
Liderin Dönüşü
Türkeş, 1944’te haksız yere tutuklandı. Türkçü – Turancı kimliğiyle, CHP’nin mağdur ettiği milliyetçi – muhafazakâr büyük bir kitlenin dikkatini çekiyordu. 27 Mayıs’ta Peyami Safa’nın, Başgil’in ve hatta Menderes’in bir umutla kendisine bakması da bundandı.[1] 1944’te çektiği acılar, 21 Şubat 1963’te Edirne’den yurda giren Türkeş’in etrafını kuşatan sevgi selinin de membaı olmuştur. Burada, dostu Yücel Hacaloğlu’na bazı mahrem bilgiler verirken, söz Madanoğlu’na geldiğinde öfkesini dizginlemeyecektir.[2] Kutlu bildiği yolda yürümeye devam ettiğini 23 Şubat’ta geldiği İstanbul’da, Divan Otel’de yüz gazeteciyle yaptığı sohbet toplantısında dile getirdi. Dokuz Işık umdelerini de ilk defa burada ortaya koydu.[3] Türkeş dikkat çekiyordu. Nihayetinde o, tarihin haklı çıkardığı bir lider durumundaydı. Ordu tarafsız kalsın, Menderes gibi üst düzey DP’liler yargılanmasın, İsviçre’ye gönderilsin. MBK, Milli Birlik Partisi adı altında ihmal edilmiş meseleleri çözsün demişti. Sürgün günlerinde idamların hukuka aykırı olacağını, Devlet Başkanı Gürsel’e yazdığı mektuplarla dile getirmişti.[4] İsmet Paşa’ya iktidarı verme telaşına girenlerin hataları yüzünden ordu hiyerarşisi tamamen bozulmuş, her yerde cuntalar oluşmuştu.[5] Tabii senatör olanlar da sığındıkları siyasilerle yeni cuntaların arasında kalmışlardı. Buhran derinleştikçe Türkeş etrafında milliyetçi siyasetçiler çoğalmaya başladı. CKMP’den de AP’den de hatırı sayılır bir ilgi vardı. AP’den 9 il başkanı Gümüşpala karşısında aday olması için gelmişlerdi. Basında da bu partiyi destekleyen milliyetçi kalemler sürekli Türkeş’le görüşme halindeydi.[6] Nihal Atsız, Mümtaz Turhan, Osman Turan, Nurettin Topçu gibi Türkçü – Turancı – Anadolucu ekollerden gelen milliyetçi mütefekkirler etrafında kurulan sohbet halkalarında da bir umutlu bekleyiş belirmişti.[7] 1931’de Türk Ocaklarının, 1953’te Türk Milliyetçiler Derneğinin üstelik birbiriyle mücadele etmiş iki farklı siyaset tarafından soluğunun kesilmesi, bir şeyler söylüyordu. Herkes de bir beklenti vardı. Türkeş, kendisiyle kurulan temasları dostluğa, büyük Türkiye beklentisini yeni ufuklara taşıyacak dernekleşme çalışmalarına başladı. DP mirasını milliyetçi gelenekle buluşturup AP ile yola devam edecekti ki Talat Aydemir’in 21 Mayıs 1963 Darbesi’ne destek vermek iftirasıyla Mamak Cezaevi’ne gönderildi. Çengel, Aydemir ekibinden Mustafa Ok tarafından atılmıştı. Sürekli görüşme talepleri geliyordu. 10 Nisan’da yapılan gizli görüşmede Türkeş, Aydemir’den ziyade Ok’a metot ve fikri anlaşmazlıkları olduğunu duyurdu. Aydemir, dediğini yaptı. Tutuklandılar. Fethi Gürcan ile Talat Aydemir idam edilirken Mustafa Ok, hiçbir ceza almadı, zira İsmet Paşa’ya çalışıyordu. Nitekim CHP’den milletvekili ve bakan oldu.[8] Türkeş 14 Ağustos 1963’te, mahkemede savunmasını sözlü yaptı.[9] Masumiyetinden emindi. 5 Eylül 1963’te beraat etti, serbest bırakıldı ama çamur atılmış, izi kalmıştı. AP yolu bu minvalde kapandı. İsmet Paşa, Türkeş’in AP’de olmasını istemiyordu. Türkeş’in kanaati böyledir. [10]
CKMP’den MHP’ye
