Bir önceki yazımızda, tepkiyle ve nefretle zuhur eden her fikir gibi feminizmin de sağlam temellere oturtulamadığından ve sorunlara kalıcı çözüm önerileri sunamadığından bahsetmiş, neye tepki ile zuhur ettiğini anlatmıştık. Bu yazımızda feminizm fikrini detaylı bir şekilde tahlil edeceğiz.
1830’larda birinci dalga feminizm olarak adlandırılan dönem, feministler tarafından var olan düzene karşı ilk tepkilerin verildiği, hukukî ve siyasî yönden erkeklerle eşitlik talep edilmesi ile başlayan dönemdir. Belki de tek mantıklı istekleri bu yıllarda kalmış, mevzu ikinci dalga feminizmle bambaşka bir hüviyete bürünmüştür.
1960’larda ikinci feminist dalga ile beraber, söylemler ve talepler daha da radikal bir hâl almıştır. “Bedenim Bana Aittir”, “Kadın Doğulmaz Kadın Olunur” gibi sloganlar bu dönemin simge sloganlarıdır. Tek başına cinsel devrimin de anlam ifade etmeyeceğini söyleyen feministler; psikolojik, kültürel ve toplumsal yapıların değişmesini istemekte; erkek iktidarının sızmış olduğu bütün söylemlerin ve yapıların yapı-sökümüne uğraması gerektiğini söylemektedirler.
1990’larda ise üçüncü dalga feminizm ile birlikte, bir önceki dönemde tartışılan mevzuların içi daha çok genişletilmeye başlanmıştır. Artık konu cinsiyetlerin eşitliğini talep etmekten çoktan çıkmış, cinsiyetlerin tercih unsuru olabilmesine dair talepler kuvvet bulmuş, evlilik, aile gibi mefhumların yıkılması gerektiği inancı tamamen yerleşmiştir.
Feminizm doğduğu coğrafyada zaruri bir isyan olsa dâhi onu doğuran nefret, mevcut problemlere tesirli çözümler sunmasına mâni olmuş, fikrî boşluğunu farklı ideolojiler doldurmuştur. Bugün kendisi hiçbir problemi çözemeye muktedir olmadığı gibi bütün zararlı ideolojilere uşaklık etmesi de bundan kaynaklıdır.
Feminizmin Türkiye’ye Girişi
Osmanlının son dönemlerindeki Batı’yı taklit etme hastalığı, milletimizin buna ihtiyacı var mı yok mu hesaplaması yapmadan Batı’daki birçok şeyi alıp iktibas etmemiz bize feminizmi de getirmiştir.
“Her kavimden ve dinden insanın yaşadığı Osmanlı Devleti’nde kadınlar, Avrupalı kadınlara benzemek, onlar gibi gezip dolaşmak ve ev dışında hür bir şekilde var olabilmek gibi gayeler edinmişlerdi. Ancak Batı’daki gibi bir kadın direnişinin, Osmanlı coğrafyasında neşet edeceği bir zemin yoktu. Çünkü Avrupalı kadının uğradığı kilise engizisyonu, derebey işkencesi, feodalite köleliği ve Aydınlanma filozoflarının inkârcı hali Osmanlı kadınlarının dünyasında söz konusu değildi. Çünkü kadın mirasta pay sahibi olduğu gibi ticarî hayatta da aktif rol sahibi idi; öğretmendi, yazardı, muhaddisti, doktordu, ebeydi. Ancak Batılılaşma faaliyetleri ülkenin zihin dünyasını etkilediği gibi kadınlarında da dünyasını altüst etmişti.”
Bunun üzerine çeşitli dergi ve gazeteler çıkarılmış, Kadınlar Dünyası dergisinde ilk kez feminizm kelimesi kullanılmıştır. Kadınlar Dünyası dergisi resimli basıldığı tarihlerde, Batı’daki ve Doğu’daki kadın kıyafetleri mukayeseli olarak verilmiş, bu mukayesede Batılı kadının kıyafetlerinin daha modern olduğu propagandası yapılmıştır. Bizimkiler Batı’daki kadınlarla aynı felaketleri yaşamadığından mıdır yoksa konunun Batı taklitçiliği olmasından mıdır bilinmez, şekilcilikte kalınmış pek de radikalleşememiş gibi gözükmektedir.
Bahsettiğimiz tarihlerde feminist olmayan, kadın meselesi üzerine yazılar kaleme alan fakat günümüzde feministlerin kendilerine dayanak olarak göstermeye çalıştığı kadın yazarlarımız da mevcuttur. Yani o tarihlerde bütün kadınlar feminizm özentiliği yapmamıştır ve çıkarılan bütün kadın dergileri bu gayeye hizmet etmemiştir.
