PİRİN EŞİĞİNDE

5
(2)
PİRİN EŞİĞİNDESaliha Şaşmaz

Güneş tam tepeye varmak üzereydi. Bozkırın sararan otlarının arasında, günün en bunaltıcı sıcağında hâlâ yola devam ediyorlardı. Seher vaktinde yola koyulmuşlardı ama yol bitmek bilmiyordu. Zaten onlar bu yola çıkmadan önce çoktan bu meşakkati göze almışlardı. Bir yandan insanı kendinden geçiren sıcak, bir yandan ucu bucağı belli olmayan bozkır ve bu yolda karşılaşılan türlü zorluklar… Hepsi elbet son bulacaktı, gidilen bu yolda bunlara katlanmak onların vazifeleriydi. Hem onlar bu yola çıkmayı, bu yolda mücadele edip zorluklara göğüs germeyi kendileri tercih etmişti. İmanın gücüyle çıkılan yolda elbette ki bozkırın sıcağı, yolun zorluğu yıldıramazdı.

Peki kimdi bu imanın gücü ile yola koyulanlar? Yola yıllarını vermiş, ömrünü vakfetmiş, erenler meclisinde nice güller dermiş Pîr. Onun davasına yıllar sonra ortak olmuş, erenler meclisinde derilmiş bir gül, Pîr eşiğine kendi rızası ile adım atmış bir deli gönül. Aradığının ne olduğunu bilmeden, yıllarca gönlünde eksik olanı bulmaya çalışan ve derdinin ne olduğunu, devasının ne olacağını erenler meclisinde bir ülküye hizmet ile bulan yeni yolcu. Bozkır bu sefer de onların bu yolcuğuna tanık olacaktı.

Güneş tepeye çoktan varmış ve üç yolcu epeyce terlemişti. Torbalarında da az su kalmıştı. Yol bitene kadar onunla idare etmek zorundaydılar. Bu yola ilk defa çıkan ve daha toy olan yolcu, biraz yakınıyordu halinden. Bu sıcakta, bozkırın ortasında, daha yeni tanıştığı insanlarla ne gibi bir işi vardı da bu zorluğa katlanıyordu? Deli miydi yoksa gerçekten hakikat yolunun yolcusu olmaya, yola kendini vakfetmiş olanlarla birlikte yürümeye razı olarak mı her şeyi geride bırakıp sırtlanmıştı heybesini?

Bir yanda kafasını kurcalayan bu sorular, bir yanda yanındakilerin yolun ehemmiyeti hakkındaki sohbetleri… Kafasındaki sorular yola devam edip etmeyeceği hususunda onu bin bir derde sokuyordu. Lakin yanındaki iki dervişin sohbeti kafasını kurcalayan sorulara cevap oluyordu. Dert edindiği konulardan daha mühim dertlerin olduğunu onların etkileyici sohbetinden öğreniyordu. Bozkırın sıcağında onların bu sohbeti, yeni yolcuyu yakıp kavuruyordu. Muhabbetin ateşinde huzur buluyordu.

Yeni yolcu, onların gönüllere şifa olan sohbetini can kulağı ile dinliyordu. Sonra birden Pîr ve can dostu o doyumsuz sohbetlerine ara vererek yeni yolcuya doğru kafalarını çevirdiler. Pîr yüzündeki hafif tebessüm ile:

– Yola çıkalı saatler oldu neden hâlâ bir çift laf etmedin? Bu uçsuz bucaksız bozkır illa ki seni bir tefekküre meylettirmiştir. Düşündüklerini, sorguladıklarını bizimle de paylaş. Muhabbetimize sen de ortak ol.

– Evet, düşündüm hem de sizin konuştuklarınızı dinledim. Konuştuklarınız, zihnimi ve gönlümü bilinmeze sürükleyen suallerin bir nebze de olsa cevabı oldu. Lakin bu sıcakta, güneşin altında onca yol gelmemizi hâlâ anlamış değilim. Şimdi nereye varacağız, bizim akıbetimiz ne olacak, bu zorluğun bir mükâfatı olacak mı?

