Şiir Bahçemizden İlhamlar

On sekizinci asrın sonlarına doğru, zevale doğru yol almaya başlayan şiir bahçemizde muhteşem bir gurub seyrederiz: Şeyh Galip. “Avize gibi renk ve ışık dolu” bir şiiri vardır. “Bu devirde sözün sultanı benim!” diyor; gerçekten de odur. Mevlana ocağından aldığı feyizle ortaya koyduğu Hüsn ü Aşk mesnevisi, Leyla ve Mecnun’dan sonra tarzının en büyük şaheseri. İlahi aşk yolculuğunu hikâye ediyor, temsili bir eser. Bir iki sayfasını şöyle bir aralayalım:

Sevgioğulları kabilesinde, fırtınalı bir günde, Hüsn (güzellik) adlı bir kızla, Aşk adlı bir erkek çocuk dünyaya gelir. Kabile uluları, doğuşlarındaki fevkaladeliği de dikkate alarak bebekken birbirlerine nişanlarlar. İki çocuk okul çağına geldiklerinde Edep Mektebine gider ve cehlin gecesini aydınlatmış, yasakları hep mübah kılmış, hem dinde hem küfürde ma’zur Molla-i Cünun( çılgınlık hocası)’dan birlikte ders okurlar. Ve bir süre sonra Aşk, Hüsn’e tutulur. Uygun yaşa geldiklerinde de sevgilisini almak ister. Kabilenin ileri gelenleri, bunun o kadar kolay olamayacağını, bu isteğe kavuşmak için birçok şeyler yapması birçok tehlikelere atılması gerektiğini ona anlatırlar:

Hüsn’ü nikâhlamak o kadar kolay ve ucuz değildir, ağır bir pahası vardır. Bunun için sana önce kimya gerekir; önce bakırı ve gümüşü altın yapma hünerini öğrenmelisin.

Şimdi durma, Kalb ülkesine doğru yola çık. O yola canını, başını koy. Kalb şehrine ulaşmak için ölümü göze al.

Altın yapma hüneri o şehirde imiş; orada öğrenilirmiş ama doğrusu yolda da çok belalar varmış.

Gövdesi nakışlı, bin başlı bir ejderha, ateş denizinde yüzen mumdan bir gemi varmış.

Kalb’e varmadan önceki Gam harabeleri bin yıllık olmuş. Onun ötesinde de Matem sarayı varmış.

İçinde dev, peri, aslan, kaplan ve diğer kara canavarları dolu bir çöl varmış. Orada bunlardan başka cin cinsinden binlerce çirkin suratlı yaratıklar, cadı kılığında ejderhalar da varmış.

Karanlık gecelerde, sesi gök gürlemesine benzer gulyabaniler görünürmüş.

Büyük kuvvetiyle o çöle bazen ateş bazen de nakışlı engerek yılanları yağarmış.

Allah yardım eder de işte bütün bu tehlikeli ve korkunç yollardan geçerek Kalb şehrinin suyunu içebilir, oraya ulaşabilirsen orada bakır ve gümüşten altın yapma sanatını elde et, öğren, sonra da gel burada Hüsn’e kavuş, onu al.

Aşk bu çetin yolculuğa çıkmakta olsun, biz söze başka bir yolda akış verelim:

Galip Dede’nin ilahi aşk yolculuğu için, masal kılığında mecazlarla anlattığı çetinlik bütün ülkü yolculukları için de bahis konusu değil midir? Bakır gibi olan nefsi yenmek, kalbi her türlü bencillik ve şahsi hırstan temizlemek, davanın emrinde altın olma, tekke ve tarikatta olduğu kadar ülkücülükte de temel şarttır. “Ben seni aldım, ben de sana vardım.” diyerek hemencecik ülkü kızının koynuna girmek mümkün değildir. Önce ölmeyi göze alarak “olmak” vardır.

Sonra sabır zırhını giyerek ejderler, aslanlar, kaplanlar büyücüler, cadılar, gulyabanilerle savaşmak gelir. Hayatın binbir kahpeliğine, kaderin olmadık cilvelerine katlanmak gerekir.

Ülkücü yola çıkmadan bilir ki, yolunun üstünde bin yıllık konak ötede Gam harabeleri vardır, yorgun gövdesini dinlendirmek için ona yalnız matem sarayının kapıları açıktır.

Ülkücü şaşırmaz, irkilmez ve yolundan şaşmaz, yürüyüşünü durdurmaz. Ateş denizinde mumdan gemi yüzer mi demez; yüzdüğünü görür yine yürür. Gök gürültüsünden yer sarsılsa, gökten engerek yağsa yüzünü geriye çevirmez.

Ülkücülük ikbal hayallerinin sarhoşluğu ile yola çıkıp ilk zorlukta “olmaz” deyip caymak değildir. Ülkücünün ikbali yoktur. Ülkü yolculuğu kır gezmesi sanılmamalıdır; Tevfik Fikret’in Zelzele şiirinde dediği gibi, ülkücünün hayatı kolay ve neşe arttırıcı bir gezi olmayacaktır. Esasen bir sıkıntı çölüne benzeyen bu dünyada kolay ve neşe arttırıcı bir gezinin yani kolay yaşayışın hayali vardır. Kolay hayat çöldeki serap gibidir,  insanı aldatan ve asla ele geçmeyecek olan uzak bir hayaldir. Öyleyse ülkücü kolay yaşamayı, kolay kazanmayı aklından çıkaracak ve bilecektir ki hayatı hakikat denilen devle çarpışan kazanır. Bu çarpışma asla ucuz olmayacaktır. Zafer, hasar, zarar ve ziyan ister. Zafere koşan bu zaferin bedeli olan zarar ve ziyanı da mutlaka göze alacaktır.

Yüksek fikirler, büyük ülküler için savaşan kahramanlar şanlı fakat ağır ve korkunç adımlar atarlar. Onlar depremlere doğru yürürler ve arkalarında depremler bırakarak geçerler…

Bozkurt Dergisi, Aralık 1972

Bir yanıt yazın