ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK NEDİR?

0
(0)
ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK NEDİR?Muharrem Turgut

“Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız,
Her nefeste aşk ile Yaradan’ı anarız.
Erenler Meydanı’na, vahdet ile gir de gör,
Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız.”

Hacı Bektaş Veli

Alevilik / Bektaşilik / Yesevilik

Arapça bir kelime olan Alevî, lügatte “Ali’ye mensup” anlamına gelir. Kelimenin çoğul şekli Aleviyye ve Aleviyyûn’dur. Alevî terimi İslâm tarihinde Hz. Ali soyundan gelenler mânâsında, ayrıca siyasî, tasavvufî ve itikadî anlamda kullanılmıştır.

Kelimenin lügat manası bu olsa da tarihte tasavvufçular, edebiyatçılar, mezhep ve fırkaları inceleyen Makalat yazarları Aleviliği farklı anlamlarda kullanmışlardır. Mesela tasavvufta Hz. Ali silsilesinden gelenlere Alevi denilmiş iken mezhep tarihçileri tarafından Şia ve kolları ile eş mânâda kullanılmıştır. Fakat 18-19. asırları ve daha öncesini incelediğimizde, bugünkü mânâsının temeli olan Anadolu ve Balkanlarda yaşamış Kızılbaş, Işıklar, Abdallar ve daha genel anlamıyla Bektaşî olarak isimlendirilen dinî-tasavvufî topluluklara Alevî denildiğini görürüz.

Anlaşılacağı üzere Alevî isimlendirmesi tek bir manayı kapsamaz, bir çatı görevi görür. Bizim Türk tasavvuf inancında konumlandırdığımız Aleviliğin özü ise Bektaşiliğe, dolayısıyla Yeseviliğe dayanmaktadır.

Bugün, Alevî köylerine gittiğimizde Alevî isimlendirmesinin çok yeni olduğunu, daha çok Kızılbaş, Bektaşî gibi isimlendirmelerin yaygın olduğunu görüyoruz. Bunun da tarihî bir süreci var. Özellikle 16. yy’da Osmanlı – Safevi ilişkileri dolayısıyla Şah İsmail taraftarları Kızılbaş ismini yoğun bir şekilde kullanmıştır. Anadolu’da da bu isim kabul görmüştür. Sonraları Balım Sultan’ın etkisi ile bu minvalde ilerleyen inanç sisteminin adı Bektaşilik olmuştur ve Yeniçeri Ocağı da Bektaşilerden oluşmaktadır. Bektaşi ismi ve ekolü de Balım Sultan sonrasında Osmanlı Devleti tarafından tanınır olmuş ve yüksek ihtimam görmüştür. Şehir Bektaşileri ve Köy Bektaşileri diye iki kola bürünen bu tasavvufî inanç sistemine köylerdeki bağlılık daha çok olmuştur. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasıyla birlikte Bektaşiliğe karşı Osmanlı Devleti’nin bakışı değişmiş ve Bektaşiliğin merkezi Arnavutluk’a taşınarak Anadolu’dan uzak tutulmuş ve Anadolu’da sadece köylerde daha kapalı bir şekilde ilerlemiştir. Cumhuriyet’in kurulması, tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Alevî ismi yeniden gündeme gelmiş ve önceden var olmayan özellikle cumhuriyet sonrası köyden şehre geçişle birlikte cemevleri gündeme gelmiştir.

Bektaşiliğin bizim mayamızda nasıl yer aldığını anlamamız için tanrı-insan-âlem tasavvurunu da kısaca inceleyelim.

