
Kahraman ünvanının yegâne taşıyıcıları… İstiklâl madalyası ile süslenen şehir… İstiklâl madalyası ile süslenen kahraman şehir…
Maraş, tarih boyunca birçok devletin hâkimiyeti altında bulunmuş, Osmanoğulları ile Dulkadiroğulları Beyliği arasında gerçekleşen 1515 tarihli Turnadağ Savaşı ile Osmanlı’ya tâbi olmuştur. Savaşı Osmanlı’nın kazanması üzerine Dulkadiroğulları Beyliği de Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Osmanlı Devleti’nin himayesi altında huzur içinde sürülen hayatların yeri olan Maraş, Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra işgalci devletler tarafından işgal edilmiştir. Mondros Mütarekesi’nden sonra sadece Maraş değil vatanın dört bir yanı işgal altında kalmıştır.
İşgali gerçekleştiren devletlerin hesaba katmadıkları bir şey vardır: Türk milleti ne pahasına olursa olsun hiçbir zaman bağımsızlık mücadelesinden yılmamıştır. Bağımsızlığının elinden alınacağını anlayan her Türk evladı kanının son damlasına kadar mücadele etmeye hazırdır. Asırlar boyunca vatan toprağının karış karış her yerinde yanmaya başlayan bağımsızlık ateşi ile kurtuluş yolu aydınlatılmıştır.
İşgalin Ayak Sesleri
30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak Osmanlı topraklarının güneyini işgal eden İngilizler, halkın sert tutumu ile karşılaşmıştır. Bu direnç karşısında Fransa ile bir görüşme yaparak işgal bölgelerinin yeniden dağıtılmasına karar verilmesini istemiştir. Bu görüşmede Fransızlar, Çukurova ve çevresinin kendisine verilmesi şartı ile Musul’u İngilizlere bırakmış ve iki devlet arasında 15 Eylül 1919’da Suriye Antlaşması imzalanmıştır. Maraş artık İngiliz değil Fransız işgali altında kalacaktır.
Bölgeye giren Fransızlar hemen yerli Ermeniler ile bağlantı kurarak şehri işgale başlamıştır. Ermenilerin faaliyetlerini destekleyen Fransızların bölgeye gelişi, Ermenilerin büyük Ermenistan idealini güçlendirmiştir. Fransız milisi Ermenilerin ve Binbaşı Edward Noel’in yaptığı propaganda faaliyetleri ve katliamlar, halkı canından bezdirmiştir. Kundaktaki bebeğe dahi gözünü kırpmadan çeşitli işkenceler yapmış olan insan görünümlü bu caniler, Maraş sokaklarında elini kolunu sallaya sallaya gezmiştir. Çocukları elinden alınan annelerin feryatları bugün bile hâlâ Maraş’ın sokaklarında yankılanmaktadır. Yıllarca huzur içerisinde yaşamış olan Ermeni komşularının kendilerine karşı yaptığı zulümler ve Binbaşı Noel’in ortaya attığı fitne, Türk’e Türk’ten başka dost olamayacağını öğretmiştir. Ayrıca Binbaşı Noel; sözde Kürt dilini kabul etmeyi, Kürtlere bağımsız olmayı vaat eden ve kendi tabiri ile Kürt topraklarında yaşayan insanların gördüğü zulmü anlatan bir günlük yayımlamıştır.
Kendi sokaklarında rahatça yürüyemez, evlerinde oturamaz hale getirilen Maraş halkı çarenin kendilerinde olduğunu anlayarak kurtuluş mücadelesinin ilk kıvılcımlarını yakmıştır. İmkânsızlıklara ve düşmanın tüm propagandalarına rağmen Maraşlıların arasından çıkan kahramanlar, teşkilâtlı bir mücadele vermeyi başarabilmiştir. Bu kahramanlar, halka öncülük etmektedir. Motivasyon kaynakları, dökülen her bir gözyaşı katresidir.
