
Son zamanlarda topluma yol gösterme yönü oldukça kuvvetli olan gazeteci, siyasetçi, oyuncu, akademisyen ve daha birçok insanımızın biyografilerinde, kendilerinin gıyabında yapılan konuşmalarda sıklıkla yeni bir sıfat kullanıldığına rastlıyoruz: Aktivist. Meslekî ünvanlarının yanına iliştirilen bu kavramın, toplum nezdinde geniş etki alanı olan insanlarca kullanılmasının sevimli bir imaj yarattığı da aşikâr. Peki, bu denli sık denk geldiğimiz bu kavram neyi ifade ediyor? Bu yazımızda aktivizm nedir, ne değildir bunu anlamaya ve üzerine düşünmeye çalışacağız.
Aktivizm TDK tarafından “etkincilik” olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş manada incelediğimizde ise aktivizm, bilinçli bir şekilde politik veya toplumsal yapı üzerinde değişim yaratmak için gerçekleştirilen eylem olarak nitelendirilmektedir. Bugün hukukî aktivizm, feminist aktivizm, çevre aktivizmi, dijital aktivizm gibi birçok dala ayrılmış bu harekete mensup insanları iki şekilde ele almak, durumu anlamak açısından daha sağlıklı olacaktır.
İlk kısım; söz konusu aktivist hareketler adına yazan, çizen, konuşmalar yapan, eylemlerin başını çekmekle beraber doğrudan temsilcisi diyebileceğimiz kesim. Peki, bu kesim ne yapıyor? Örneğin ülkemizde bir ormanımız Türk milletinin menfaatine aykırı, yabancı bir milletin ise ekonomisini güçlendirecek bir çalışmaya devletimiz eliyle satılıyor. Bu durumun karşısında olan aktivistlerimiz hemen bir organizasyon oluşturarak, insanları toplayıp o bölgede açlık grevleri, basın açıklamaları gibi faaliyetler gerçekleştirerek söz konusu doğayı katletme fiilinin yanlışlığını vurgulayarak ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Yahut ülkemizde bir kadın öldürüldü ve ortada son derece vicdanları sarsan bir cinayet söz konusu diyelim. Bu arkadaşlarımız hemen bir organizasyon ile yürüyüşler yapıp, basın açıklamaları yapıp, konuya ilişkin dergilerde, gazetelerde yazılar yazıp çözüm üretmeye çalışıyorlar. Aktivistlerimiz, sosyal medyada canlı yayın yapıyorlar; kirletilen kumsallardaki çöpleri topluyorlar. Ne fedakârlık (!)
Bir başka örnekte ise yine bir sosyal medya kanalı ile faydalı bir söyleşi izlemek istiyorsunuz ve karşınıza çıkan videoda, insan hakları aktivisti bir öğretmenin yaşadığı mağduriyetle ilgili sesini duyuran aktivistlere denk geliyorsunuz. O öğretmenin başka mağdurların yanında olduğunu duyurmaya çalışıyorlar. Diyeceksiniz ki bu uygulamalar ne kadar da faydalı, insanlar ömürlerini böyle güzel işlere vakfetmiş, ne iyi (!)
İlk bakışta bu denli masum görünen bu insanların yaptığı çalışmaları farklı bir gözden incelemeliyiz. Örneğin söz konusu “hak ihlaline uğrayan öğretmen” sahip olduğu insan hakları aktivistliği sıfatı ile her demecinde açıkça terör desteğinde bulunan, Kürtçülük propagandaları ile tanıdığımız kişilerin ihlal edilen (!) haklarını dile getiren, zamanında Rusçuluk propagandasının bugün de etnik bölücülük faaliyetlerinin temsilcisi konumunda olan sosyalist siyasî partilerin savunuculuğunu yapan Acun Karadağ’dan başkası değil.
