“Âşıklıktaki mesele kalpte dönen bir ateştir.”
Bu yazıyı kaleme almak ve Taşer’in meselesini yazmak hadsizliği, Taşer’in meselesini yaşayamamanın ıstırabından doğmuştur. Taşer’in meselesi, Türk milletinin meselesidir. Türk milletinin meselesini yaşayamadığımız her an, Milliyetçi Büyük Türkiye’ye bir adım daha uzaklaşmış olacağız. Gayemiz, adımlarla kısaltamadığımız bu mesafeyi satırlarla kısaltmaktır. Yaşayamamayı meşrulaştırmak değil yazmayı mesele edinmektir.
Ziya Nur Aksun, Taşer’in ardından “âşıklar ölmez derler, o da âşıktı: Devletinin âşığı” der. Türk tarihi, asırlardır yaşayan âşıkların tarihidir. Her satırında, Türklük ummanının her katresinde büyük insanların meseleleri bir feryat gibi âleme dağılmıştır. Feryat eden bu büyük insanlar, aşkları ile fenâ fi’d-devle ve’l-mille olmuşlardır. Fenâ fi’d-devle ve’l-mille, yani devlete ve millete âşık olmak, devletin ve milletin varlığında kendi varlığını eritmek, ölürken bile devleti ve milleti düşünmek demek. İnsanı fenâ fi’d-devle ve’l- mille yapan, meselesinin büyüklüğüdür. Âşıklığın meselesini idrak etmektir, kalpteki ateşiyle cihanı ısıtmak hatta ışık saçmaktır. Öyle ki bu ışık, asırlar sonrasında bile dokuz şavklı bir yıldız gibi ona bakan nice âşığın gönlüne bir mesele düşürecektir.
Taşer’in meselesini anlatan, gönlümüzü bu ateş ile yakan en tesirli yazılardan biri Romantizme Dair’dir. Taşer, Fuzuli’nin o meşhur “aşk imiş her ne varsa âlemde, ilim bir kîl ü kal imiş ancak” mısrasıyla bu yazısının girizgâhını yaparak meselesini haykırmıştır. Taşer’in meselesi âşıklıktaki meseledir. Mevzubahis aşk olduğunda aşktan gayrı her şey bir kîl ü kaldır.
Fenâ fi’d- devle ve’l- mille, devletin ve milletin varlığında kendi varlığını eritmek olduğundan bu insanın manevileşerek sonsuzlaşması anlamına da gelir. Bu sebepten hakikî aşk, bitip tükenen bir mahiyette değildir. İnsanın sonsuzlaşması, ebedileşmesi mutlak mânâsıyla gerçekleşemeyeceğinden aşk, hasret ile ele alınmalıdır. Aşkta kavuşma olmaz. Türk tarihinin bitmeyen bir koşu gibi olması, Türk’ün cihan hâkimiyeti mefkûresini hasret üzerine inşa etmesinden kaynaklanır. Hakikî aşkta seven yaklaştıkça sevgili uzaklaşır. Bu mesafelere rağmen vuslata duyulan hasret âşığın motivasyon kaynağı, sebeb-i hilkatidir. Bu sebepten Taşer’in tabiriyle “Türk’ün cihangir olacağına inanmayan kâfir olur.”
“His fikrin barutudur” Türk milliyetçiliğinin potansiyelini gerçekleştirecek olan Türk milliyetçiliği fikir sistemini ortaya atan gücün parolasıdır. İnsanlığın yekûnu üzerinde iddia sahibi olan Türk milliyetçiliği, insanı yücelten hislerden doğmuştur. Esasen her fikir histen doğmuştur ancak her his, insanı yüceltmez. Sevgi, onu da aşan aşk, insanı yücelten hislerin başında gelir. Türk milliyetçiliği sevgiden doğmuştur, sevmeyi öğretir. Sevgiden muhabbet doğurur, öyle ki Türk milliyetçilerinin milletlerine duyduğu muhabbet, hakikî bir aşkta sevenin, sevgilisine duyduğu muhabbetten farksızdır. Büyük insanlar yetiştiren, Türk milletini 16 defa cihan hâkimiyeti idealine yaklaştıran, 17.sini de gerçekleştirecek olan bu sevgidir. Bizim kavgamızın aslı, sevmek üzerinedir. Sevmeyi unuttuğumuzda ve milletimizin ihtiva ettiği romantizmi hâkir gördüğümüzde cefa ve belaları, bin yıllık ıstırapları bir zafere dönüştürme kabiliyetimizi kaybettik. Sevmeyi unutmanın yol açtığı başkaca problemler de vardır.