       TASAVVUR      TEMEL ANLAYIŞ                AÇIKLAMA         ANAHTAR KAVRAM  
                      Tanrı      Mutlak Varlık          Allah, varlığın kaynağıdır. Görünür ve görünmez bütün âlem ondan zuhur eder. Kainattaki yegane varlık odur. Istılahi tabirle vacib’ül mevcud olan odur.Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği): Vahdet ehline göre vücut yani varlık birdir, ziyade değildir. O da Allah’ın vücududur. Ondan başka vücut yoktur, olması da mümkün değildir. “Küllî sensin âşikâre vü nihân, Yirde gökde yine sensin cism u cân, Senden ayru nesnenün cânı yok Ber-kem,âlsin kudretün noksânı yok” (K. Abdal Divanı, haz.: Güzel, k.1-5,6) Hak – zuhur.
  İhlas (İmanın kalpte oluşu)  Tanrı sadece yerde ve gökte değil insanın gönlünde de tecelli eder.“Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim…” “Ben göklere ve yere sığmam fakat Mü’min kulumun kalbine sığarım.” (Hadis-i Kutsi)
    Tevhid  Tanrı birdir, bütün varlıklar bu birliğin farklı görünümleridir.Tevhid, zat–sıfat ilişkisi “Tanrımız bir tek ilâh Yok bize başka penah İkiye tapmak günah, Lâilâheillâllah!” (Ziya Gökalp)
      Âlem  Tanrı’nın aynası  Evren, Tanrı’nın isim ve sıfatlarının yansımasıdır.  Tecelli, suret- i mânâ
  Makrokozmos  Âlem, büyük âlem (makrokozmos) olarak kabul edilir.  Küll, varlık kitabı
  İnsana paralel  İnsan ile âlem arasında paralellik vardır. İnsan küçük âlem (mikrokozmos) sayılır  İnsan- âlem denkliği  
          İnsan  Mikrokozmos    İnsan âlemin küçük bir örneği, özetidir.  Küçük âlem
  İnsan-ı kâmil      En yüksek gâye olgun insana ulaşmaktır. İnsan nefsini terbiye ederek Hak ile birleşir. Gâyesine ulaşan kemâle ermiş olur.  Kâmil insan, olgunluk
  Ahlakî boyut      İnsanın mânevi yolculuğunun usûlüdür.  Nefs terbiyesi, ahlak “Eline, beline, diline sahip ol.” -Hacı Bektaş-ı Veli
  Tanrı’nın aynası      İnsan Tanrı’nın aynasıdır. Kendini tanıyan Hakk’ı tanır.  Kendini bilen Rabb’ini bilir.

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”

(Hoşça bak kendine ki kâinatın özüsün sen.
Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen.)

-Şeyh Galip

Aleviliğin günümüzdeki durumunu değerlendirmeden önce kısaca Yesevilikle bağlantısından ve Yesevilikten de bahsedelim.

Yesevilik / Yeseviyye

Yesevilik 12. yy’da Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet isimli Türkçe hikmetlerini barındıran eserle birlikte zamanla sistematik hâle gelmiş ve “alp-eren” tiplemesiyle karşımıza çıkan derviş tipini inşa etmiş bir ekoldür. Hoca Ahmet Yesevi; Emeviler ve Abbasiler dolayısıyla Arap ve Fars kültürü hakimiyetinde olan İslamî aktarımı Türk milletine, Türkçe bir şekilde, amelde İmam Azam Ebu Hanife’yi, itikatta Ebu Mansur Muhammed Maturidi’yi baz alarak yapmıştır. Bu çıkışıyla döneminde çok eleştirilmiştir fakat Türk tasavvufunda çok önemli bir yere oturmuş ve kendisinden sonra gelenlere öncülük etmiştir. Hoca Ahmet Yesevi, hikmetlerinde, İslam inanç esaslarını Türkçe anlatmış ve Kur’an’ı temel alarak aklın önemini vurgulamıştır. Dört kapı kırk makam anlayışı özellikle onun inanç sistemini belirlemiştir. İnsanın bazı safhalardan geçerek kemale ereceğini anlatmıştır.

Dört Kapı Kırk Makam İnancı

Dört kapı, kırk makam; kâmil insan olma ilkeleridir. Bu ilkeleri Hacı Bektaş-ı Veli’nin tespit ettiğine inanılır. Hacı Bektaş-ı Veli, “kul Tanrı’ya kırk makamda erer, ulaşır, dost olur.” demiştir.