CHP, Atatürk tarafından kurulmuştu, İsmet Paşa liderliğinde yoluna devam ediyordu. AP, DP mirası üzerinden Bayar’a ve Atatürk’e bağlanıyordu. CKMP de köklerindeki Millet Partisi üzerinden Mareşal Fevzi Çakmak’a, oradan da Atatürk’e bağlanıyordu. Türkeş’in, şubatta yurda dönüp, etrafında bir ilgi hâlesi oluşmuşken, mayısta ucu idamla bitebilecek bir kumpasa gelmiş olması mayınsız bir arazide yürümesi gerektiğini gösteriyordu. AP kapısı kapalıydı. CHP, 1944’ten beri ne yana doğrulsa karşısında bir bariyer gibi durmuştu. CKMP’den teklifler gelmeye devam ediyordu. Kafasının oldukça karışık olduğu bir gün, konuyu Atsız’a açtı. Atsız’dan Hacaloğlu’na 3 Nisan 1964 tarihli yazılan mektup şöyledir:
“Türkeş’in CKMP’ye girmesi işi şimdilik geri kalmış. Ben, kendisini Ankara’dan İstanbul’a geldiği gün gördüm. Geçerken bana uğramıştı. Bir iki saat konuştum. Bana da bu partiye gireceğini söyleyip fikrimi sordu. Ben, başkan olmak ve yeni bir tüzük yapıp yeni bir ruh getirmek şartıyla girmesi lehinde bulundum.”[11]
Atsız’ın kardeşi Necdet Sancar’ın hakemliğinde CKMP yöneticileri ile Türkeş’in yakın çevresi arasında yapılan bir dizi görüşmeler ardından, 31 Mart 1965’te, Türkeş, Rıfat Baykal, Muzaffer Özdağ, Ahmet Er ve Dündar Taşer partiye katıldılar.[12] 30 Temmuz – 1 Ağustos 1965’te yapılan 7. Olağanüstü Büyük Kurultayı’nda Türkeş CKMP genel başkanı oldu. Atsız’ın yayınladığı Ötüken dergisinde 16 Ağustos 1965’te yapılan şu değerlendirme, olan biteni özetler gibidir:
“Türk milliyetçiliği 1944’te ve 1953’te yediği iki haksız ve kalleş darbe ile sarsıntılar geçirmesine rağmen, bugün eskisinden daha güçlüdür… artık her şeyi bir yana bırakmanın zamanı gelmiştir. Iztıraplar, endişeler, çekingenlikler olduğu kadar kırgınlıklar, ayrılıklar ve bugüne kadar engel gibi gözüken her şey aşılmalı, geride bırakılmalı ve gönüllerinde Türklük sevgisi taşıyanlar, doğan ümidin etrafında birleşmelidirler.”[13]
Atsız’ın da işaret ettiği gibi tüzük ve programda bir dizi değişikliklere gidildi. “CKMP: Ben Türk’üm diyen ve kendisini Türk sayan her Türk insanını kabul eder. Irkçılığı reddeder.” deniliyordu. Türk milliyetçiliği, “Türk milletine, kültürüne, devletine sevgi ve bağlılık ile hizmet ülküsüdür.” şeklinde tanımlanmıştı. En kritik madde ise “Türkiye bir sanayi ülkesi haline getirilecektir.” hedefinin konmasıydı. Buraya varmanın kestirme yolu olarak: “40 bin köy yerine meydana getirilecek 4 bin tarım kentinin her birinde idare, dispanser, okul, kütüphane, cami, hamam, sinema, enstitü, kooperatif, çarşı, tamirhane gibi tesisler ve sıhhi bakımlı çiftlik evleri muhakkak bulunacaktır.” uygulaması gösteriliyordu. Böylece nüfusun %85’i şehirlere yerleşecekti.[14] Program, bu yaklaşımıyla 1839’dan 1939’a yerinden kıpırdamayan %80 köylü toplum yapısının ki Türk modernleşmesinde yaşanan sorunların ana kaynağı olarak görmek gerek, çözümünü gecekondulaşmaya, kimlik krizlerine fırsat vermeden çözeceğini vadediyordu. İlerleyen zamanlarda Türk milletinin esnaf, memur, işçi, işveren, serbest meslek sahipleri ve köylüler olarak altı sosyal dilimden oluştuğu, bunların kendi içlerinde kuracağı tasarruf sandıklarıyla büyük sanayi yatırımlarına yöneleceği anlatıldı. 