Bugüne gelecek olursak, feminist olduğunu iddia eden çeşitli kurum kuruluşlar, dernekler görmekteyiz. Aynı zamanda feministler liberal-Marksist-radikal feminizm olarak kendi içlerinde ayrılmaktadırlar. Temelde ise toplumsal cinsiyet eşitliği, özgürlük, ataerkil düzen gibi mefhumlarda mutabık olduklarından dolayı yazıda bu mefhumlara yükledikleri anlamları ve feminizmin asıl maksadının ne olduğuna değineceğiz.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Ataerkil Düzen, Özgürlük
“Toplumsal cinsiyet kavramı, ilk kez Amerika’da psikiyatrist ve psikanalist Robert J. Stoller tarafından, 1968 yılında yayımlanan Sex and Gender (Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet) kitabında kullanılmıştır. Kinsey Raporlarında da merkezi olarak kullanılan kavram, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte akademik dünyanın gündemine girmiştir. Bu kavram, biyolojik farklılıkların yani cinsiyetin, genel tezlerini açıklamaya yetmeyeceğini düşünen feminist aydınlar için müthiş bir keşif ve ilham kaynağı oldu. Böylece toplumsal cinsiyet eşitliğine dönük çalışmalar uzun bir süre feminizm çatısı altında yürütüldü.”
Cinsiyet, kadın ve erkek olarak biyolojik bir özellik ihtiva ederken toplumsal cinsiyet mefhumu, biyolojik cinsiyetten farklı olarak toplumun cinsiyetlere yüklediği vazifeler ve roller olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal cinsiyet mefhumunda toplumun kültürel ve ahlakî yapısı devreye girmektedir. Feminizme göre, cinsiyetler arası eşitsizliği, farklılığı asıl var eden toplumun cinsiyetlere yüklediği roller, dayatılan kalıplar olarak telakki edilir. Yani kadın ile erkeğin farklılığı fıtrattan gelmemekte, bu farklılıklar toplum vasıtası ile inşa edilmektedir. Eşitsizliği var eden, cinsiyetlere dayatılan bu rollerdir kabulü cinsiyetlerin ve rollerin yeniden tarif edilmesi veyahut ortadan kalkması gerektiği neticesini getirmektedir. “Kadın doğulmaz, kadın olunur” sloganı, cinsiyetin tercih edilerek olacağı, biyolojik olarak bir mana ihtiva etmediği düşüncesi üzerine söylenmiştir.
Feminizm için kadını ikinci konuma düşüren diğer husus, var olan ataerkil düzendir. Soyun babadan geçtiği ataerkil düzen tabiî olarak erkeği yüceltmektedir ve erkeğin kadın üzerinde egemenlik kurmasını sağlamaktadır. Erkek şahsî olarak ataerkil ayrıcalığından vazgeçse dâhi sistemin bir getirisi olarak kadın ezilmeye devam edecektir. O zaman, ataerkil düzenin yıkılması icap etmektedir. Peki, yıkılan düzenin yerine hangi düzen inşa edilecektir? Aslında devamlı olarak cinsiyet dayatmasından yakınan feminizm, var etmeyi gaye edindiği cinsiyetsiz toplum ile kendi cinsiyet dayatmasında bulunmaktadır.
Feminizm zannedildiği gibi cinsiyetler arası siyasî, hukukî bir eşitlik talebinde bulunmaz, milleti var eden içtimaî değerlerin bütününü reddeder ve yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunur. Bu fikrin kadın haklarını savunduğu gafletine düşenler, feminizmin başarısını teşkil etmektedirler. Demek ki türlü propagandalarla hakiki maksat gizlenebilmekte ve olanın aksine masum gösterilebilmektedir. Eğer maksat cinsiyet eşitliğini sağlamak ise bu eşitliğin nasıl sağlanacağı neden konuşulmamakta veyahut feministlere sorulmamaktadır? Talep edilen köklü değişimler, önce ailenin daha sonra milletin sonunu getirecek ahlakî veya ilmî hiçbir dayanağı olmayan taleplerdir ve milletimizin geleceği için tehlike arz etmektedir. Karşı olduğumuz, kabul etmediğimiz kadın ve erkeğin insan olmanın getirdiği bütün haklarda eşit olması değildir. Bunun olması tabiidir lâkin cinsiyetler kendi aralarında dâhi eşit değilken fıtratı, kabiliyetleri birbirinden farklı iki cinsiyetin eşitliğinin sağlanması mümkün değildir. Esasen buna lüzum da yoktur, asıl olan adaleti sağlamaktır. İslamiyet, kadının ve erkeğin farklılıklarıyla birbirine muhtaç, birbirini tamamlar nitelikte yaratıldığını söylemektedir. Türkler, İslamiyet’ten evvel de cinsiyetleri bu ölçüde değerlendirmiş ve bu kabullenişin neticesinde yaşamışlardır. Fıtrata uygun yaşamamız kadını erkeğe, erkeği kadına üstün kılmadığı gibi aile hayatımızın diğer milletlere nazaran çok daha güçlü olmasını sağlamıştır. İnkârı mümkün olmayan farkları reddetmek, fıtrata aykırı olanı zorlamak, cinsiyetler arası eşitliği sağlamadığı gibi adaleti yok etmektedir.