Onun meselesi, cihan devletinin kalıntısı üzerinde oturan, insanlığın mesuliyetini mükellefiyet edinen Türk milletinin devlet problemidir. Bugün fenâ fi’d-devle olacağımız bir devletin varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak cihan devletinin bakiyesi üzerine yükselen, gayesini ve fonksiyonlarını tarihte olduğu gibi insana nispetle tayin eden mücerret bir beşerî kurum olan devlet, her Türk’ün gönlünde müşahhas bir hakikat, her Türk’ün kendi varlığını erittiği aşkın bir değerdir. O hâlde fenâ fi’d- mille olarak Büyük Türkiye’yi inşa etmek ve bu Büyük Türkiye mevzubahis olduğunda fenâ fi’d- devle olmak gerekecektir. Taşer’in büyük Türkiye’si, 9 Işık’ın millî devletidir. Millî devlet, uğruna fenâ fi’d-devle olacağımız devlettir. Taşer’in meselesini anlamak; millî bir bayrak kaldıran, atalarımızın haşmetini, torunlarımızın azameti hâline getirecek olan kudretli ve büyük bir devlet idealinin davetçisi olmak, gönül seferberliği başlatmaktır.
Devlet problemi dedik… Nedir bu devlet problemi? Esasen Türk milliyetçiliğinin devlet hassasiyeti, devlet fetişizmi değildir. Devlet, içtimaî adaleti tesis eden en kuvvetli vasıtadır. Bu fonksiyonunu koruduğu müddetçe uğruna ölünecek bir değer ihtiva eder. Teşkilatlı toplumlar, devlet kurarak milletleşme sürecinde sıçrama yapar. Hukukî-fiilî-ahlakî düzenin yekûnu devleti oluşturur. Hocaoğlu’nun tabiriyle “devlet, ferdi insanlaştıran içtimaî nizamdır.” Devlet, düzen fikrinin somutlaşmış hâlidir. Bu hâliyle esas gayesi ferde bir nizam kazandırmak olduğundan devlet, hakim’ül millet değil hadim’ül millet olmalıdır. Devletin saydığımız tüm bu fonksiyonlarını kontrol etme mekanizması ise demokrasidir. Taşer’in büyük Türkiye’si, millî demokrasiye sahip, büyük ve güçlü bir devlettir.
Devlet, Ferde Nizamı Nasıl Kazandırır?
Bu esasen bir imkân hazırlama meselesidir. Devlet mecburî bir dayatmayla değil imkân hazırlayarak ferdin kendini gerçekleştirmesinin ve insan olmaklığının yolunu açar. Buna rağmen ferdin nizamsız bir hayat sürmesi de mümkündür. Devletin buradaki tutumu, bu ferdî zulmün, içtimaî bir zulüm hâlini almasını engellemektir. Yani ferdî hürriyetler, devletin gayesi ile mahduttur. Nevzat Hoca’nın tabiriyle “devlet, kişinin kendi gelişmesi bakımından imkân hazırlayıcı, -zorlayıcı değil- ferdin başkalarını gayeden saptırma hâli karşısında ise yasaklayıcı ve ferdi koruyucudur.” Nihâyetinde devletin yer yer ferdî, ekseriyetle içtimaî olan bu fonksiyonu, milletin kendini gerçekleştirmesine vesile olur. O hâlde devlet, milletin misyonunu yerine getirmesine vasıta olmalı ve kendini gerçekleştirmiş millet tabii bir süreç hâlinde nizam kazanmış yani insanlaşmış fertler yetiştirmelidir. Devlet, milletin nizam kazanması için bir vasıtadır, millet de insanın nizam kazanması için bir vasıtadır. Burada bir anekdot eklemekte fayda var: Türk milletinin ebedî bekası için kendi varlığını Türk milliyetçiliğinde eriten Taşer’in büyük devletini izah etmeye çalıştığımız bir yazıda milleti vasıta değer olarak ele almamız bir tartışma konusu olabilir. Bu meseleyi Nevzat Hoca’nın sözleriyle vuzuha kavuşturalım: “Millî misyon kendi başına bir gaye değil, insanın ebedî olan gayesi için, ilahî plandan tayin edilmiş bir fonksiyonun millet çapında yüklenilmesidir. İnsana bir gaye takdir edilirken, milletlere de neticede bu gaye çizgisindeki gelişmelerin vasıtası olmak üzere, tarihî görevler tayin edilmiştir. Milletler devlet olarak teşkilatlanarak bu görevlerini ifa ederler.” Millet, ferdi insanlaştırmak için vardır. Ferdi içtimaîleştirecek yegâne kuvvet, millettir. İçtimaîleşmek insanlaşmaktır.