40000 köy, 5000 nüfuslu 4000 tarım kentine dönüşürken büyük üretim çiftlikleri, atölyeler, korporatifler, fabrikalar, okullar ile modern milli devlet kurumları oluşuyordu. Edirne’deki vatandaş Hakkâri’deki fabrikanın hissesine sahip olacak, milli bütünlüğün iktisadi zemini kurulacaktı. Devlet, özel ve millet sektörü; sosyalizmden de kapitalizmden de farklı milli doktrin Dokuz Işık yolu böylece kurulacaktı.[15] Doğu’da ayrılıkçı tohumlar ekmek isteyenlere karşı Malazgirt’ten beri bu milletin birlikteliğine atıf yapacak, İslâm kardeşliğini vurgulayacak Selçuklu abidelerine dikkat çekecektir. Teşkilatlarına gönderdiği genelgede “İslâm imanı ve faziletini, Türklük şuuru ile birlikte temel yapmış olan bu milletin çocuklarını batılı veya Doğulu diyerek … ayrım yapmaksızın eşit saymaktayız.” diyecektir.[16] 24 – 25 Kasım 1967’de yapılan CKMP 8. Büyük Kurultayı’nda “Başbuğ” tezahüratları arasında “Türk milletini… Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe kısacası, hak yolu, hakikat yolu Allah yoluna çağırıyorum… Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş…” diyecektir.[17]
Türkeş liderliğinde CKMP Türk – İslâm kültür ve medeniyeti çizgisinde şehirleşmeyi, sanayileşmeyi, milli bütünleşmeyi merkeze alan bir ekonomi politiği hayata geçirmeye çalışmıştır. Partinin muhtevası ile adı, amblemi, dış görünüşü arasında bir uyumsuzluk oluşmuştu. Dokuz Işık’taki köycülük 5000 nüfuslu, medeni müesseseleriyle şehir gibi olan tarım kentlerini anlatıyordu. CKMP omurgasındaki “Köylü Millet” buraya uymuyordu.[18] Bir de CKMP’nin amblemi teraziydi. Kefenin bir ucunda milletin M’si, diğerinde partinin P’si, iki kefeyi birleştiren üst çizgide cumhuriyetçinin C’si, aradaki boşlukta da köylünün K’si vardı. Hareketin kitleleşmeye başladığı bir evrede gençler bu sembolü dağlara, taşlara nasıl çizeceklerdi? Ergenekon’dan çıkan, Söğüt’e yerleşen, üç kıtaya adalet dağıtan bir milletin dâvâsını omuzlayan ülkücü hareket, üç hilâlin gölgesinde büyümeliydi.[19] 8-9 Şubat 1969’da Adana’da gerçekleştirilen CKMP Büyük Kurultayı’nda zarf – mazruf uyumsuzluğu kaldırıldı. Burada yaptığı uzun konuşmasında, iki asırdır sürdürülen batılılaşma çabalarının başarısızlığını Mümtaz Turhan’ı, Erol Güngör’ü çağrıştıran bir üslupla anlattı. “Üçüncü Napolyon çağındaki Fransa Sultan Aziz Türkiye’sinden iki defa ilerde ise, De Gaulle’ün Fransası Demirel devrindeki Türkiye’den beş defa ilerdedir.” dedi. “İçimizde Tanrı Dağı’ndan taşıdığımız Ergenekon seddini eriten ateş, gönlümüzde, zihnimizde Hira Dağı’ndan doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk’ün öz nizamını, milli nizamı temsil eden milli hareketiz” cümleleriyle Türk – İslâm çizgisini net bir şekilde ifade etti. “Türk milleti Müslüman olmakla içtimai nizamın ve dini hayatın en yüce değerlerini kazanmış ve Müslümanlık Türk milleti ile emsalsiz yiğitlik ve iman aşkına sahip bir mücahit bulmuştur… Milliyetçiliği reddeden bir dincilik anlayışı ve İslâmiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır.” ifadeleriyle üç hilâlin gölgesinde yürünecek rotayı ortaya koydu.[20]