Başta Gazi Paşa olmak üzere Türk olmanın şuuruna sahip her bir vatan evladı, milletinin bağımsızlığı için vatanın dört bir yanında savaşmış ve düşmana ecel terleri döktürmüştür. Düşman, Türkleri yıldırmak için her geçen vakitte biraz daha çirkinleşmiş, bölgedeki aşiretleri Kuvay-ı Milliye’ye karşı kışkırtmıştır.
Maraş ve çevresini büyük bir heyetle üç ay boyunca gezmiş olan Edward Noel amacına ulaşmak için her yolu mübah görmüştür. Noel ve heyetinin ayak bastığı her yerde yaptığı propaganda faaliyetleri, işkence görenlerin feryatlarını bastırmaya çalışmıştır. Bunlara rağmen babası gözleri önünde şehit edilen her Türk çocuğu, babasının hayâliyle mücadeleye devam etmiştir. Bu atmosfer içerisinde yaşamaya ve mücadele etmeye çalışan insanlar için çoğu zaman ölüm bir kurtuluş sayılmıştır. İnsanlar sırf düşman çizmesi altında ezilmemek için kendi evlatlarını, kendilerini, ailelerini öldürmeye başlamıştır. Tüm bu zulümler, Maraş’ın bağımsızlık kazanmasına engel olamamıştır. Türk’ün bağımsızlık ateşini içinde taşıyan Maraş halkı, millî bir mücadele vererek başarı kazanmıştır. Maraş halkının bu başarıya ulaşmasını sağlayan iki önemli olay vardır.
Kurtuluşa Giden İlk Adım: Sütçü İmam
Sütçü İmam, 31 Ekim 1919 tarihinde Maraş’ta kurtuluşun ilk tohumunu ekmiştir.
İmam olmadığı halde öyleymiş gibi algılanmasının nedeni asıl adının “İmam” olmasıdır. İmam, 1872 yılında Maraş’ın Fevzi Paşa Mahallesi’nde doğmuştur. Süt satarak geçimini sağladığı için “sütçü” lâkabı ona verilmiştir. Vatanına ve milletine sadık olan Sütçü İmam, Millî Mücadele’nin büyük kahramanlarındandır.
Yukarıda, Suriye Antlaşması ile şehre giren Fransızların zulmünden bahsetmiştik. Tüm bu zulümlerin akabinde Türklerin onurunu zedeleyecek hakaretlerde, işkencelerde bulunan Fransızların ve Fransızların kışkırttığı Ermenilerin yaptığı taşkınlıklar, mahalle eşrafı gibi Sütçü İmam’ı da tedirgin etmiştir.
Bu tedirginliğin hâkim olduğu günlerden birinde Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan iki kadının çığlık sesleri mahalleyi inletmiştir. Sütçü İmam, mahalleli ile sesin geldiği yöne doğru ilerlemiş, gördükleri karşısında büyük bir üzüntüye kapılmıştır. Mahalleyi teftiş eden Ermeni askerler, Maraş’ın artık Türk toprağı olmadığını, kadınların peçelerini çıkarmalarını gerektiğini söylemektedir. Bu sözlere tepki gösteren Çakmakçı Sait, oracıkta şehit edilmiştir. Bir vatan evladının gözlerinin önünde şehit edilmesini kaldıramayan Sütçü İmam, silahına davranmış ve ateş etmiştir. Birisini öldürmüş, diğerini yaralamıştır. Bu olay sonrasında Ağabeyli köyüne kaçan Sütçü İmam, Muharrem Bey’in gruplarına dâhil olarak Maraş’ın bağımsızlığı için aktif bir rol üstlenmiştir. Sütçü İmam’ın kaçtığını öğrenen Fransızlar ibret-i âlem olsun diye kardeşinin kulağını ve burnunu keserek şehirde dolaştırdıktan sonra idam etmiştir. Kardeşine karşı yapılan bu alçakça muameleyi öğrenen Sütçü İmam yüreğindeki bağımsızlık ateşini daha da harlayarak mücadeleye devam etmiştir. Maraş’taki harbe büyük faydalar sağlayan Sütçü İmam, kurtuluştan sonra da Maraş Kalesi’ndeki topun idaresini almıştır. 25 Kasım 1922 tarihinde Abdülmecid Efendi’nin halife olması şerefine yüz bir pare top atışı yapmak için kaleye çıktığı gün, topun barutunun alev alması ile gerçekleşen kazadan sonra vefat etmiştir.