Millî misyonlar yani milletlerin gayeleri, insanın ebedî gayesine ulaşması için bir vasıtadır dedik. Bu hâlde millî misyonlar ebedî değildir ve varlıkları kültürel gerilime/dinamikliğe bağlıdır. Kültürel gerilimin yüksek olduğu dönemlerde milletler, Tanrı’nın ve tarihin kendine biçtiği misyona göre hareket eder, mensuplarını ideal insanlığa yaklaştırır. Milletin gayesi her ne kadar bir nüve, ruhî bir kıvılcım olarak milletin özünde bulunmaya zamandan münezzeh devam etse de mevcudiyetini teminat altına alan ve bunu icraata döken, kültürdür. Kültür, bir noktada bu gayenin idrakidir de denilebilir.
İnsanın gâyesi ülkücü olmaktır, milletler de ülkücü yetiştirmek için vardır. Böylelikle millet, mevcudiyetini ve mukadderatını ideal insanlara teslim eder. İnsanın ebedî gâyesine en yakın içtimaî fonksiyonu umumî çapta yüklenen tek millet olarak Türkler, Afrika’daki bir çocuğun bile ideal insan olmasının yolunu açar. Taşer’in meselesini mesele edinmiş her ülkücü, Türk milletinin gâyesinin somutlaşmış hâlidir. Bununla birlikte milletin zaman boyutu ve ülkünün insanın somut ömrünü aşan bir mahiyette olması ülkücülerin millet için var olduğu gerçeğine işaret eder. Millet, nesiller sonrasına ideal insanlığı aktaracak yegâne beşerî müessesedir.
Hülasa devlet, millete bir nizâm aşılar ve potansiyelini ortaya koyma imkânı tanır, millet kendini gerçekleştirdiğinde nizâm kazanmış fertler doğar. Yine Nevzat Hoca’nın tabiriyle “devlet gayeye bağlı kaldığı sürece, tarihî misyonu gerçekleştirmek için yapacağı müdahaleler ve isteyeceği fedakârlıklar, ferdin gayesi bakımından birer imkân niteliğindedir.” Taşer’in devleti, gayesine bağlı kalan devlettir. Devletin ferdi insanlaştıran içtimaî nizam olması milletin varlığına bağlıdır.
Millî devlet, sıradan insanı satha çıkarır. Türk çocuğu Taşer’in meselesini mesele edindiğinde ülkücü olma kudretini kendinde görecek, millî devletin misyonunu şahsında yaşatacak ve millî devleti kuracak kadroyu oluşturacaktır.
Devletin Ülkücüleşmesi ve Ülkücü Millet
Yukarıda insanın ebedî gayesini ülkücü olmak olarak belirtmiştik. Millet, insanı bu gayeye yaklaştırabildiği müddetçe, devlet de millete bu zemini tesis ettiği müddetçe vasıta gayelerini gerçekleştirecek demiştik. Bu hâlde devletin ve milletin ülkücüleşmesi ne demektir? Ülkücülük insana has bir kavram değil midir? Evet, ülkücülük ana planda insana has bir kavram olsa da bir devletin ve millettin de ülkücü olabilmesi mümkündür. Millet, tarihin ve Tanrı’nın ona biçtiği misyona göre hareket ediyor -yani gayesini idrak edebiliyor- ve mensuplarını ebedî gayeye yaklaştırabiliyorsa ülkücüdür. Devlet de milletin bu potansiyelini tesis için gereken imkânları hazırlamışsa ülkücüleşmiştir. Burada belirtelim: zulüm ve istismar hiçbir milletin tarihî misyonu olamaz. O hâlde ülkücülük, milletler nezdinde pek az görülebilen bir vasıftır. Ülkücülük teorik olarak cihanşümul bir mefhum olsa da pratik olarak Türk milletine hastır.
Türk milletinin Kızılelma ülküsü, insanın nefsinden arınma ülküsünün millet çapına yayılmış hâlidir. Taşer’in Büyük Türkiye’si Kızılelma ülküsüne sahiptir.
O’nun tabiriyle mecrasından çıkmış, su misali çamurlara bulanmış Türk milleti ve Türk medeniyeti, tarihî yatağına girmek ve engin denizlere ulaşmak mecburiyetindedir. Türk’ün millî imanını bu gerilime gark edecek olan ülkücülerdir. Türk milleti, iman tazelenmesini ülkücüler ile başaracaktır.
Başbuğ, Taşer’in ardından “bayrağı göndere birlikte çekecektik” demiş, İskender Öksüz de ikisinin ardından “o bayrak çekildiğinde onlar o bayrakta, bizimle olacaklar.” diyor. Taşer’in, şehit Özmen’in cenazesinde haykırdığı gibi “sancı çeken bu topraklar üzerinde biz artık ölmeyeceğiz.”
Dündar Taşer, Töre-Devlet’in töreli devletidir. Onun meselesini mesele eden, cevrimizi çeken güzel âşıklar yetişecektir…
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.