Türkeş’in Osmanlı ve Selçuklu ihtişamına sarılan, Türklükle İslâm’ı bir potada eriten terkipçi anlayışı, Kılınç’ın da dikkat çektiği gibi, ülkücü – milliyetçi hareketi cuntaların malzemesi olmaktan korumuş; Türk demokrasi tarihinde kendisiyle müzakere edilebilecek bir medeniyet yolcusu vasfını ona yüklemiştir. Zira günün cuntacısı Avcıoğlu – Madanoğlu prototipinden de görüleceği üzere Atatürkçülüğü paravan olarak kullanmıştır.[21] Türkeş’in gene Türk – İslâm çizgisinde kurduğu terkip, ülkücü – milliyetçiliği uzun soluklu bir mücadele ikliminde tutmuştur. Dâvâ iman, ahlak ve medeniyet dâvâsıdır. Bir gecede, masa başında oluşturulacak yönetmeliklerle, darbelerle varılabilecek bir sığlık değildir. Onun için gençliğin teşkilat sembolü, hilâlin kuşattığı bozkurt olmuştur ve gençlik inisiyatif sahibi olmuştur. Ülkü Ocakları Birliğine mensup binlerce genç, 900.yıldönümü münasebetiyle Malazgirt’te otağ kurmuştur (26 Ağustos 1971). 1966’dan itibaren, yüzlerce konferans, anma geceleri tertiplenmiştir. Elazığ, Erzurum, Azerbaycan, Kafkas oyunlarını sergileyecek yetkinlikte onlarca folklor ekipleri kurulmuştur. Şiir dinletileri yapılmıştır. Ocaklı gençler, “Ülkücü ipeğe sarılmış çeliktir.” diyen manevi önderini haklı çıkartacak şekilde judo başta olmak üzere her türlü yakın döğüş sanatının, ahlaki değerlerle yüklendiği kamplara alınmıştır. Bir mitingin, kimseyi incitmeden nasıl yapılıp sonlandırılacağının talimi yapılmıştır. 15 Nisan 1978’de beş yüz bin kişinin Cemal Gürsel’den Tandoğan’a uzanan dört saatlik yürüyüşündeki vekara BBC muhabirleri bile dikkat çekmiştir. Günün tek kanalı TRT’de yapılan açık oturuma, ulusal basında düzenlenen bir panele, söyleyişiye katılıp, tarihi, felsefi, fikri arka planı olan görüşler dile getirebilecek, yazılar yazabilecek kadrolar yetişmiştir. Öznur, 1965 – 1980 arasında siyasi kategoride 18, fikir – sanatta 8 dergiyi, günlük gazete olarak 3 yayını sıralar ve incelemeye alır. Bunlar, ülkücü – milliyetçi gençliğin nasıl bir fikri mücadele verdiğinin habercisi olsa gerektir.[22] Türkeş Beğ, büyükler arasında büyüktür: Dündar Taşer, Erol Güngör, Seyyid Ahmet Arvasi, Necmettin Hacıeminoğlu, Nuri Gürgür, Nevzat Kösoğlu, Yücel Hacaloğlu… Gençliğe verdiği inisiyatif ve kurduğu mektebin eseri de Muhsin Yazıcıoğlu, Yılma Durak gibi zirve şahsiyetlerin yetişmesi olmuştur.[23]
Sonuç
Türkeş Beğ, 1930’lu yıllardan itibaren Atsız’la kurduğu fikri yakınlığın neticesi olarak, 1944 Türkçülük – Turancılık dâvâlarında yargılanmıştır. 27 Mayıs’ın kudretli albayı olarak sürece müdahil olduğunda, CHP karşısında DP tabanının ve yöneticilerinin mağdur edilmesini engelleyeme çalışan, milli birlik üst çatısı altında kalkınma hamlelerini gerçekleştirmeye yönelen politik lider görünümünün oluşmasında, 1944’te yaşadığı mağduriyetlerin etkisi olmuştur. Nihayetinde Türkeş de bir zamanlar CHP’nin ve onun lideri İsmet Paşa’nın haksız uygulamalarına maruz kalmıştır. Türkçü – Turancı müktesebatı, 27 Mayıs ardından CHP iktidarını engellemeye çalışan MBK çalışmaları ile birleşince 13 Kasım Darbesi ardından 21 Şubat 1963’e kadar sürecek sürgün hayatı başlamıştır. Türkçülerin 1944’te yaşanılan iktisadi sefalete denk gelen milli reflekslerine benzer durum, 13 Kasım ardından siyasi parçalanmışlık, cunta savaşları, iktisadi hoşnutsuzluklar dikkate alındığında, Türkeş tepkilerinde de görülmüştür. 27 Mayıs’ın ardından gelen üç yıllık süreç, Türkeş’in haklılığını ispatlayan olayların birikimi olmuştur. 