Her koyun kendi bacağından asılır, diyoruz. Eğer bu sözün mânâsı, her ferdin bir dereceye kadar istiklâli ise doğru, tam istiklâli ise yanlıştır. İnsanlar koyunlardan ziyâde birbirlerine bağlıdır. Hem de, koyun bile kesildikten sonra kendi bacağından asılır; sağken sürü halindedir ve yine atalar sözü diyor ki: ‘‘Sürüden ayrılanı kurt kapar.’’
Filozoflar ferdin cemiyet içinde ne dereceye kadar hür ve müstakil olabileceğini çok düşünmüşlerdir. Bu fikrin babası Rousseau insanın hür doğduğunu söyler. Bunun güzel bir hayalden fazla kıymeti olmadığını yeni öğreniyoruz. Çünkü cemiyet mevzû ile uğraşan sosyoloji yeni bir ilimdir. O bize gösteriyor ki insan hür doğmaz. Çünkü doğarken anasını, babasını tercihe muktedir değildir; vatanlar, lisanlar arasından birini tercihe de muktedir değildir; dinini de kendisi intihap etmez; millî terbiyeyi, millî an’aneyi, millî âdet ve muâşereti de kabule mecburdur. Annemiz ve babamız rızâmızı almadan bizi dünyaya getirir; hangi milliyet ve tâbiiyetten olmak isteyeceğimizi de düşünmeye lüzum görmeden bizi kütüğe kaydederler; ana dilini öğrenmeye de isyan edemeyiz. Nihâyet şuurumuzun içinde ve dışında ruhumuza işleyen terbiye, âdet ve an’ane tesirleri vardır ki bir kısmı âilemizden, bir kısmı da muhitimizden gelir ve ciğerimize dışarıdan giren hava gibi ruhumuza dolarak millî terkibini bize kabul ettirir. Demek bizden evvel ve bizim dışımızda var olan, bizi de nihâyet kendi zarûretleri içine alan bir âlemin emrindeyiz ki buna da cemiyet diyoruz. Bu âlemin zarûretleri içinde, Rousseau babanın zannettiği gibi anadan doğma bir hürriyetimiz olamaz. Büyürken bu hürriyetimiz bir taraftan çoğaldığı gibi öte taraftan da azalır. Meselâ büyük bir çocuk yalnız başına sokağa çıkabilir; bu onun yaşla kazanılmış hürriyetlerinden biridir fakat yeni doğmuş bir çocuk gibi canı istediği zaman, meselâ dersin ortasında avazı çıktığı kadar bağıramaz. Bu da onun yaşla kaybedilmiş hürriyetlerinden biridir. Çocuk asker olmaya mecbur değildir fakat bir yaşa gelince vatan hizmetine girmeye, hatta bu yolda sakatlanmaya, ölmeye mecburdur; vergi vermeye, kanunlara ve belediye nizamlarına riâyet etmeye mecburdur.
Demek insan hür doğmadığı gibi sonradan kazandığı hürriyetleri de millî zarûretlere göre tanzim ve îcabında tamamıyla fedâ eder. Bu zarûretler iktisâdî olabilir; o zaman fert kendi kazancını millî ekonominin zarûretlerine uydurur. İçtimâî olabilir; o zaman fert kendi îtiyatlarını cemiyetin âdet ve an’anelerine uydurur. Siyâsî olabilir; o zaman fert kendi fikirlerini millî politikanın istikametine uydurur. Askerî olabilir; o zaman fert kendi hayatını ordunun ihtiyaçlarına uydurur.
Demek her koyun kendi bacağından asılır fakat her insan kendi bacağından asılmaz. Bunu kabul etmekten hoşlanmayan fertçiler, insan cemiyetinin bir sürü olmadığını, ferdin hayvandan daha hür olduğunu söylerler. Şüphesiz cemiyetle sürü arasındaki farklar büyüktür. Sürüyü idâre eden, insiyaklar olduğu halde; cemiyeti idâre eden, topluluk şuurudur. Bunun şuur, örf, âdet, an’ane, kanun ve nizam halinde kendini fertlere dışarıdan kabul ettirir. Fakat cemiyetin sürü olmaması, birincinin ikinciden daha serkeş ve başıboş olmasını îcap ettirmez. Bilakis bir sürünün hayvanlarını birbirine bağlayan alakalar daha basit ve daha mahduttur. Bunun için sürü kolay dağılır; fakat bir cemiyetin fertlerini birbirine bağlayan alâkalar derin, karışık, irsî ve târihî olduğu için onu dağıtmak hiç de kolay değildir. Millî şuur ölmedikçe, bir cemiyet muvakkat inhilâllere de uğrasa yine kendisini toplar. Bu bakımdan insan cemiyeti, hayvan sürüsünden daha sıkı ve sağlam bağlara sâhiptir. Sürüde hoş görülen birçok hürriyetler vardır ki, insan cemiyetine yaraşmaz. İkisinin arasındaki farklar, her koyunun kendi bacağından asıldığı söyleyen ferdiyetçilerin lehinde değil, aleyhindedir.
Bütün dâvâ, millî menfaatleri kendi menfaatlerimizden üstün tutmayı kabul edip etmemektedir. Hakîkî mânâsıyla millî cemiyet ona derler ki, orada her adam kendi kazancından ve kendi keyfinden evvel topluluğun menfaatini düşünür; kabul eder ki, er geç kendisi bu dünyadan gidecek fakat mensup olduğu câmia ölmeyecektir. Çünkü insanın asıl hayatı, vücudunun küçük makinesini harekete getiren bir sıkımlık can değil, milletini ölümsüz yaşatan, mukaddes ve ebedî topluluk şuurudur.
KAYNAKÇA
Peyami Safa, Eğitim Gençlik Üniversite, Ötüken Yayınları, Sayfa:182
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.