bilmeli.
Türklüğü bölmeye uzanan eli
Kıracak sizsiniz, selam sizlere!
Zalimin, hainin, korkağın, körün
Açtığı yaralar derindir derin!
Bugünkü hesabı inşallah yarın
Soracak sizsiniz, selam sizlere!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.