23 Şubat 1963’te yüz gazeteciye Dokuz Işık’tan bahsetmiştir. Milliyetçi – muhafazakâr siyasetçilerin, yazarların çevresine toplandığı bir lider portresi oluşmuştur. 1931’de Türk Ocaklarının feshi, 1944 yargılamaları, 1953 Türk Milliyetçiler Derneğinin kapatılması olayları Nihal Atsız, Mümtaz Turhan, Osman Turan gibi milliyetçi düşüncenin hafızasını temsil eden kanaat önderlerinde bile, Türkeş Beğ’in yapıp etmek istediklerine dair bir umut doğurmuştur. Ufukta beliren bu umut ile CKMP’ye girilmiş, kısa süre içerisinde parti Osmanlı, Selçuklu ihtişamından Ergenekon’a uzanan tarihi, milli kimliğin sözcüsü olarak MHP’ye dönüşmüştür. Üç hilâlin gölgesinde, Türk – İslâm terkibine yaslanan Türkeş Beğ’in, incelenen dönem içerisinde, milliyetçi – ülkücü hareket bağlamında Türk siyasetine üç katkısının olduğunu söylemek mümkündür: 1. Milliyetçi – ülkücü hareket, cuntaların tasallutundan korunmuştur. 2.Merkez – çevre dikotomisinde, sosyolojik ataları çevrede duran gençliği, demokratik müzakerenin tarafı kılacak uzun soluklu medeniyet mücadelesinin aktörleri kılmıştır. 3. Marksist – Leninist örgütler içinde tohumları atılan ayrılıkçı hareketin önünü tıkamıştır. Onca dış istihbarat çalışmasına rağmen, Türk milli kimliğinin bir parçası olarak Kürtlerden söz edilebiliyorsa, Alparslan Türkeş Beğ’in bunda katkısı büyüktür.
[1] 10 Kasım 1950’de yazdığı bir makalede “Tanrı’ya şükürler olsun ki, 14 Mayıs 1950’de Türk milletinin vermiş olduğu şanlı bir kararla meşum tek parti zihniyeti yıkılmış ve Türkçülüğün ufku yeniden aydınlanmıştır.” diyordu. Alparslan Türkeş, Kahramanlık Ruhu, Töre Yay., Ankara, s.20.
[2] Arslan Tekin, Alparslan Türkeş ve Liderlik, Berikan Yay., Ankara 2011, s. 168-170.
[3] Metin Turhan, Bilinmeyen Yönleriyle Alparslan Türkeş, Bilgeoğuz Yay., İstanbul 2009, s.1-4.
[4] Turgut, Türkeş’in Anıları…, s.333-334.
[5] “Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel Haziran 1961’de Washington’a tayin edilmiş, ancak bu tayin hava kuvvetlerinin uçaklarıyla zor kullanılarak engellenmişti. Bu sırada yüzbaşı rütbesindeki bir komite üyesinin Genelkurmay Başkanı’nın masasına yumruk atması karşısında Genelkurmay Başkanı’nın sessiz kalması…” Bkz., Doğan Akyaz, Askerî Müdahalelerin Orduya Etkisi, Hiyerarşi Dışı Örgütlenmeden Emir Komuta Zincirine, İletişim Yay., İstanbul 2002, s. 150.
[6] Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket, C.1, CKMP’den MHP’ye, Alternatif Yay, Ankara, s.81.
[7] Tekin, Alparslan Türkeş…, s.184.
[8] Cemal Anadol, Alparslan Türkeş, Olaylar, Belgeler, Hatıralar, MHP ve Bozkurtlar, Kamer Yay., İstanbul 1995, s.186-189.
[9] Türkeş – Baykal – Özdağ, Bazı Gerçekler (Savunmalar), Ayyıldız Yay., Ankara 1965, s.13 vd.
[10] Talat Aydemir’in 21 Mayıs 1963 darbe teşebbüsü başarılı olsaydı sonuç ne olurdu sorusunu Türkeş: “Türkiye meçhul bir yönde, sol bir cuntayla felakete giderdi. Ben de CHP ve İsmet Paşa’nın bütün komplosuna rağmen serbest kaldım. Ama bu arada AP genel başkanlığımız suya düştü. Yani gene de o günün şartları içinde İsmet Paşa bir ölçüde başarılı oldu denilebilir.” şeklinde cevaplandırır. İrfan Ülkü, Doktoru Selim Kaptanoğlu Anlatıyor, 12 Eylül’de Türkeş, Kamer Yay., İstanbul 1995, s. 75.