Dört kapı şunlardır: Şeriat – tarikat – mârifet – hakikât.

Şeriat kapısının makamları: 1) İman etmek, 2) İlim öğrenmek, 3) İbâdet etmek, 4) Haramdan uzaklaşmak, 5) Ailesine faydalı olmak, 6) Çevreye zarar vermemek, 7) Peygamberin emirlerine uymak, 8) Şefkâtli olmak, 9) Temiz olmak, 10) Yaramaz işlerden sakınmak.

Tarikat kapısının makamları: 1) Tövbe etmek, 2) Mürşîdin öğütlerine uymak, 3) Temiz giyinmek, 4) İyilik yolunda savaşmak, 5) Hizmet etmeyi sevmek, 6) Haksızlıktan korkmak, 7) Ümitsizliğe düşmemek, 8) İbret almak, 9) Nimet dağıtmak, 10) Özünü fakir görmek.

Marifet kapısının makamları: 1) Edepli olmak, 2) Bencillik, kin ve garezden uzak olmak, 3) Perhizkârlık, 4) Sabır ve kanaat, 5) Hâyâ, 6) Cömertlik, 7) İlim, 8) Hoşgörü, 9) Özünü bilmek, 10) Âriflik.

Hakikât kapısının makamları: 1) Alçakgönüllü olmak, 2) Kimsenin ayıbını görmemek, 3) Yapabileceğin hiçbir iyiliği esirgememek, 4) Allah’ın her yarattığını sevmek, 5) Tüm insanları bir görmek, 6) Birliğe yönelmek ve yöneltmek, 7) Gerçeği gizlememek, 8) Mânâyı bilmek, 9) Tanrı’nın sırrını bilmek, 10) Tanrı’ya ulaşmak.

Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli

Hoca Ahmet Yesevi, Türklerin kültürünü ve karakterini çok iyi bildiği için İslamî ilimlerle birlikte askerî eğitimi de talebelerine vermiştir. Bu yüzden Yesevilere “Alp-eren” denmiştir. Hoca Ahmet Yesevi Türk kültürü ile İslam inancını hercümerç etmiş, talebelerinin her birine bu bağlamda bir misyon çizmiştir. Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi dolayısıyla talebelerinin birçoğunu Balkanlara ve Anadolu’ya, Türk kültürünü ve İslam inancını öğretmek için göndermiştir. Talebelerinden en meşhurlarının içinde Lokman Parende, Sarı Saltuk, Mansur Ata gibi Balkanlar ve Anadolu’da birçok gönle dokunmuş isimler vardır.

Lokman Parende’nin bir talebesi ise ismine aşina olduğumuz Hacı Bektaş-ı Veli’dir. Rivayete göre Hacı Bektaş- ı Veli’yi büyük mürşidi Anadolu’ya gönderir ve o da Hac vazifesinin ardından bugünkü ismi Hacıbektaş olan Suluca Karahöyük’e yerleşir tekkesini kurar, Anadolu’da irşad vazifesine başlar.

Yesevilik / Bektaşilik / Alevilik

Hacı Bektaş Veli’nin en meşhur eseri Makalat’ta Hoca Ahmet Yesevi’nin izleri görülmektedir.

Hoca Ahmet Yesevi’nin sistemleştirdiği dört kapı kırk makam, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat isimli eserinde de geçmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere Bektaşilik Türkistan’dan aktarılagelen Yeseviliğin devamı gibidir. Bektaşiliği, dolayısıyla Aleviliği Türk tasavvufunun dışında zikredenler için bu gerçek apaçık ortadadır. Yesevilik ve Bektaşiliğin varlığı zamanla günümüzdeki Aleviliğe tarikat olarak değil bir kültür aktarımı olarak süregelmiştir. Bu durumun sebepleri olarak yukarıda da bahsettiğimiz Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasıyla birlikte gelişen süreçleri ve Cumhuriyet’le birlikte tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sayabiliriz. Nitekim Alevilik bugün konumlandırılmak istendiği gibi ne bir din ne bir mezhep ne bir farklı millettir. Türklerin tasavvufî yorumudur.

