Tarih bir milletin millî şuuru ve hafızasıdır. Tarihin derin havzasında meydana gelen bilgi, birikim ve irfanların gelecek nesillere aktarılması, tarih bilincinin oluşmasında hayatî bir önem taşır.
Tarih bilinci, bugünü anlamak, geleceği doğru tasarlamak için geçmişten lâyıkıyla ders çıkarma ve nasiplenmeyle ilgilidir. Tarih bilincinden söz etmeden kültürden, medeniyetten söz etmek imkânsızdır. Tarih bilinci, bir inanç ve ahlak nizamı çerçevesinde teşekkül edecek mensubiyet şuurunu da beraberinde getirir.
Bugünkü içtimaî, mahallî ve küresel pek çok olayı anlamak, açıklamak ve analiz etmek için tarihe ihtiyaç duyarız. Çünkü toplumlar bir devamlılık esasına göre yaşarlar. Dün yaşananların toplamı bugünkü yaşantımızı, duyuş ve düşüncelerimizi şekillendirir. Geleceğimize yön vermek için geçmişi iyi okumak, geçmişten lâyıkıyla ders çıkarmak gerekir.
Etnik kimliklerin popülerlik kazandığı ve bin bir güçlük ve bedelle inşa ettiğimiz millî kimliğimizin üzerine çıkarıldığı bir dönemden geçiyoruz. Aslında herkesin kökenini bilmesi, soyunu, sopunu araştırması bir hak olup, birçok açıdan da fayda sağlar. Böylece birçok suistimalin önüne geçebilir ve kafa karışıklıklarını giderebiliriz. Ancak zararlı olan ve geleceğimizi tehdit eden şey etnik kimliklerin millî kimliğimizin üzerine çıkarılması, sun’i bir biçimde inşa edilmesi ve bu yolla Türkiye’nin etnik bir cehenneme dönüştürülmek istenmesidir.
Etnisite, millî kimliklerden bağımsız gelişir ve nihayetinde millî kimliği tehdit eder. Millî kimlik, daha geniş müştereklere sahiptir ve yeni değerler üretebilir. Millet, millî kimliğin ürettiği değerlerin etrafında bütünleşir ve ülkü birliğine sahip olur.
Demokrasilerin gereği mahallî farklılıkları ezmeden ve yok etmeden ortak değerleri en üst seviyeye çıkarmak ve bunları topluma hâkim kılmaktır. Aşiret de bu bakımdan mahallî bir farklılıktır. Aşiretinizin kökenini araştırırken bu hususları dikkatten kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Aşiretinizin ve kendinizin hangi kökenden geldiğini anlamak için şunlara bakabilirsiniz:
1)Tarihî kaynaklara
2)Aşiretlerin sözlü aktarımlarına
3)Aşiretiniz hakkında güncel çalışmalara
4)Aşiretlerin dip kültürüne
5)Şecerelere
6)Aşiretin adına
7)Aşiretteki kişilerin isimlerine
8)Yer adlarına
Tarih şu üç tür nesnenin şahitliğine dayanır:
1-Yazılı belgeler,
2-Âbideler,
3-Nesilden nesile aktarılan sözlü gelenekler
Etnografya yazılı belgelerden çok az miktarda yararlanır. Bununla birlikte gerek tarih kitaplarından gerek evrak hazinelerinden ve her türlü resmî sicillerden bilgiler toplanabilir.
Aşiretlerin “âbide” adı verilebilecek maddî eserleri yoktur. Fakat sözlü gelenekleri, kültür hazineleri ve kullandıkları eşyalar vardır. Gelişmiş toplumların bellekleri kendi tarihleridir. Aşiretlerin tarihleri ise onların nesilden nesile aktarılan sözlü geleneklerinden ibarettir.
Kayıtlarda ittifak halinde belirtildiğine göre, Müslüman olan ve İslam ülkelerine göçen Oğuzlara, “Türkmen” denilmiştir. Tarihî kaynaklarda şaşırtıcı şekilde Kürtlerin Oğuzlardan geldiğine dair kayda değer bazı belgeler bulunmaktadır. Bunlardan bazılarında Kürtler bir bütün olarak Oğuz soyuna dayandırılırken, bazılarında ise sadece bir kısım Kürt topluluğunun Oğuzlardan geldiği ifade edilmektedir. Kanaatimizce ikinci kayıtlar Kürtleşen Türkmenler olgusuna işaret etmektedir.
Bu kaynaklardan ve belgelerden bazıları şunlardır:
Arap Kaynakları
Türkmenler ve Kürtler, İslam sonrası Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya tekrar geldiklerinde Arap-İslam kaynaklarında “Ekradı Türkmen” (Türkmen Kürtleri), “Ekrâda Türkmen” (Türkmenli Kürtler) şeklinde anılmış, “Gûzu’l Ekrâd” (Oğuz Kürtleri) olarak bilinmişlerdir.