Pîrin can dostu:

– Hele azıcık sabır Ham Turna, daha bu sabah girdin eşikten. Ne bu acelen? Hem söyle bakalım, sen sonundaki mükâfat için mi geldin bizimle? Yoksa rahmetten ve hoş sohbetten nasiplenmek için mi bu yola koyuldun? Mükâfat, Pîr’imin eşiğinde, bu eşikte derilen güllerin hoş sohbetinde ve inanmış gönüllerin dava için mücadelesinde.

Yeni yolcu:

– Sohbetiniz, gözümü gönlümü açtı. Sanki yılladır uyuyormuşum da birileri gelip uyandırmış gibi hissediyorum. Neler olup bittiğine yıllardır kör, sağır, dilsizmişim. Şunu fark ettim ki sizin yolunuz hak yolu imiş. Lakin anlamadığım husus mücadele nasıl bir mükâfat olabilir ki?

Pîrin can dostu:

– İşte cevap da tam burada Ham Turna. Yolun hak yolu olduğuna, hakikat yolu olduğuna tüm kalbin ve benliğinle iman etmekte. Biz, derilmiş güller olarak verdiğimiz bu mücadelede; inandıklarımız için çaba sarf ettiğimiz, her geçen gün yeni yolcuları onların rızası ile davamıza ortak ettiğimiz için mükâfatımız paha biçilemez oluyor. Aslında derdimiz aynı zamanda dermanımızdır da. Derdi çekmeye talip her âşık bilir ki derdi onun ruhuna ve gönlüne şifa gibi gelir. Ayrıca davamız Allah’ın rızasını kazanmak, ona layık takva sahibi bir kul olmaktır. Bunları düşündükçe imanın perçinlenir, dava için gereken işleri yaparken hep aynı heyecan ile işlerine koyulursun. Biz derilmiş güller olarak Pîrin eşiğinde samimiyeti, güveni, sevgiyi düstûr ediniriz. Tabi daha nice değerlerle bu eşikte bulunuruz, aramızdaki muhabbet tam da buradan gelir. Samimiyetin, güvenin, sevginin vücut bulmuş hali olan erenler meclisinde her gün daha çok mükâfata erersin. Sen bu işleri yaparken bilirsin ki bir amaç uğruna yapıyorsun, inandığın uğruna mücadele veriyorsun ve bildiğin, sevgi duyduğun bir davada bulunuyorsun. Eğer sen bunun şuurundaysan yolda verdiğin mücadele de mükâfatın da katbekat artacaktır. Bunları yaşadıkça ne için mücadele verdiğini her gün daha iyi anlayacaksın. Yaptığın işler insanların iyiliği için olduğundan bu iyilik onlarda karşılık bulduğunda mükâfata ereceksin. Derdi çekmeye talip olan âşık karşılıksız, hiçbir şekilde menfaat gözetmeden mücadele eder. Allah’ın rızasını kazanacağını bildiğinden mükâfatın yüce Allah tarafından verileceğini de bilir. Mükâfat için mücadele etmez, mücadele ettikçe mükâfat kazanır.

Yeni yolcu, kafasını kurcalayan sorulara konuşmalardan sonra yeni cevaplar buluyordu. Merak ediyordu derilmiş güllerin kim olduğunu, erenler meclisinin iman dolu meşkini. Pîr’in eşiğine o da varmıştı ama kendini bir anda yolda, bozkırın ortasında bulmuştu. Hâlâ düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Yol da devam ediyordu. Şimdi sadece sabretmeliydi ve o kapıdan girmeyi hak etmeliydi.

Pîr onların konuşmasını sakin ve sessiz bir şekilde dinliyordu. Yeni yolcunun soruları ve can dostunun yeni yolcuya verdiği cevaplar hoşuna gidiyordu. Birden Pîr söze girdi:

– Kafanı darmaduman eden sorulara sanırım cevaplar buluyorsun. Yüzündeki memnuniyetten anlaşılıyor. Gözlerine ışık, yüzüne can geldi. Yola koyulduğumuzdan beri bitkin ve solgundun. Can dostumun cevapları sana bu bozkır ortasında bir can suyu gibi geldi. Canlanmış, kendine gelmişsin ey yolcu, daha yolumuz var. Hem yolumuz uzun ve çetin, mücadelemiz de bir o kadar engellerle dolu. Söyle bakalım yolun ehemmiyetine vardın mı, rızamıza, davamıza ortak olacak mısın, dert çekmeye talip misin?