[11] Yücel Hacaloğlu, Atsız’ın Mektupları, Ötüken Yay., İstanbul 2013, s.70.
[12] CKMP ile Türkeş buluşmasının tarihi kökenler itibariyle anlamlı bir tahlili için bkz., Erol Turan, Türk Siyasal ve Toplumsal Yaşamında MHP’nin Yeri ve Kimliği, SÜSBE Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya 2000, s.33-40.
[13] Öznur, Ülkücü Hareket, C.1…, s.98-108.
[14] Öznur, Ülkücü Hareket, C.1…, s.94-97.
[15] Bunlar ilk baskısı 1964’te yapılan, zamanla genişletilen Dokuz Işık eserinde ayrıntılı bir şekilde tahlil edilmiştir. Bkz., Alparslan Türkeş, Milli Doktrin: Dokuz Işık, Kamer Yay., İstanbul 1997.
[16] 25 Eylül 1967’de teşkilatlara gönderdiği genelge için bkz., Metin Turhan, Türk Demokrasi Tarihinde Milliyetçi Hareket 1948 – 1997, Polietika Yay., Ankara 2020, s.63.
[17] Öznur, Ülkücü Hareket, C.1…, s.151.
[18] “5000 nüfuslu tarım kentleri” Dündar Taşer’in Temmuz 1968’de yazdığı bir makaledeki ifadesidir. Dündar Taşer, Mesele, Ötüken Yay., İstanbul 2021, s.26.
[19] Türkeş de başka bir bağlamda bu tarz pratiklere dikkat çekmektedir. Turgut, Türkeş’in Anıları…, s.399. Ergenekon, Kür Şad, Tuna, Söğüt Türkeş’in ilk gençlik yıllarından itibaren düşünce ufuklarını belirleyen kavramlardır. 30 Ağustos 1952’de “Dedelerimizin şuurlu olarak veya şuur dışı bir içgüdü ile Ergenekon’u canlandıran şartlar ve görünüşler ortasında ocaklarını, şehirlerini kurduklarını Orta ve Batı Anadolu’yu dolaştıkça hayret ve sevinçle gördüm… Kütahya, Eskişehir, Isparta, Afyon, Ankara, Kayseri ve Çankırı’nın dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bulunan yaylaların ortasında kurulmuş olmaları, bana daima güzel efsaneyi hatırlatır.” şeklinde yazar. Türkeş, Kahramanlık…, s.51. 19 Mart 1939’da yazdığı bir başka yazıda da “Türksüz Tuna öksüz, Tunasız Türk yaslıdır.” der. Alparslan Türkeş, Gönül Seferberliğine, Hamle Yay., İstanbul, s.7.
[20] Turhan, Türk Demokrasi…, s.77-88.
[21] Cuntanın anlatıldığı iddianamede, “Kemalizm maskesi altında Türk ordusunu tahrik ve teşvik ile bir ihtilal yapma teşebbüsü…” belirtilir. , “Önce… milliyetçi gençliğin başı olan Alparslan Türkeş ekarte edilecek, sonra adı zikredilmeden komünist ve sosyalist bir idare kurulacak…” denilen bölümün başlığı “Atatürk ilkeleri bir paravandır” şeklindedir. 12 Mart Belgeleri Madanoğlu Cuntası (İddianame), Boğaziçi Yay., İstanbul 1973, s.18,s.67 vd. Ülkücü – milliyetçiliğin Osmanlı – Selçuklu mirasına dönük Türk – İslam çizgisinin cunta faaliyetlerinin sızmasına bir engel olduğu, Madanoğlu cuntasının başarısızlığında hareketin bu tavrının koyduğu bariyerin Türk milletine en büyük hizmet olduğu noktasında, dönemin gençlik önderlerinden Kılınç’ın değerlendirmesi için bkz., Erol Kılınç, İhtilal, İhtiras ve İdeal 68 Kuşağı Hakkında, Ötüken Yay., İstanbul 2008, s.178 vd.
[22] Hakkı Öznur, Ülkücü Hareket, C.4, Yayın Organları, Makaleler, Temel Kavramlar, Alternatif Yay, Ankara, s.3 vd.
[23] İncelenen dönem içerisinde Ülkü Ocaklarının kurumlaşması ve faaliyetleri için bkz., Metin Turhan, Ülkü Ocakları 1966 – 1980, Hazar Matb., Ankara 2014.

