(1885-23 Şubat 1918)
1917 yılının soğuk bir Kasım ayı. Kuzeyden, Kıpçak bozkırlarından esen ayaz, 1441/42’den 1973’e kadar hüküm süren Kırım Hanlığı’nın târihî başkenti olan Bahçesaray’daki insanları, üşütmüyordu. Hansaray’ın avlusunu doldurmuş heyecanlı kalabalık, yüksekçe bir yere çıkmış; uzun kara paltolu, başında fesi olan, kara bıyıklarının ucu hafifçe kıvrılmış, ateşli ve yürekleri tesir eden bir konuşma yapan; genç bir insanı, can kulağıyla dinliyorlardı. Târihe tanıklık ediyorlardı:
“Millet!
Millet! Bizler, şanlı ecdadımızın harâbeleri içindeyiz. O ecdat ki mert idi, adil idi, yüksek idi. Evet, büyük ecdadımızın mukaddes âbideleri arasındayız. “Dirileri yaşatan ölülerdir.” Ölülerin âsârıdır. Bizler, ölmüş dedelerimizin şanla şerefle kazandıkları servet-i millîyeyi hüsn-ü istimâle karar verdik, bunun için de millî müzehaneyi açmaya teşebbüs ettik.”
Konuşmasını, coşkulu alkışlarla destekleyen, onaylayan ve kendisini büyülenmiş gibi dinleyen kalabalığa eliyle işâret ederek:
“Bir zamanlarda cihanın her tarafında, karalarda, denizlerde şanla, şevketle ve adâletle sayebân olup da bir buçuk asırdan beri mahkûm ve mahpus bir halde bulunan millî Gökbayrağımızı da onun üzerinde dikmeye ant ettik!..
…Gökbayrağımız, şimdiden sonra, karalarda, denizlerde hattâ semâlarda bile yükselecektir. Yaşasın Gökbayrak!” (1)
Halkın “Yaşasın Gökbayrak! Yaşasın Kurultay! Hurra!” nidâlarıyla, alkışlarla karşılık verdiği bu târihe geçen sözleri söyleyen, 33 yıllık kısa ömrünü, vatanına milletine muhteşem hizmetlerle doldurup taşıran ve Kırım Türkleri için istiklâl, millî devlet, cumhuriyet demek olan bayrak, şahsiyet; bir sıra dışı insan olan Numan Çelebi Cihan’dı. Kırım Müslümanları, İcrâ Heyeti Başkanı olarak aynı gün Gaspıralı İsmâil Bey Dârülmuallimîn’i, Hüner ve Sanâyi Mektebi ile Hansarayı’nın müze olarak açılışını yapıyordu. Hem hukuk eğitimi hem ilâhiyat eğitimi almış; Kırım, Ukrayna, Lehistan ve Litvanya Müslümanlarının başmüftüsü olan Çelebi Cihan aynı konuşmasında bir millet için neyin önemli ve hangi konuların öncelikli olduğunu şöyle dile getirmişti:
“İlimden, edebiyattan, sanâyi ve ticâretten sonra siyâset gelir!”
Bu târihî konuşmasında milletin kaderini belirlemek için Kurultay toplanacağı müjdesini de vermişti. Bir ay kadar sonra, Hansaray’ın avlusunu mahşerî bir kalabalık yeniden tıklım tıklım doldurmuştu. Kırım Türkleri, Kırım’ın her yerinde seçim yapmış, kadınlar da seçme ve seçilme hakkını kullanarak beş Kırım Tatar kadının da yer aldığı milletvekilleri, târihî Kırım Tatar Millî Kurultay’ını açıyorlardı. Kurultay çalışmalarını 26 Aralık 1917’de tamamladı ve anayasayı kabul ederek Türk târihîndeki ilk cumhuriyet olan Kırım Halk Cumhuriyeti’ni ilân etti. Kurultay, hükûmetin başkanı olarak da 32 yaşındaki Numan Çelebi Cihan’ı seçti. O gün, Çarlık Rusya’nın esâreti altına düştükleri, 1783 yılından sonra esâret zincirlerini kırdıkları; en parlak, en şanlı gündü, Kırım Türkleri için.