Göklerde Peyda Olan Gurur: Bayrak Olayı
Sütçü İmam’ın başlattığı mücadeleye sinirlenen Fransızlar, bölgeye yeni bir general atamıştır. Bu generalin Maraş’a gelmesi şerefine 27Kasım 1919’da Ermeni tüccar Agop Hırklayan Ağa’nın evinde bir balo düzenlenmiştir. Baloda General Andre, Hırklaya’nın torunu Helena’yı dansa davet etmiştir ancak Helena bu teklifi şu sözlerle geri çevirmiştir: “Sizinle dans etmemekte beni mazur görünüz, üzgünüm. Kalesinde Türk bayrağı dalgalanan bir memlekette Fransızların ya da Ermenilerin hâkim olduğuna inanmıyorum. Bu yüzden sizinle dans edemem.” Bu sözler üzerine General iki askerine emir vermiş, Maraş Kalesi’ndeki Türk bayrağını indirerek Fransız bayrağı çektirmiştir. Helena da bu olayın akabinde General ile gece boyu dans etmiştir.
Gece olanlardan habersiz yeni güne uyanan Maraş halkı, evlerinin penceresinden baktıklarında kalelerindeki Türk bayrağının indirildiğini görmüştür. Atalarının kanları ile boyanmış olan bayrağın indirilmesi halkın işgalcilere karşı olan kinini daha da beslemiştir. Devrin önde gelen isimlerinden biri olan Avukat Mehmet Ali Kısakürek, halkı bu konuda bilinçlendirmek için bir beyanname hazırlamış ve bu beyannameyi oğlu ile birlikte şehrin bütün camilerine asmıştır. Cuma namazına gelen halk, beyannameyi okuduktan sonra bayrağı nasıl yerine koyacağının planlarını yapmaya başlamıştır. Bu sırada Ulucami İmamı Rıdvan Hoca, kalesinde kendi bayrağı dalgalanmayan, işgal edilmiş bir ülkede Cuma namazı kılınamayacağını söylemiş, Maraş halkını mücadeleye çağırmıştır. Önce beyannamenin ardından da konuşmanın üzerine Maraş halkı, Türk bayrağını yeniden çekmek için kalenin burçlarına tırmanmaya başlamıştır. Bu tırmanış esnasında duyulan Allah Allah nidaları, şehrin dört bir yanında bir zafer edasıyla yankılanmıştır. General Andre, Maraş Kalesi’ne yeniden Türk bayrağı çekildiğini görünce Maraş’ın ileri gelenlerini hükûmet konağına çağırmış, bayrağı yeniden indirmek için anlaşma yapmak istediğini söylemiştir. Maraş’ın ileri gelenleri bu teklifi reddetmiş, kalelerinde bayrağın dalgalanması için gerekirse canlarını verebileceklerini ifade etmiştir. İleri gelenlerin bu tutumundan sonar halkın ciddiyetinin anlayan General Andre, bayrağı tekrardan indirmeye cesaret edememiştir. General Andre nihayetinde Maraş’tan ayrılmak zorunda kalmıştır. General Andre’nin yerine getirilen General Kerret ise daha büyük bir direnişle karşılaşmış, 11 Şubat 1920’de Maraş’tan çekilmek zorunda kalmıştır. Halkın General Kerret üzerindeki etkisi o denli büyüktür ki General Kerret çekilirken atlarının ayaklarına ses çıkarmamaları için keçe bağlamıştır.