Yeni yolcu irkildi, ne diyeceğini bilemedi. Saatlerdir yürüyorlardı. Ve elbette ki bir şeyler değişmişti. Olup bitenlerin şuuruna varmaya başlamıştı. Gönlünde bir ferahlama vardı. Zihnindeki bulantılar kaybolmuştu. Ruhunda sözcüklere dökülemeyecek, tarifi zor bir mutluluk hissi vardı.

Yeni yolcu biraz çekinerek:

– Talibim dert çekmeye. Bu rızaya, davaya ortak olmaya talibim Pîr’im. Lakin içimde sebebini bilmediğim bir korku var.

Pîr hafif bir tebessüm ile:

– Hayırdır ne korkusu bu? Bize duyulan bir korku mu yoksa yola olan bir korku mu? Ayrıca dediklerine bakılırsa talipsin rıza lokması yemeye. Hem saatlerdir bizimlesin, bizden korkmuyorsundur diye düşünüyorum.

Yeni yolcu:

– Hayır Pîr’im, benim korkum ne size ne de yola. Samimiyetinize ve sevginize o kadar inandım ki bilemezsiniz. Sarsılmaz bir güven duyuyorum size. Lakin ya yolun hakkını veremezsem, bir gün ölüp gittiğimde bu hikâye yarım kalmaz mı?

Pîr dikkatlice yeni yolcuyu dinliyordu ve biraz sesini yükselterek:

– Ölümden korkanların yolu değildir bu yol, eğer korkuyorsan geri dön. Bu melamet hırkasını hiç üzerine alma. Biz ölümsüzlüğü tadanlarız, neylesin bize ölüm, ey yolcu!

Sesini biraz alçalttı:

– Bu kapıdan giren herkesin illaki bir kusuru olur. Marifet kusuru düzeltmekte. Gönlünü, zihnini, ruhunu tüm kirlerden arındırıp kibirden kurtulmaktadır. Özün eğri ise yola zarar verirsin lakin sen nefsini kibirden arındırmaya razı isen yol seni düzeltir. Yeter ki inan ve çabala. Kimler girdi bu kapıdan ama bazıları bir demir gibi şekil aldı ve hâlâ da almaya devam ediyor. Hak yolunun yolcusu olmak bunu gerektirir ey yolcu. Gerekeni yapmak ve her türlü çileye katlanıp, sabredip fedakârlık yapmak… İşte yolun ehemmiyeti de buradan gelir. Ve daha da önemlisi fedakârlık yaptım diye de karşılık bekleme. Katlandığın fedakârlıkların da bedelini kimseye ödetme. Hem hikâyem yarım kalır diye üzülme, bil ki davayı göndere çekecek nice eren yetişir, sen tasalanma. Yeter ki mücadeleyi elden bırakma elbet inanan gönüller bu yolun yolcusu olur. Dava boş kalmaz. Rıza lokmasına talip nice güller derilir. İnan ey yolcu inan.

Yeni yolcunun merak ettiği bir konu vardı: Ölümsüzlük. Bir insan nasıl ölümsüz olabilirdi? İnsanlık yıllardır bunun cevabını arıyordu lakin buldum diyeni, bu hazzı tadanı ilk defa Pîr’den işitmişti. Pîr’in dediklerine bakılırsa Pîr ve erenleri bulmuştu. 

Yeni yolcu merakla:

– Peki Pîr’im, bende merak uyandıran bir konu oldu. Ölümsüzlük nedir? Siz bunun sırrına nasıl erdiniz?

Pîr’in yeni yolcunun böyle bir hususu merak etmesi hoşuna gitmişti.