Yazıcıoğlu Ali
- yüzyılın ilk yarısında İbn-i Bibi’nin Farsça Selçukname’sini Türkçeye tercüme eden Yazıcıoğlu Ali, Türkiye Selçuklu hükümdarı I. Alâeddin Keykûbat’ı kastederek şöyle bir kayıt düşmüştür:
Rum’da ve Şam’da, Ermen ve Diyar-ı Bekr’de ne kadar Oğuz soyundan Türkmen ve Kürt beyleri varsa hükmünden çıkamazlardı.
Şeref Han
Kürtlerin Oğuzlardan geldiğini ifade eden bir diğer kaynak ise Şeref Han’dır. Şeref Han, 1592 yılında tamamladığı Şerefnâme adlı meşhur eserinde Kürtlerin neden birlik sağlayamadığı hususunu tartışırken, halkın bir takım acayip hikâyeler anlattığını ifade etmiştir. Ne yazık ki Şeref Han tarafından bunlardan sadece biri kayda geçirilmiştir:
Birincisi, Şeref Han bu efsaneyi halk arasından derleyerek kayda geçmiştir. Çünkü halk arasında Kürtlerin Oğuz soylu olduklarına dair bilgiler Şeref Han’dan önceki kayıtlarda da bulunmaktadır.
Efsanede dikkat çekici ikinci husus ise, “Buğduz” adının 24 Oğuz boyundan birisi olmasıdır. 24 Oğuz boyunun tamgaları ve bu arada “Buğduz” boyunun tamgası da birçok bilim insanı ve araştırmacı tarafından yayınlanmıştır.
İdris-i Bitlisî
Kendisi de Kürt kökenli olan İdris-i Bitlisî, Sekiz Cennet adlı eserinde, Kürtlerin Oğuz soyundan geldiğini kayda geçmiştir.
Kürt Oğuznamesi
1884 tarihli Diyarbekir salnamesinde bir Kürt Oğuznamesi yayımlanmıştır. Bu Oğuzname’de Kürtlerin Oğuzlardan geldiği ifade edilmiştir.
Osmanlı Arşiv Belgeleri
Osmanlı arşiv belgelerinde bazı aşiret ve cemaatler doğrudan doğruya Kürt olarak adlandırılırken bazı aşiretler Türkmen Kürtleri ya da Kürt Türkmenleri olarak kaydedilmiştir. Bu durum şüphesiz Arap kaynaklarında Kürt adının, Kürt etnik kökeninin yanında göçebe aşiretlere tahsis edilen bir isim olmasından ileri gelmektedir. Aynı anlayış Osmanlı kaynaklarına da sirâyet etmiştir. Osmanlı kaynaklarında Türkmen Kürtleri ya da Kürt Türkmenleri şeklinde kaydedilen aşiretler tamamen Türkmen kökenlidir.
Bilim dünyası, “Kürtleşen Türkler” bahsini ünlü Türk sosyologu Ziya Gökalp’a borçludur.
İlk kez Gökalp tarafından gündeme getirilen bu husus daha sonra birçok bilim insanı ve araştırmacıya konu olmuş, birçok bilim insanı ve araştırmacı ise çalışmalarında ve eserlerinde bu konuya temas etmişlerdir.
Ziya Gökalp
Kürt aşiretleri hakkında iki rapor hazırlayan Ziya Gökalp, bunları dört nüsha hâlinde yazarak Atatürk başta olmak üzere, Rıza Nur ve Bahâ Said gibi önemli kişilere göndermiştir. Daha sonra bu çalışmalar “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adı altında kitaplaştırılmıştır.
Söz konusu çalışmasında ilk defa konuyu ilmî temelde ele alan Gökalp, birçok Türkmen aşiretinin değişik nedenlerden ötürü Kürtleştiğini tespit etmiştir.
Bu yöndeki çalışmalarına devam edeceği anlaşılan millî dehâ Ziya Gökalp’in erken vefatı ne yazık ki bu amacına ulaşmasına engel olmuştur.
Kürtleşen Türkmenler hususunda çığır açan bu çok kıymetli araştırmasında Ziya Gökalp şöyle demektedir:
Türkmenlerin Kürtleşmesi: Türkmenlere dair yaptığım tetkiklerden çıkan neticeye göre, birçok yerlerde Türkmen aşiretleri Kürtleşmiştir. Mesela Diyarbekir’de Karacadağ’da yaşayan ‘Türkân/Terkân’ (Türkçe Türkmenler manasındadır) aşiretinin bütün fertleri, Oğuz ilinin Beğdili boyuna mensup hâlis Türk olduklarını bilirler. Bununla beraber, Türkçeyi unutarak onun yerine Kürtçeyi ikâme etmişlerdir. Bu aşiretlerden Karakeçi aşireti ise, Osmanlıların ecdadı Kayı boyu ile akrabalık iddiasında bulunmakla beraber kendilerini Kürt zannetmektedirler.