Yine iklim mühendisi ve iklim aktivisti sıfatları ile “doğayı koruyalım, yeşili sevelim!” gibi masum açıklamaları ve söylemleri ile oldukça iyi niyetli izlenimler veren bir başka aktivistimiz Deniz Gümüşel. Kendisi terör örgütünün siyasî elebaşını takip ederek desteklemekten, sahip olduğu etki alanı geniş olan sosyal ağlardan “İklim krizinden en çok etkileneceklerin başında kadınlar ve LGBTİ+’lar var!” diyerek onca iklim çalışmasının arasına LGBT propagandasını iliştirmekten kendini alıkoyamıyor. Ve daha niceleri…
Demek ki adeta iyilik timsali bu aktivistlerimizin o yeşillik senin, bu hayvan hakları benim koşturmaktan ibaret bir çalışma alanı yokmuş…
Üstelik tüm eylem ve faaliyetlerini sürdürürken yurt dışı menşeili kurum ve kuruluşlarla oldukça sıkı bir ilişkileri olduğu gerçeği gözden kaçmamalıdır. İşin bu noktasında ülkemizde kanayan yaralardan biri olan STK’ler meselesine girmek durumundayız. Somut örnek üzerinden ilerleyelim. Ülkemizdeki doğanın korunmasına ilişkin birçok aktivist hareketi destekleyen Yeşil Düşün Derneği, Green European Foundation – GEF’in Türkiye temsilciliğidir. Yani AB fonu ile faaliyetlerini sürdüren bir kuruluş. Bu kuruluşun sayfasına girip ufak bir inceleme yaptığınızda meselenin masum olmayan yönleri ile karşılaşabilirsiniz. Bu düşünceli kuruluşumuz sağ olsun (!) sadece iklim ve doğa olaylarıyla ilgilenmekle kalmayıp “toplumsal cinsiyet eşitliği” meselesini de çözme lütfunda bulunmuş. Buna ilişkin bir çalışmayı aynen aktarıyoruz:
“Ancak iklim değişikliği cinsiyet açısından tarafsız değildir. Kadınlar iklim değişikliğinden orantısız bir şekilde etkilenmektedir, iklim finansmanının yalnızca küçük bir kısmı özellikle en çok etkilenen ülkelerdeki kadınların ihtiyaçlarına tahsis edilmektedir. İklim finansmanında toplumsal cinsiyet farkı olsa da iklim değişikliğinin giderek artan inkâr sorunu söz konusu olduğunda da toplumsal cinsiyet farkı vardır. Eski Yeşiller / EFA milletvekili Linnéa Engström’ün bu sesli kitabı, iklim adaleti aktivizmi hakkında feminist bir hikâye anlatıyor. Yeşil Düşünce Derneği olarak Avrupa Parlamentosunun Yeşil Avrupa Vakfına finansal desteğiyle hazırlanan ‘Climate Feminism Audiobook’u takipçilerimize Türkçe seslendirme desteğiyle sunuyoruz.”
Bir diğer örnek ise Türkiye İnsan Hakları Vakfı… Gazze’de yaşanan katliamı, sokak hayvanlarına uygulanan şiddeti kınamanın yanı sıra paylaşımlarının çoğunda Kürtçülük propagandası yapmaktan da geri kalmamış, o meseleyi de düşünmüş. Sadece o da değil, açıklamalarının ciddi bir kısmı yine LGBT propagandası içeriyor.
Bu birkaç örneğin dışında da ülkemizde feminist aktivist, hukukî aktivist, insan hakları aktivisti gibi sıfatları taşıyan kuruluşların neredeyse tamamında AB işbirliği fonu kullanıldığını veya yurtdışı kuruluşlarının Türkiye temsilcilikleri olduğunu görebilirsiniz. Peki, bu kuruluşların ve yöneticisi konumunda yer alan devletlerin amacı nedir? Amaçları gerçekten toplanıp da ülkelerin kadın sorununu, iklim sorununu çözelim, dünya daha güzel bir yer olsun demek midir? Dünyanın böyle bir yer olmadığını ne yazık ki biliyoruz. Böyle bir düşünceyi tarihte tek bir millet zamanında yaptı, o da bizden başkası değildi. Bugün yapılan bu aktivizm çalışmalarında ise görmemiz gereken tablo şu: ülkemizde etnik bölücülük faaliyetleri meydana getirerek millî bütünlüğümüzü tehdit etmek; kadın, erkek, aile kavramlarını muğlaklaştırarak millî kültürün aktarımına ve tekâmülüne engel olmak; ülkenizde bakın birçok sorun var ve bunları siz müstakil devletiniz aracılığı ile çözemiyorsunuz, biz size yardım edelim düşüncesi temelinde hem vatandaşları mensubu olduğu devletinden soğutmak hem kendi devletinin, kültürünün propagandasını yapmak hem de ülkenin iç sistemine girecek meşru bir zemin oluşturarak istihbarat çalışmalarını sürdürmek. Oldukça kritik amaçlar taşıyan bu organizasyonlar, millî mücadelenin yeni versiyonunda oluşturulan bir cepheden ibaret.