Her zamanki gibi hafif bir tebessümle Pîr:

– İnsanlar şuna inanır ki günün birinde elbet bu dünyadan göçüp gidecekler. Bir gerçektir bu, Takdir-i ilahi öyle değil mi? Peki ölümlü insan nasıl oluyor da ölümsüz olabiliyor? Aslında yine bir iman meselesidir bu yolcu. Şu bir gerçektir ki Yüce Allah insanları bir gaye üzerine yaratmıştır. Dünyada bulunan insana bir vazife biçilmiştir. İçinde bulunduğu topluma başta olmak üzere diğer insanlara faydalı olması gerekir. Bir kulluk vazifesi olan ibadetlerini, onun rızasını kazanmak için yerine getirir, davası için mücadele etmek de bir ibadettir. Allah kelamında buyuruyor ki: Merhametli olun, adaleti gözetin, iyilikte bulunun, takva sahibi bir kul olarak doğru yoldan ayrılmayın. Eğer bir insan Allah’ın buyurduklarına kulak verirse iki cihanda da kurtuluşa erer. Şimdi bunlar bir ölümsüz insanda bulunması gereken değerlerin birazı. İnsanın asıl ölümsüzlüğü, üstünde durduğumuz dünyada ardından gelecek olanlara eser bırakmasından geçer. Yazdığın bir kitap, söylediğin bir cümle, derdiğin bir gül, diktiğin bir ağaç ve daha niceleri. Eğer bıraktıkların Allah’ın buyurduklarına hizmet ediyorsa işte o zaman bir şeyler yolundadır demektir. Ey yolcu, yalan dünyayı boşa, bir hiç uğruna çiğnememek gerekir. Şu da bir gerçek ki bunun şuurunda olan insanlar ölümsüzlük sırrına erdi. Sen de bunun şuuruna var ve ölümsüz olabileceğine iman et. Ölümsüz olmak için değil davan için mücadele et. Göreceksin ki mücadele ettikçe ölümsüzleşeceksin.

Yeni yolcu heyecanlı ve meraklı bir şekilde:

– O zaman siz ve can dostunuz ölümsüz olacaksınız öyle mi? Ben de olabilir miyim gerçekten?

Pîr:

– Şükür ki o yolda en emin adımlarla ve iman dolu yüreğimizle mücadele ediyoruz. Gelecekte mücadele edecek dava arkadaşlarımıza, bu topraklar üzerinde yaşayacak insanlara bir şeyler bırakmamız gerek. Onlar bizden kalanlarla yetinmeyecek elbette. Daha çok tefekkür edip yeni şeyler üretecekler. Ama bunu yaparken de geçmişten yararlanmaları lazım, o yüzden biz gerekeni yapacağız ki davanın gönül erleri ebedi bekayı sağlasın. Eğer sende bu dünyada bir iz, hatıra bırakmak istiyorsan çok çalış. Tüm imanınla davana bağlan. Öyle bir bağlan ki hiçbir kuvvet o bağı çözemesin ve sen de çözülmesine sakın izin verme.

Yeni yolcu her defasında Pîr’in cevaplarından etkileniyordu. Daha toydu. Yolu öğrenmeye, davayı kavramaya çalışıyordu. Hakikat yolunun yolcusu olmak öyle kolay değildi. Anladım, tamam razıyım derde, çileye demekle olacak iş değildi.  Tadılacak bir ölümsüzlük vardı. O yalan dünyayı boşa çiğnemeyenlerden olacaktı. Hem o dövülmesi gereken bir demirdi. Ne kül olup savrulmalıydı ne de ateşe dayanamayıp yolu terk etmeliydi. İkisi de değildi onun istediği. O bir köz gibi kalmalıydı. Hiçbir zaman sönmeyecek, yeri geldiğinde alevlenecek bir köz gibi…

Yeni yolcu kafasını kurcalayan sorulara cevap bulmalıydı ve buluyordu da. Yoksa şüphe ile ya da kendini ikna ile yola devam edemezdi. İnanmış, sağlam bir yürek ile yola devam etmeliydi. Ve şunu da fark ediyordu ki inanmış bir yüreği hiçbir zorluk yıldıramazdı. Bazen üzerine bir karabulut gibi çöken kötülükler, içini daraltan sıkıntılar ağır gelecekti. Fakat yanında mücadelesini sürdüren dostlarını gördüğünde, ülküsüne ve davasına inançla bağlandığında zafer elbette gönül erlerinin olacaktı.