Fransızların şehirden çekilmesi üzerine ahali 12 Şubat’ı Kurtuluş Günü ilan etmiş ve her yıl 12 Şubat’ı bir bayram edasıyla ifa etmiştir. Maraş halkı, vermiş olduğu bu büyük mücadelenin unutulmaması için şehirdeki merkez ilçelerinden birine de on iki şubat adını vermiştir.
Maraş’ın Türk toprağı olarak kalabilmesi için saydığımız isimler dışında daha nice kahraman tarihî bir rol üstlenmiştir. Bu kahramanlardan birkaç tanesine daha değineceğiz:
Kurtuluşa Işık Tutanlar
Mirzazade Arslan Toğuzata
Namı diğer Arslan Bey 1886’da Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesinin Fındık köyünde doğmuştur. 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Halep’e giderek polislik mesleğine başlamıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi üzerine Maraş’a dönmüştür. Maraş’ta Fransız işgaline karşı Maraş Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nı kurarak işgalcilerin şehirden çekilmesini sağlamıştır. Hiçbir şekilde devletten yardım görmeyen Arslan Bey Maraş’ta kendi silahını kendisi temin ederek harbin sevk-i idaresini planlamıştır. Arslan Bey gibi oğlu da Millî Mücadele’ye katılmıştır. Millî Mücadele’ye katıldıktan kısa bir süre sonra şehit edilmiştir. Düşmana karşı birlikte savaştığı biricik evladını kaybeden Arslan Bey bir yandan yüreğini alev alev yakan evlat acısını dindirmeye çalışırken diğer yandan çocukluğunu geçirdiği sokakları hain düşman eline bırakmamak için mücadele etmiştir. Oğlunun şehadet haberi onu derinden etkilemiş ancak ruhundaki bağımsızlık ateşini söndürememiştir. Bilakis şehit babalığının da getirdiği bir gururla Millî Mücadele’ye daha büyük bir şevk ile sarılmıştır. Kendi evini de bu dönemde milletinin bekası için askerî karargâh olarak kullanmıştır. Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına raporlar göndererek Maraş ve çevresinin durumunu bildirmiştir. Gönderilen bu raporlar da Millî Mücadele’nin kazanılmasında önemli rol oynamıştır.
Yapılan faaliyetler neticesinde Arslan Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından TBMM’ye 1. Dönem Maraş mebusu olarak çağrılmış ancak o bu görevi geri çevirmiştir. Görevi geri çevirmesinin nedeni ise vatan topraklarının kendisine ihtiyacı olması, vatanın her bir toprağı işgalden kurtulmadan milletvekilliği yapamayacak olmasıdır. Nitekim sadece Maraş’ta değil Antep cephesinde de büyük başarılar elde eden Arslan Bey, vatan sathındaki görevini lâyıkıyla yerine getirdikten sonra 17 Mayıs 1920 tarihinde Maraş mebusu olarak göreve başlamıştır. Daha sonar Güney Cephesi’nde taşkınlıkların artması ile cepheye sevk edilmiştir. Bu cephede de üstün başarılar elde eden Arslan Bey daha sonra milletvekilliği seçimlerine katılmayarak memleketine dönmüştür. Göksun ilçesinin Meryem Çil Yaylası’nda çiftçilikle uğraşmış ve burada yaşayan köy halkına istihdam sağlayarak bulunduğu yeri kalkındırmıştır. Yıllarca bünyesinde onca acı ve ızdırabı barındıran naçiz ruhu artık dünyadan uzaklaşması gerektiğini anlayarak 7 Haziran 1963’te semaya yükselmiştir. Arslan Bey’in kurduğu çiftlik günümüzde halen Arslanbey Çiftliği adıyla varlığını korumaktadır.