Yazımızın başında iki kısımdan söz etmiştik. İşte yukarıda söz ettiklerimiz ilk kısımdakiler… Aktivizm hareketine destek veren ve ele almamız gereken ikinci kısımdaki insanları ise başka bir nazardan değerlendirmeliyiz. Buradaki insanlar, ilk aşamada bahsettiğimiz insanların zehirli propagandalarına maruz kalan ve son derece iyi niyetli olan millettaşlarımız. Onlara kızmaya da eleştirmeye de hakkımız yok. Zira bahsettiğimiz insanlar; devletin yabancı yatırımcılara peşkeş çektiği orman ve arazilerimizin sahipleri gerek yaşam alanını gerek ekmek kapısını gerek adalet ihlalleri ile doğrudan bir yakınını ya da temel haklarını kaybetmiş mağdur vatandaşlarımız yahut küçük yaşta bu memleket için iyi niyetlerle bir işe yaramak, iyi işler yapmak isteyen ancak kendisine doğru bir mefkûre aşılayacak, yol gösterecek imkânlardan mahrum olan genç kardeşlerimiz. Bir yanda yaşadıkları mağduriyetin acısından dolayı, diğer yandan toyluğunun verdiği bilgisizlikten dolayı az önce bahsettiğimiz zehri fark edemeyen milyonlarca insanımızın tek bir ortak ihtiyacı var: Devlet. Uzunca bir süredir hasretini çektiğimiz, millî menfaatlerimizi gözeten, kim olduğunu, kime hizmet etmesi gerektiğini farkında olan bir devlet.
Bu ihtiyacın farkında olmanın ötesinde somut bir adım atmamız gerektiğini Türk milliyetçileri olarak farkındayız. Yola adım atarken de önce içinde bulunduğumuz sürecin tespitini yapma ihtiyacı hissediyoruz. Dünya tarihinde ilk üniversiteyi kuracak kadar insan yetiştirme konusunda başarı sağlamış bir devletten; bugün koca bir gençliğini mefkûresizliğin, amaçsızlığın pençesinde olmadık fikirlere kaptıran bir devlete… Dünyanın birçok yeri salgınlardan kırılırken, dünyada ilk kez müzikle hasta tedavisi geliştirmiş devletten; bugün binlerce çocuğunun ölümcül hastalığına ilaç getirtemeyen devlete… Zamanında dünyada örneği olmayan, hasta leyleklerin tedavi edildiği hastane kurduracak kadar canlı varlığına önem veren devletten; bugün binlerce çeşit canlının yok edildiği orman katliamlarına bizzat destek verecek ihaleler oluşturan devlete…
Böyle bir tarihî akışın içinde bulunduğumuz acı gerçeğin tespitini yaptığımıza göre sonuç ve çözüm bellidir: İnsanlarımızı, hayvanlarımızı, doğamızı ve hukukumuzu korumayı; en aşağı beş bin yıllık devlet geleneğine sahip olan bir millet olarak, oluşum sebeplerini bile bizim meydana getirdiğimiz devletlerden ve onların içimizdeki savunucusu konumunda yer alan gruplardan öğrenecek değiliz. Tarihin her kırılma noktasında olduğu gibi, bu dönemin Türk milliyetçileri gereken “millî devlet” inşasını mutlaka gerçekleştirecek ve milletimizin en büyük ihtiyacını karşılayacaktır.
İçinde bulunduğumuz ahval ve şeraiti bir de Ozan Arif’ten dinleyerek yazımızı sonlandıralım:
Ey Türkoğlu… Kendine gel kendine!
Devletini deliyorlar, kör müsün?
Düşmeyelim şu batının fendine,
Kırk elekten eliyorlar, kör müsün?
Türkiye, Türklerden nasıl alınır
Hesabı yapanla dost mu olunur?
Hangi dağda hangi maden bulunur?
Bizden iyi biliyorlar, kör müsün?
Batılı diyor ki: şu kanun gerek,
Biz de sanıyoruz, bal ile börek!
‘İnsan hakkı, demokrasi’ diyerek,
Ne hainler buluyorlar, kör müsün?
Bazınız belki der: ‘Kim bunlar, nerde?’,
Nerde deme nerde, bunlar her yerde,
Şehirde, kazada, hatta köylerde,
Akılları çeliyorlar, kör müsün?
Bunların içinde kim yok ki, ooof of!
Kimisi medyatör, kimisi prof.
Seçtiklerin bile kof çıktılar kof!
Aynı telden çalıyorlar, kör müsün?
Kör müsün diyorum, hiç kızma, affet,
Zıvanadan çıktım, nedir bu gaflet?
Savaş var, karşında devlet yok devlet!
Sinsi sinsi geliyorlar, kör müsün?”