Bugün Türkiye’deki feministlerin eşitlik noktasında başarı olarak gördüğü en garip hususlardan biri erkeklerin çoğunlukta olduğu iş gruplarında kadınların çalışmasıdır. Sanki kadın, kas gücüne dayalı ya da bir erkekten daha çok zorlanacağı işe giriştiğinde erkek ile eşit olmuştur ve bütün eşitlik davası muvaffakiyetle sona ermiştir. Zannedersem tam vakıf olmadıkları, 8 Mart Kadınlar Günü’nün bu eşitlik davasından çıkmış olduğudur. Avrupa’da kapitalizmin süratle vahşileştiği tarihlerde kadınların erkeklere nazaran daha ucuz iş gücü olarak görülmesi ve fabrikalarda çalışması için hususî propagandalar yapılmıştır. Kadınlara siz yalnızca anne olmamalısınız, güçlü kadın çalışan kadındır, çocuk külfettir propagandalarıyla kadınlar apar topar fabrikalarda ağır iş yükü altına girmiş, bu ağır yükü taşıyamayan kadınlar grev yaparken yangında canlarını kaybetmişlerdir. O günkü kadınlara sormak lazım, eşitlikten mutlular mıydı? Mutlular ise neden adalet istemiş ve grev yapmışlardı? Oysa bir erkekle aynı işte çalışıyorlardı ve bugünkü feministlerin nazarında bir erkekle eşitlerdi. Evet, kadınlar bugün erkeklerin yaptığı herhangi bir işi yapabilirler, bunda herhangi bir bahis yoktur. Biz bu duruma da karşı değiliz. Fakat talep edilen eşitliği bu mu sağlayacaktır, asıl problem bu mudur?
Feministlerin sapla samanı karıştırdıkları bir diğer mefhum, özgürlüktür. Önceki yazımızda somut vakalarla anlattığımız üzere Avrupalı kadınların yaşama hakkının dahi olmadığı, insan değil mülkmüş gibi muamele gördükleri bir atmosferde özgür olmayı talep etmeleri elbette tabiî bir durumdu. Fakat bugün büründüğü hüviyette feministler, özgürlük adı altında kadını bedeninden ibaretmiş gibi maddileştirmektedirler. Kendi var ettikleri, mahremiyetten koptukça özgürleşen kadın tipolojisi, kadını asıl istismar eden noktayı teşkil etmektedir. Kadının başka hiçbir vasfı ve hasleti yokmuş gibi bedeniyle özgürleşeceğini zanneden feministler, var ettikleri kadının gördüğü değerden neden mustariplerdir? Oysa kadını dişilikten, bedenden ibaret gören kitleyi kendileri var etmemişler midir?
Bir diğer husus, feministlerin cinsiyetleri tercih edilebilir bir unsur olarak görmesi bunun da bir özgürlük olduğunu ve millet tarafından olağan karşılanmasını talep etmesidir. Ferdî sapkınlıkları milletin olağan kabullenmesi talebi hadlerini en çok aştıkları mevzudur. Elbette Türk milleti bu hayâsız taleplere karşı çıkacak ve saygı göstermeyecektir. Çünkü Türk milletinin inandığı değerler, insanın özgürlük adı altında her arsızlığı yapabilmesine olanak tanımamaktadır. Bundan dolayı, özgürlük diye milletimizin değerleriyle inatlaşmak yerine kendileri nerede olduklarını bilmeli, taleplerini gözden geçirmeli ve beyhude çabalara girmemelidirler. Bu taleplerde bulunmak, açıkça Türk milletine zarar vermek istemektir, ihanettir.
Hakikatler gizlenmeye, olduğundan masum gösterilmeye çabalansa da biz bu şahısların asıl dertlerinin kadınlar olmadığının farkındayız. Kampüs cadılarının çıkarttığı ve Ege Üniversitesi’nin her köşesine boy boy astığı bir pankartta Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun şehit edilmesinden aylar önce “Teşhir Ediyoruz!” diyerek alçakça hedef gösterdiklerinde, bu şahısların sırtını nerelere dayadığını, kimlerin değirmenine su taşıdığını çok iyi anlamıştık. Bugün feminist derneklerin kimlerden, nerelerden fonlandığını tetkik edelim ki hakikati idrak daha tesirli olsun.
“Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu tarafından hazırlanan ‘Türkiye Ensest Atlası’ adlı sözde raporu Finlandiya fonladı. Hürriyet yazarı Melis Alphan’ın ‘Türkiye’nin yüzde 40’ı ensest ilişki yaşıyor’ zırvasına kaynaklık eden rapor için 250 bin euroluk fon aktarıldı.”
“Sosyalist feminist anlayış ile öne çıkan Mor Çatı Derneği de yine basında çıkan haberlere göre ciddi fon desteğine sahip. “Avrupa Birliği, sadece ‘Sivil Düşün Projesi’ karşılığında Mor Çatı’ya 399 bin 786 TL para aktardı. Hollanda Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu ve İsveç Başkonsolosluğu da Mor Çatı’ya parasal destek sağladı.”
“Alman vakfı Heinrich Böll Stiftung, “İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Türkiye’de Kadın Olma Halleri”, “Kapatılma Davasına karşı Kampanya Desteği,” “Türkiye’de Yerel Politikaya LGBT Hakları Perspektifi Kazandırma”, “LGBT Örgütleri için Genel Destek” projelerine finansman sağladı. Feminist ve eşcinsellere destek vermek için kurulan Kırmızı Şemsiye Derneği’ne Alman Transgender Europe destek veriyor.”
Akıllarda tek bir soru, yukarıdaki dernekler hangi hizmet ya da faaliyetlerinden dolayı birileri tarafından bu denli sevilmektedirler? Bu dernekler kadın erkek eşitliğini mi sağlamıştır da bizim mi haberimiz yoktur? Yapılan hizmet ve faaliyetlerin Türk milletinin hayrına olmadığı herhalde açıktır.
Sonuç
Bugün birçok insanın tehlike saymadığı feminizm, mikrop misali süratle yayılmakta ve mensup olduğu milletin kıymetlerini tanımayanları zehirlemeye devam etmektedir. Türk milletinin özüne bütünüyle zıt, kimin artığı belli olmayan fikirlerle işi olmadığı gibi onlara ihtiyacı da yoktur. Türk milleti, tasavvuru gereği insanı ve diğer bütün yaratılmışları, Tanrı’nın bir emaneti olarak telakki etmiş, eylemlerini buna göre tayin etmiştir. Türk milletinin diğer milletlerle arasındaki en mühim fark bu tasavvurdan gelmektedir. Emanetin üzerinde tasarruf hakkı sınırsız değildir, istismar edilemez ve emanetin bir gün muhakkak hesabı verilir. Bu tasavvur neticesinde insan her şeyden evvel insan olduğu için kıymetli ve istismarı mümkün değildir. Aynı zamanda Türkler için, Tanrı’nın bahşettiği ve insanın tercih edemediği bir hususiyet birini diğerine üstün kılmaz, zaten cinsiyetler birbiri için ve birbirine muhtaç yaratılmıştır inancı hâkimdir. Bu farklar dolayısıyla diğer milletler kadını mülk olarak tasavvur edip yaşama hakkını dahi elinden alabilirken kahraman Türk kadını kılıç kuşanıp harbe gitmiş, hükümdar olmuş, yeri gelmiş teşkilatlanarak ekonomiye büyük katkılar sunmuştur. En mühimi de analığını kutsal vazife bilmiş, milletini ileriye taşıyacak güçlü şahsiyetleri yetiştirmiştir. Diğer kadınlar çeşitli felaketlere maruz kalarak hürriyet, eşitlik diye feryat ederken Türk kadınının böyle bir bahse hiç ihtiyacı olmamıştır. Feminizmin Türk kadınına bahşedebileceği hiçbir vasıf yoktur, anlattığımız üzere böyle bir maksadı da yoktur. Feminizmin düşman olarak telakki edip yıkmak istediği, bizi biz yapan değerlerimizdir. Bugün Türk milletinin bir derdi varsa ve o derde deva olmaya talipsek, en başta derdin neden kaynaklandığını iyi tahlil edebilmemiz gerekir. Türk tarihini biraz okumak bile Türk milletinin cinsiyetler arası problemi olmadığını anlamaya yeterlidir. Yani bugün bir problem varsa tıpkı geçmişteki gibi kadın insan olarak değerlendirilmeli, milletin muhtevasına uygun çözümler getirilmelidir. Kime uşaklık ettiği belli olmayan, milletimizin muhtevasına bütünüyle zıt fikirlerde çözüm aramak, başımıza başka felaketler açmaktadır.
KAYNAKÇA
Çifci Ercan. Toplumsal Cinsiyet Feminizm ve LGBTQ+ Eleştirel Bir Yaklaşım. İstanbul: Kökler Yayınevi (2020)
Arslan, Faruk. Batı Kuklalarını Fonlarla Oynatıyor. Yeni Akit Gazetesi: 13 Temmuz 2018.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.