Zeki Velidi Togan
Türk tarihçiliğinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’ın gündeminde de Kürtleşen Türkmenler konusu vardır:
Sultan Sencer’e nispetle, ‘Sencerî’ ismini alan kabileler ve yine onların hizmetinde bulunan ‘Tülek’ ismindeki oymak ve Fars vilayetinde yerleşen Salgur ve Ağaçerilerin bir kısmı Moğollar geldiği sırada artık Farslaşmış bulunuyorlardı.
Mezopotamya’da Araplaşan Bayat; İran’da Farslaşan ve Kürtleşen Şul (eski ismi Çur, Çul, Sûl), Kücat, Ağaçeri, Halaç, Hak; Kürdistan’da Kürtleşen Bayat, Avşar, Beğdili, Eyva (Yıva) urugları; Huzistan’da Avşarlar; Lursitan’da Beğdili, Tilkü ve Uluğ-Çinler bu cümledendir. Bayat, Avşar, Halaç gibi kabilelerin, Fars vilayetlerindeki Türkmenlerin dağlarda ayrı uruğlar hâlinde göçebe kalanları milliyetlerini muhafaza etmişlerse de Arap ve Fars şehirlerinde yerleşenleri üç-dört batında anadillerini kaybetmişlerdir.
Doğan Avcıoğlu
Türk tarihi üzerine yapılan çalışmalardan birinin yazarı olan Doğan Avcıoğlu da Türk milliyetçisi olmamasına rağmen Türkmenlerin Kürtleşmesi olgusuna dikkat çekmiştir:
Yavuz Selim ile Kanuni Süleyman gibi kudretli Osmanlı padişahlarının Kızılbaşlık gerekçesiyle Türkmenlere karşı baskı ve şiddet politikası izlemesi ve feodal Kürt beylerini Sünnî diye desteklemeleri, etnik yapıdaki Türkmen aleyhindeki gelişmeyi pekiştirir. Bu feodal beyliklerdeki birçok Türkmen öge, Türkçeyi unutarak özümlenir.
David McDowall
Kürt tarihi üzerine kapsamlı çalışmaları ile tanınan David McDowall, kendisinden beklenmeyecek şekilde ve satır aralarına sıkıştırılmış olsa da Kürtleşen Türkmenler meselesine değinmiştir:
Daha ileriki aşamada kimi Arap ve Türkmen aşiretlerinin kültürel olarak Kürtleştiği kuşkusuzdur. Kürt ve Türkmen aşiretler birlikte varlık sürdürmüşler ve hatta Türk reislerin çoğunlukla Kürt taraftarlarını cezbettiği ya da Kürt reislerin Türk takipçileri etkilediği birlikler içinde erimişlerdir. Osmanlıların yükselişinden önce iki Türkmen hanedanının genel olarak Türkmen ve Kürt kökenlerinin karışımından oluştuğu düşünülmektedir.
Türkçe ya da Arapça konuşulan bölgelere göçenler, Kürt kimliğini kaybetti. Sonuç olarak, Kürtlerin fizyonomisini (kafa yapısı, göz ve saç rengi, vücut yapısı vb.) araştıranlar, onların en önemli özelliklerinin kendilerine komşu Kürt olmayan halklarla benzerlikleri olduğu sonucuna ulaştılar.
Yaşar Kemal
Ünlü yazar Yaşar Kemal’in 1996 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanan bir mülakatından yapacağımız alıntılar, Kürtleşen Türkmenler konusunda önemli ipuçları vermektedir:
Diyarbakır ovasını dolaşırken tuhaf bir olayla karşılaştım: Diyarbakır’ın Köprü köyünde bir öğretmenle tanıştım. Öğretmen 1920’lerde Balkanlardan göç etmiş, Köprü köyünü kurmuş, köyünün öğretmeniydi. Çok güzel Kürtçe konuşuyordu. ‘Kürt müsün?’ diye sordum. ‘Yok, göçmenim.’ dedi. Köye girdik, hep Kürtçe konuşuyorlardı. Türkçe biliyorlardı da yarım yamalak.
Diyarbakır’a 30 Bin Çadır, Avşar Sürgün Edildi
1865 Kozanoğlu başkaldırısında, yenilgiden sonra Türkmenler, dediklerine göre binlerce çadır olarak Diyarbakır’a sürülmüşlerdi. ‘Nerede bunlar?’ diye öğretmene sordum. ‘Var, dedi, istersen gidelim, bunlar sekiz köy hiç Kürtçe bilmezler.’ Öğretmenle birlikte Büyük Kadıköy’üne gittik. Gerçekten büyük bir köydü. Köylüler başımıza biriktiler. Bunlar Avşar Türkmenleriydi. Ağızları da tıpkı bizim Torosların Avşarlarının ağızlarıydı. Sekiz köydüler, Kürtçe bilip bilmediklerini sordum, bilmiyorlardı. Başkaldırıdan sonra binlerce Avşar sürülmüştü Diyarbakır’a.