Hacı İbrahim Evliya Efendi
1881 yılında Maraş’ta dünyaya gözlerini açmıştır. 5 yaşında Kur’an’ı hatmetmiştir. Millî Mücadele’nin kurmaylarındandır. Maraş Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Merkeziyesi’nin kurucu üyelerindendir İbrahim Efendi’nin kurmuş olduğu teşkilatlar, Fransız ve Ermenileri psikolojik bir buhrana sürüklemiştir. İntikam almak isteyen Ermeniler hanımının ve iki evladının da içinde bulunduğu bir günde İbrahim Efendi’nin evini ateşe vermiştir. Şerife Hanım’ın yardım feryatlarını duyan mahalle eşrafı kadını ve iki evladını kurtarmıştır. Olayı öğrenen İbrahim Efendi hükûmet konağını basmaya gitmiştir. Hükûmet konağında Fransız General ile karşılaşmış, Fransız General’in hükûmet konağında bir oda talebinde bulunduğuna şahit olmuş ve “Bu memlekette, bu herife değil hükûmette bir oda, bir karış dâhi verecek yerimiz yoktur.” Sözlerini sarf etmiştir. Bu sözleri duyan Fransız General askerlerine emir vererek İbrahim Efendi’yi dışarı attırmıştır. Hem evinin yakılması hem de kendi memleketinde bir Fransız General tarafından itilip kakılması İbrahim Efendi’nin içerisinde bulunan isyan ateşini daha da körüklemiştir.
Millî Mücadele’nin her safhasında önemli bir yere sahip olan İbrahim Efendi, mücadelenin 16. gününde, 1650 yılında yapılan tarihî bir han olan Taş Han’ı işgalcilerden kurtarmak için çeteleri ile birlikte büyük bir mücadele vermiştir. Zaferi Türklerin kazanacağı sırada beyaz bayrak açan işgalcilere inanıp dışarı çıktığı sırada Ermeniler tarafından şehit edilmiştir. Çocukluğundan beri vatan aşkı ile büyüyen İbrahim Efendi’nin son sözleri “Yarabbi! Sen bu memleketi kâfir zulmü altında bırakma!” Olmuştur. Komutanlarının ölümü ile başsız kalan Türk birlikleri geri çekilmek zorunda kalmıştır. İlerleyen günlerde burası işgalcilerden kurtarılmış ve böylelikle de İbrahim Efendi’nin ruhu huzura kavuşmuştur.
Çuhadar Ali
1903 yılında Maraş’ta doğmuştur. Memleketinin düşman işgaline uğraması üzerine daha çocuk yaştayken Millî Mücadele’ye katılmıştır. Sütçü İmam olayından sonra iki Türk oduncunun Ermeniler tarafından öldürülmesine şahit olan Ali, onların intikamını almak için yola çıkmıştır. Mercimektepe civarında üç Ermeni milisinden ikisini öldürmüş, birini yaralamıştır. Bu olay üzerine Bertiz’e kaçmış ve oradaki halkı örgütleyerek kurtuluş yolunda en ön saflarda çarpışmıştır. Ali, düşman askerine karşı öyle başarılar elde etmiştir ki Fransız komutan, Ali ile görüşme talep etmiştir. Bu görüşme esnasında Fransız komutan, Ali’ye direnişi bırakması için para teklif etmiştir. Ali, komutana “Para size çok lazımsa ben anamın altınlarını getireyim. Lakin biz Türkler para ile değil yürek ile çarpışırız.” Diyerek bu teklifi reddetmiştir. Küçük bedenine sığdırdığı büyük kalbi ve cesareti ile Ali, biz Türk gençlerine bağımsızlığın maldan ve mülkten daha önemli olduğunu hatırlatmıştır.