Cumhuriyet sonrası Alevilik sistematik aktarımdan uzak kalmış ve sadece bazı yörelerde kendi içinde bir gelenek olarak devam edegelmiştir. Bu sarih aktarımın sağlanamamasından dolayı muğlak bir kavram haline gelmiştir. Özellikle 80 öncesinin Marksistleri, materyalist bir tarih yaklaşımı ile Aleviliği siyasî ve çatışmacı bir karaktere büründürmek istemektedirler. Bu bakış açısı anlattığımız gibi tamamen Aleviliğin yapısına terstir. Bu yanlış yönlendirmelere mahal vermemek için Aleviliğin tarihî süreci ve kökeni iyi bilinmelidir.

Sonuç

Alevilik-Bektaşiliğin kökeni ve tarihî süreciyle birlikte temel mânâda ne olduğunu açıklamaya çalıştık. Tarihî süreç içinde; gönüllerde bıraktığı izden ve toplum içindeki potansiyelinden dolayı kavramlarının farklı mânâlarda isimlendirilmesinden bahsettik. Günümüzde birtakım güruhların inşa etmeye çalıştığı gibi çatışmacı yahut din dışı bir Alevilik hakikâtle bağdaşmamaktadır. Aleviliğin özündeki tasavvufî kimliği modern dünyanın insanına sunmamız gerekmektedir. Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emrelerin Kur’an’ın özünden damıtıp vahdet-i vücut felsefesi ve Türk kültürü ile harmanladığı bu inanç ekolünü yine bu bağlamda ele almamız gerekmektedir. Günümüzde zaten var olan ve uzun yıllar hayatımızda bilfiil var olmuş bu inancın diriltilmesi için uzmanların çalışması gerektiği düşüncesindeyim.

Yazımı bir Alevi gülbankı (duası) ile bitiriyorum:

“Bismişah Allah Allah, carcı hakkına, muradınız hâsıl, ömürleriniz uzun ola. 
Seyyid-i Farraş efendimizin hüsn-ü himmet ve hidayeti üzerinizde hazır ve de nazır ola. 
Hizmet sahipleri hizmetlerinden şefaat bula. Hizmetiniz Hak için ola.
Nur-u Nebi, Kerem-i Ali, pirimiz üstadımız Hacı Bektaş Veli.
Erenlerin demine devranına Hü!”

KAYNAKÇA

(1) Kutlu, Sönmez. Aleviliğin Dinî Statüsü: Din, Mezhep, Tarikat, Heterodoksi, Ortodoksi Ya Da Metodoksi, İslâmiyat, 2003, Cilt:IV, Sayı:3 (Aleviliğin Teolojisi Özel Sayısı), s:31 – 54.

(2) Ocak, Ahmet Yaşar. Bektaşîlik. https://islamansiklopedisi.org.tr/bektasilik (06.09.2025)

(3) Tosun, Necdet. Yeseviyye. https://islamansiklopedisi.org.tr/yeseviyye (06.09.2025)

(4) Baş, Eyüp. Ahmed Yesevi’nin Bektaşîlik, Alevîlik Üzerindeki Etkileri ve Osmanlı Dinî Hayatındaki İzleri. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Sy:2, Ağustos 2011: 21- 53

(5) Ahmet Yesevi Üniversitesi Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Hacı Bektaş Veli.

Bu yazı ne kadar faydalıydı?

Puan vermek için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama puan 0 / 5. Oy sayısı: 0

Henüz oy yok! Bu yazıyı ilk siz değerlendirin.

Bu yazıyı faydalı bulduysanız...

Bizi sosyal medyada takip edin!

Bu yazının sizin için faydalı olmamasından dolayı üzgünüz!

Tell us how we can improve this post?

Yorum bırakın