Bu, kahraman Numan Çelebi Cihan, 1885 yılında vatan Kırım’ın kuzeyindeki Orkapı bölgesinin Büyük Sunak köyünde, bölgenin tanınmış, sevilen ve sayılan Çelebiler âilesinin evlâdı olarak dünyaya gözünü açtığında; onun önünü aydınlatan İsmâil Gaspıralı, iki yıldır Tercüman gazetesini neşrediyordu. Yine İsmail Gaspıralı; o bir yaşında iken, gelecekte onun da okuma yazmayı çabuk öğrenmesini, ufkunun daha geniş olmasını sağlayacak Usûl-i Cedid okulunun ilk denemesini, Gökbayrağı diktiği Hansaray’ a yakın bir yerde bulunan Kaytaz Ağa Mektebi’nde yapıyordu. Numan Çelebi Cihan, okumayı yazmayı öğrendikten sonra İsmail Bey Gaspıralı’nın Tercüman gazetesini sürekli okuyor, İstanbul’dan eline ulaşan neşriyatı okuyarak bilgisini arttırıyordu.
O büyürken işler ters gitmeye başladı. Babasının işleri bozulmuş, arâzileri satılmak zorunda kalmıştı. Çok sevdiği atının alacaklılar tarafından alınması onu çok üzmüştü. Onu üzen ve çok öfkelendiren, ruhunda derin tesîrler yaratan bir diğer hâdise ise Çarlık Rusya hükûmetinin; ilim öğrendiği, severek eğitim aldığı medresesinin kapısına kilit vurdurmasıydı. O kocaman asma kilidi, asla unutmadı.
Medresesi kapanınca İsmail Gaspıralı’nın Usûl-i Cedid okullarından olan Akmescit Rüştiyesi ’ne devam etti. Akrabalarının yardımıyla 1906 yılında İstanbul’a eğitim için gelirken aslında bir halkın mâkûs kaderini değiştirmek için şanlı bir yola çıktığını, İstanbul’da, bu yol için omuz omuza yürüyeceği en yakın ülküdaşı Cafer Seydahmet Kırımer ve diğer gençlerle tanışacağını nereden bilebilirdi ki?
Önce Fatih’te Atpazarında daha sonra Karagümrük’te bir oda kirâlayarak İstanbul’da eğitimin sürdürdü. Bir taraftan medresede ilâhiyat eğitimi alırken bir yandan da idâdinin (lisenin) derslerini çalışarak bitirdi. 1908 yılında İstanbul Dârülfünunu’nun (Üniversitesi) Hukuk Fakültesi’ne devam etmeye başladı. O yıllarda İstanbul’da eğitim gören Kırım Tatar gençleriyle tanıştı. Atpazarı’ndaki odasına her perşembe akşamı Cafer Seydahmet Kırımer, Abdürrahim Sukuti ve Alim Seyyit gelir, pürmüz (gaz ocağı) ile ısınarak, gizlice İttihat ve Terakkî’nin yayın organı olan Meşveret gazetesini, Nâmık Kemal ve diğer hürriyet yanlılarının eserlerini okur, saatlerce bunlar üzerine sohbet ederlerdi. Herkesin kendi okuduğu okul çevresinde ve tanıdığı, güvendiği Kırım Tatar talebelerine bu fikirleri aşılama çalışmasına karar verdiler. 1908’de II. Meşrûtiyet’in ilânı ile daha özgürce hareket etmeye başladılar. Cafer Seydahmet Kırımer, Abdülhakim Hilmi, Alim Sabit ve diğer talebe arkadaşlarıyla toplanarak; Kırım Talebe Cemiyeti’ni kurmaya karar verdiler. Başkanlığa Numan Çelebi Cihan getirildi. Cemiyet tüzüğünün hazırlanması görevi, Numan Çelebi Cihan ile Cafer Seydahmet’e verildi. İki ülküdaş Kırım Talebe Cemiyeti’nin nizamnâmesini yazmakla kalmayıp başına cemiyetin amacının ne olduğunu belirten yazıyı girişe ekleyerek matbaada bastırdılar. Nizamnâme kabul edildi ama talebelerin çoğunluğu, cemiyetin gâyesinin; Kırım’daki Kırım Tatarlarının medeni ve siyâsî seviyesini yükseltmek ve onun kendi kaderine sâhip olmasını sağlamak olduğunu belirten giriş kısmına karşı çıktılar. Kabul etmediler.