Daha sonar girmiş olduğu Bertiz şehrindeki harpte ağır yaralandığı halde elinden tüfeğini bırakmamıştır. Geri çekilmeleri gerektiğini söyleyen arkadaşlarına ise savaşta ölmenin şeref olduğunu ifade ederek mücadeleye devam etmiştir. Henüz 17 yaşında vatan aşkı ile düşmana karşı duran Ali, yine vatanını savunduğu bir günde hainler tarafından şehit edilmiştir. Türk gençliğine vatan aşkı ile büyük örnek olan küçük Ali kendisini ölümsüzleştiren birkaç dörtlük bırakmıştır.
“Ali’yi sorsan 17 yaşında,
Mavzerle vurdular ark başında.
Çeteler toplanmış ağlar başında,
Uyan Ali’m uyan, gör neler oldu.
Sevdiğin Maraş’a Fransız doldu.
Uyan Ali’m uyan, yaran çok mudur?
Düşmandan intikam alan yok mudur?
Bağrına saplanan yoksa ok mudur?
Uyan Ali’m uyan, gör neler oldu.
Sevdiğin Maraş’a Fransız doldu.”
Bu sayfalara sığmayacak daha nice kahraman vardır ki küçük Aliler, İbrahim Efendiler, Arslan Beyler, Sütçü İmamlar gibi tarihe adını altın harflerle yazdırmıştır. Bu kahramanların mücadeleleri, Maraş’ın Türk toprağı olarak kalmasıyla yani büyük bir Türk zaferiyle sonuçlanmıştır. Bu zaferle birlikte Maraş’a istiklâl madalyası verilmiştir.
İstiklal Madalyası ve Kahramanlık Ünvanının Verilmesi
TBMM 1925 yılında Maraş Belediyesine gönderdiği yazıda mücadeleye katılanların ismini istemiştir. Maraş Reisi bu yazıya karşı, “Maraş’ın kurtuluşunda bütün bir halk savaşmıştır, Maraş’ın her ferdi kahramandır.” Cevabını vermiştir. Zaten Amasya Genelgesi’nde de geçtiği gibi milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Maraş Reisi’nin çektiği telgraf üzerine Mustafa Kemal Atatürk, 5 Nisan 1925 tarihinde şehri istiklâl madalyası ile ödüllendirmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın dişi ile tırnağı ile kazıya kazıya kazandığı bu zaferi unutmamış ve 7 Şubat 1973’te “kahraman” ünvanı vererek şehri şereflendirmiştir.
Abdurrahim Karakoç’un da şiirinde söylediği gibi:
“Bir şehir… Köy, oba, mahalle, çarşı…
Çarpışır düzenli orduya karşı,
Ve soylu bir destan kurtuluş marşı
Güneş, kurda, kuşa selam götürür.”
Tarih boyunca sürekli varlık yokluk mücadelesi içerisinde bulunmuş olan Türk milleti bir kez daha bağımsızlığı için mücadele etmiştir ve bu çaba karşılıksız kalmayarak bizlere cumhuriyeti armağan etmiştir. Peki bizler bu çabayı ve verilen mücadeleyi biliyor muyuz?
Biz Türk gençliğine işte burada iş düşüyor. Atalarımızın yazdığı tarihi gelecek nesillere aktarıp onlarda bir tarih şuuru oluşturmak bizim aslî görevimizdir. Kara Fatmalar, Şahin Beyler, Yörük Aliler bilinmezse, onların yaptığı kahramanlıklardan bihaber yaşarsak yeniden bir varlık yokluk mücadelesi içerisine girmek zorunda kalırız.
Millî Mücadele’nin kazanılmasında millet sevgisinin yanında tarih şuuru da yadırganamayacak kadar önemli bir unsurdur. Çünkü tarih şuuruyla hareket eden her millet, kendi varlığını sürdürebilmiştir. Tabî bağımsızlık her millet için ayrı öneme sahiptir ancak bu kelime ile özdeşleşmiş olan Türk milleti için bağımsız olmak daha kutsaldır. Millî Mücadele ile Türk’ün esaret altında yaşayamayacağı bütün dünyaya kanıtlanmıştır.
Evvel gidenlere rahmet olsun.