

Türk-İslâm kültür ve medeniyetinden kaynaklanan Osmanlı toprak nizamı, tamamı ile orijinal olup ne feodalizme ne de sosyalizme benzer. Aksine, Türk-İslâm toprak sistemi, bunlara tamamen ters bir tutuş içindedir.
Nitekim gerek Tarık bin Ziyad idaresinde İspanya’ya çıkan İslâm orduları olsun, gerek Bizans’ı ve Balkanlar’ı fetheden Osmanlı orduları olsun, o zamanki Avrupa’ya hâkim bulunan ve feodalizme dayanan toprak sistemini tamamen yıkmış, yerine İslâm nizamını getirmişlerdir. Birçok ilim adamına göre, Osmanlı Türkü’nün Balkanlarda kolayca yayılmasının en önemli sebeplerinden biri, halkı ve köylüleri senyörlerin zulüm ve baskısından kurtaran ve refaha ulaştıran böyle bir toprak sistemine sahip olmasıdır.
Bizans’ın son devirlerinde, merkezî otoritenin zayıflamasıyla mütenasip olarak vilâyetlerde büyük pronola ve kharistikion sahiplerinin birtakım mâli ve hukukî muafiyetlerle merkezî hükümet karşısında gittikçe daha bağımsız bir hale geldikleri, toprak üzerinde tasarruf haklarını kuvvetlendirdikleri, köylü üzerinde angarya ve aidatı arttırmağa çalıştıkları son araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçektir. Bu gelişmeler, Osmanlı yayılışı sırasında en yüksek noktaya çıkmış bulunuyordu. Jorga, Osmanlı fethini, mahallî senyörlükler yerine merkezî ve mutlak bir devlet otoritesinin yerleşmesi şeklinde tefsir ederken tamamı ile haklıdır. Osmanlılar, doğrudan doğruya ilhak safhasında, eski aristokrasiye ait toprakları tımar haline getirerek devletin toprak üzerindeki mülkiyetini ihya ediyorlar, her türlü mahallî feodal bağlılıkları bertaraf etmeğe çalışıyorlardı. Ziraat topraklarının devlet mülkiyeti altına konması, köylünün yalnız devletin raiyyeti haline gelmesi ancak kuvvetli bir merkezî otorite sayesinde mümkün oluyor ve bu durum hakikî bir devrim teşkil ediyordu. Osmanlılar; yalnız senyörlerin değil, birçok yerlerde manastırların arazisini de tımara çevirdiler yahut onların köylü üzerindeki angarya ve imtiyazlarını kaldırdılar. Her türlü gelir kaynağı veya imtiyaz ancak padişah beratı ile devlet namına tasarruf olunabilirdi. Her şey, padişah adına çıkarılan kanunla önceden belli edilmiş ve bu kanunların tatbikî, mahallî beylerden bağımsız bulunan kadıların eline verilmişti. (bkz. Türk Dünyası El Kitabı, s. 977-978, Halil İnalcık’ın Osmanlı İmparatorluğu adlı makalesi.)
Yukarıdaki açıklamalar da göstermektedir ki İslâm ekonomi sistemi, feodalizme benzetilmek şöyle dursun, bilâkis feodalizmin en amansız düşmanıdır, İslâm fütuhatının ilk hedeflerinden biri, feodalizmi yıkmak olmuştur. Öte yandan bu uygulamaları sosyalizm olarak değerlendirmek de yanlıştır. Bilfarz, şu anda bir İslâm fütuhatı nasip olsa ve komünist sistemi uygulayan ülkelere giren İslâm orduları, ilk hedef olarak komünizmi ve onun ekonomik sistemini yıkacaklardı. Mevcut topraklar ve kollektif çiftlikler, derhal İslâm devletinin mülkiyetine geçirilecekti, bütün komünist yöneticilerin yetki ve baskısı kaldırılacaktı. İslâm devleti, fethettiği toprakları mirî topraklar durumuna getirip bir taraftan kendisi adına işletecekti, bir taraftan ikta sistemine göre has, zeamet ve tımarlara ayırıp kira ile çiftçilere, belli şartlarla işletme hakkı tanıyacaktı. Bu çiftçiler, kira ve vergilerini ödemek şartı ile bu topraktan elde edilen ürünlerin tamamına sahip olacaklardı. Öte yandan, İslâm devleti, isterse, bu toprakları, öşürlü ve haraçlı olmak üzere satabilirdi, isterse cemiyetin hizmetine verebilirdi. İslâm feodalizmin de kapitalizmin de komünizmin de amansız hasmıdır.
KAYNAKÇA
S, Ahmet, Arvasi. Türk İslam Ülküsü 2. İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. 2015. s. 87-88-s.