Pîr’in can dostu:

Yine dalıp gittin Ham Turna. Pîr’imin sözleri seni etkilemiş gibi duruyor. Ya… İşte Pîr’im böyledir, onun iki çift kelamı insanı kendine getirir. Nerede olduğunu, nelere katlanacağının şuuruna vardırır. Anlıyorum kafanı kurcalayan sorular var. Sor sorularını, kafanda cevapsız kalan tek soru kalmasın. Gün gelir soramadığın soru ile, fark edemediğin bir olay ile sınanırsın. Biz sınanacağız elbette bu yolda lakin davaya olan şüphe ile sınanmayalım. Erenler meclisinde vücut bulan sarsılmaz güvenimiz ile sınanmayalım.

Yeni yolcu aldığı her cevap karşısında tekrar tekrar etkileniyordu. Davanın güzelliğini, kutsallığını iliklerine kadar hissediyordu. Konuşulanların hepsinden bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Altında yatan manayı kavramak için adeta çırpınıyordu. İç çekerek:

– Şükürler olsun Rabbim sana. Şükür ki doğru yolu gösterdin ve doğru insanları benim karşıma çıkardın.

Yeni yolcu bunları düşünürken ve Yüce Rabbi’ne hamd ederken biraz geride kalmıştı. Eline yüzüne çekidüzen vererek kendinden emin bir şekilde Pîr’e ve can dostuna yetişti.

Pîr yeni yolcunun gözünün içine bakarak sordu:

– Şimdi korkuyor musun ölümden?

Yeni yolcu başı dik bir şekilde:

– Ölümsüzlüğün sırrına ermek istiyorum Pîr’im.

Pîr:

– O zaman başını çevir de önündeki kapıya doğru yönel bakalım.

Yeni yolcu:

– Yoksa, burası erenler meclisi mı? Nice inanmış gönüllerin bulunduğu, davanın yılmaz güllerinin derildiği gönül dostlarının yeri burası mı?

Pîr’in can dostu:

– Ham Turna ölümsüzlük diyorsun ya. O öyle ha denilip varılacak bir mertebe değildir. Bu kapının hikmetine varabilirsen, bu kapıda bir ömrünü adarsan işte belki o zaman o sırra erersin.

Pîr:

– Hadi geç bakalım içeri. Besmele çekmeyi de unutma ha.

Yeni yolcu heyecandan kendini kaybetmek üzereydi. İşte merak ettiği kapının önündeydi.  Ölümsüzlüğün sırrına erebilecek miydi? Erenler meclisinde o da derilecek miydi? Şuna da inanıyordu ki hak yolunun, hakikat yolunun savunucusu olmak için gerekeni yapacaktı. Tüm kalbi ile iman etmişti. Derilen bir gül olarak o da ülküsüne hizmet edecekti. Hem Pîr ve can dostu onun hep yanında olacaktı. Sadece onlar da değildi. Bu yola gönül vermiş herkes onun yanındaydı. Belki bir gün başka yerlerde onlara vazife biçilecekti lakin yol aynı yoldu, dava aynı davaydı. Aralarındaki kuvvetli bağı, zaman ve mekanlar koparamazdı.

Tam kapıdan adım atarken kapının ardından hep bir ağızdan söylenen meşke kulak verdi.

Güzel âşık cevrimizi,

Çekemezsin demedim mi?

Bu bir rıza lokmasıdır,

Yiyemezsin demedim mi?

Yemeyenler kalır naçar,

Gözlerinden kanlar saçar.

Bu bir demdir gelir geçer,

Duyamazsın demedim mi?

Cevri çekmeye talip âşık usulca kapıdan içeri girdi ve Pîr’in buyur etmesi ile aralarına geçerek meşke dahil oldu.

Bu yazı ne kadar faydalıydı?

Puan vermek için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama puan 5 / 5. Oy sayısı: 2

Henüz oy yok! Bu yazıyı ilk siz değerlendirin.

Bu yazıyı faydalı bulduysanız...

Bizi sosyal medyada takip edin!

Bu yazının sizin için faydalı olmamasından dolayı üzgünüz!

Tell us how we can improve this post?

Yorum bırakın