Kürtleşen Türkmenler
Kürtleşen Türkmenler konusunu bilim dünyasına ilk duyuran Ziya Gökalp, Kürtleşme nedenleri hakkında ciddi ipuçları verir. Kürtleşme sebeplerini bir bütün halinde vermese de bunu çalışmalarına serpiştirilmiş şekilde tespit etmek mümkündür.
Ziya Gökalp’a göre Kürtleşme sebeplerinden bazıları şunlardır:
1) Yavuz Sultan Selim’in bölgedeki yönetimleri Kürt beylerine bırakıp Türkmen beylerini bunların hâkimiyetine koyması.
2) Kürtçenin, Türkçeden daha çok feodalizm dili olmaya yatkın olması.
3) Türkmen aşiretlerinin büyük Kürt birliklerine girmeye mecbur olması.
4) Mezhep birliği veya ayrılığı.
5) Kültürel yakınlık.
6) Türklüğün şehirlere, Kürtlüğün kır yaşantısına yatkın olması.
7) Türklerin eskiden beri hürriyete ve eşitliğe âşık bir millet olması ve ağalık feodal sistemine yabancılığı.
Kuşkusuz Gökalp’tan beri Kürtleşme nedenleri hakkında birçok şey söylenmiş ve bunlardan bazıları terkedilmiştir. Ancak yine de Gökalp’ın saymış olduğu etkenlerden bazıları, hâlâ Kürtleşme hadisesinin omurgasını teşkil etmektedir.
Konuyla ilgili ciddi çalışmaları olan değerli bilim insanı Mehmet Eröz Türkmen aşiretlerinin Kürtleşmesini “kat’i şekilde îzâh etmek mümkün” görmemekle birlikte genel olarak;
1) Osmanlı İmparatorluğu’nun Alevî Türkmenlere tatbik ettiği sert ve haşin politika.
2) Asayişsizlik.
3) Aşiretlerin bölünmesi.
4) İktisadî zarûretler.
5) Türklerin Kürt dilini çabuk öğrenmesi gibi sebeplere bağlamıştır.
Yukarıdaki tespitlere ek olarak aşağıdaki tespitleri de eklemek gerekir:
1) Türkmen aşiretlerin baskı altına alınması ve Kürt beylerine itaate zorlanması.
2) Bölgede Türkmen aşiretlerinin Kürtlerin yaşadıkları yerlere doğru göçe zorlanması.
3) Kürtçenin karma dil oluşu ve doğası gereği kolay öğrenilmesi (Arapça, Farsça ve Türkçenin kolay kalıplarından oluşması).
4) Kürtçenin kadim yazılı kültüre sahip olmaması; insanların günlük ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde Kürtçeyi öğrenmesi.
5) Türkmen aşiretlerin genelde okur-yazar olmaması (okur-yazar olmayan topluluklar daha kolay dil değiştirirler).
6) Kürtçenin pazar dili haline gelmesi.
7) Alevîlik ve Hanefîlikten Şafiîliğe geçiş (mezheple birlikte dilin de değiştirilmesi).
8) Zaza ve Kürtlerin sahip olduğu kültürel yapı ile Türk kültürünün büyük oranda benzerliği.
9) Aşiretler arasındaki çapraz evliliklerin yaygınlığı.
Kürtleşen Türkmenler olgusu, Kürtlerin Türk soyundan geldiği tezinden daha başka bir olgudur.
Osmanlı Devleti ile Safevîler arasındaki mücadelenin en ateşli döneminden itibaren güçlenerek gelen bu süreç günümüzde Diyarbakır-Bismil’in Alevî Türkmen köylerinde devam etmektedir.
Günümüzde yaşadığımız etnik ırkçılık ve bölücülük davasının en önemli panzehirlerinden birini Kürtleşen Türkmen aşiretlerine millî benliklerini iade etmek oluşturacaktır.
Çünkü bu aşiretlerin sayısı oldukça fazladır. O kadar ki Kürtleşen Türkmen aşiretlerinin bir listesini hazırlayıp, dökümünü çıkarmak dahi orta boy bir kitap hazırlanmasını zorunlu kılacaktır.
KAYNAKÇA
Yıldız, Aykut Veli. Kürtleşen Türkmen Aşiretleri, https://www.turaninsesi.com/kurtlesen-turkmen-asiretleri/ (Erişim Tarihi: 14.01.2025)
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.