Bu, onlara ve yakın arkadaşlarına acı ama yararlı bir tecrübe oldu. O yıllarda İstanbul gazetelerinde ihtilâlci cemiyetlerin, millet hayatındaki rolünden ve öneminden bahseden yazılardan da ilham alarak yakın ve güvenilir, fikirdaşlarıyla gizli Vatan Cemiyeti’ni kurdular. Haftada birkaç gün Cafer Seydahmet Kırımer ve birkaç güvenilir arkadaşı Numan Çelebi Cihan’ın Karagümrük’teki odasına gelip broşürler, bildiriler, hazırlayıp bunları gizlice Kırım’a göndermeye ve halka dağıtmaya, onları aydınlatmaya başladılar. Basit usûllerle başlayıp iyi bir teksir makinesi satın aldıktan sonra daha çok neşriyat, bildiri vb. hazırlamak mümkün oldu. Bir taraftanda teşkîlâtlanmayı sürdürüp bunu Kırım’a da taşıdılar.
Numan Çelebi Cihan, Hukuk Fakültesi’ni tamamlayıp hem Rusçasını ilerletmek hem de eğitimini sürdürmek için Petersburg’a gitti. Geçimini temin etmek için yollara kaldırım taşı döşedi. 1913’te evlendi. Eşi de eğitiminin yarım kalmaması için yanına geldi.
1914 yılında patlak veren I. Dünya Savaşı ve bu savaşın getirdiği ağır ekonomik fatura Çarlık Rusya’yı sarsmaya başladı. Savaş sebebiyle Kırım’a dönen bu idealist insanlar; toplanarak çalışmalarını hızlandırmaya, Kırım’da teşkîlâtlanmalarını kuvvetlendirmeye karar verdiler. Bunun için var kuvvetleriyle çalışmalarını sürdürdüler. Çelebi Cihan’ın yazdığı şiirler ve yazılar Tercüman’da yayımlanmaya başladı. Nihâyet beklenen fırsat 1917’nin başında, Petersburg’da Şubat İhtilâli ile birlikte başlayan kaotik ortamda geldi. Vatan Cemiyeti de iyice organize olmuştu. Kırım’da toplanan Kırım Müslümanları İcrâ Komitesi, onun gıyâbında, onu başkanlığa ve Kırım başmüftülüğüne getirdiler. (2) Kısa zaman sonra da Kırım Tatar Millî Kurultayı toplandı ve Kırım Halk Cumhuriyeti kuruldu.
2014 yılında Akyar (Sivastopol)’daki Rus Karadeniz Donanması’nın askerleri nasıl Kırım’ı işgal edip Kırım Türklerinin üstüne karabasan gibi çöktülerse, yine Akyar’daki Bolşevikler Kırım Tatarlarına saldırdılar. Bahçesaray, Akmescit işgal edildi. Numan Çelebi Cihan tutuklandı ve Akyar (Sivastopol) hapishânesine götürüldü. Ne yazık ki 23 Şubat 1918’de bu hapishânede kurşuna dizildi ve cesedi Karadeniz’e atıldı. Sanki geleceğini görmüştü. “Savluqmanqal Tatarlıq (Sağlıcakla kal Tatarlık) diyerek halkına hitap ettiği şiirinin ilk dizesinde şöyle diyordu:
“Savluqmanqal tatarlıq, men ketem cenkke
atımnıñ başı aylandı(döndü) âhiret betke
Senin içün yaşadım, sensiz ölsem,
Bilmem nasıl kirermen boş cennetke”
1916’da yayımlanan And Etkenmen (And etmişim) şiiri Kurultay açılışında millî marş olarak söylendi. Şimdi de söylenmeye devam ediyor. En yakın dâvâ arkadaşı, ülküdaşı Cafer Seydahmet Kırımer’in deyimiyle: “O bizim, Türk Milleti’nin Andlı Kurbanı, Andlı şehidimiz.”
Ruhu şâd olsun! Onunla birlikte muhteşem bir mîras bırakan atalarımızın ruhu şâd olsun.
KAYNAKÇA:
(1)N. Çelebi Cihan. Başyazı. Sayı: 258-261.Emel Dergisi. 2017
(2)Bülent Tanatar. Kırım’ın Antlı Kurbanı Noman Çelebicihan (1885-1918). Sayı: 262-263. Emel Dergisi. 2018
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.