Ankara Üniversitesinde gençliğin “sağcılar, solcular, çaycılar” diye üçe bölündüğünü, çaycıların sağ veya sol hiçbir ideale bağlı olmadıklarını, kız arkadaşlarıyla dans, flört, içki, yârenlik zevki ve havası içinde yaşadıklarını anlatan genç bir dostumun verdiği ilham, bana bir fıkra yazdırmıştı.

Epey zaman geçtikten sonra, dün bu yazıyı bana hatırlatan sevdiğim bir üniversiteli genç:

-Kantincileri unutmuşsunuz, dedi.

-Kim onlar?

-Hukuk, Tıp ve Edebiyat Fakültelerinde, Felsefe, Filoloji, Sanat Tarihi şubelerinde ve Türkolojinin ilk sınıfında birçok gençler vardır ki, günlerinin büyük bir kısmını kantinlerde sohbet etmekle geçirirler.

-Ne konuşurlar?

-Ciddî mevzûların dışında her şey. Memleket ve dünya meselelerine, mensup oldukları fakültenin ders mevzûlarına hiç alâka göstermezler.

***

Samatya’dan bana bir mektup gönderen genç, arkadaşları arasında şu inancın yayılmakta olduğunu haber veriyor: “Bugünkü şartlar altında hayat ve para kazanmak ancak sahtekârlıkla mümkündür.” Fakat bu genç gibi “her yerde, her zaman ve her şart altında başarının tek şartını doğrulukta bulanlar” da vardır.

***

O halde gençlik içinde varlığı, hayatı, insanı mânâlandırmak bakımından gruplar çoğalıyor: Sağcılar, solcular, çaycılar, kantinciler, dalavereciler. Belki bu son üç grup, hayatı maddeye, faydaya, keyfe ve ahlâk dışı kazanca bağlamakta birleşiyorlar.

***

Orta Çağ insanı, kendi kaderini ve mânâsını gökte arardı. Yeni zamanların insanı, Rönesans’tan bu yana, kendi ölçüsünü kendinde, yerde ve tabiatta aradı. İki anlayış da yarımdı. Yeni zamanlar insanının tabiata ve toprağa dönüşünden madde ve makine medeniyeti doğdu. Mânevî değerlere bağlananlar, büyük filozofları ve sanatkârlarıyla, yine vardılar. Fakat son haddini ve ifâdesini, insanı tanrılaştırmakta bulan maddeci zihniyetin doğurduğu fayda, keyif ve kazanç ihtiraslarının çoğunluğu sarmasına mâni olamadılar.

Yirminci asır, bu maddeciliğe ve faydacılığa, hemen bütün dehâlarıyla isyan asrıdır. Demir perdenin dışında hür milletlerin hepsini, mânevî bir kalkınma özleyişi sarıp sarmalamıştır: Bütün ileri memleketlerde bu isyanın teşkîlât, konferanslar ve kongreler halinde büyük ve çeşitli belirtilerine şâhit oluyoruz.

***

Türkiye, dâima geri 19. asır pozitivizminin tesiri altındadır. İnkılâptan beri devlet de kendini bu tek taraflı hayat anlayışından kurtaramıyor ve teknikten daha üstün, daha başka değer tanımıyor. Kültüre verilen ehemmiyet çok geri plandadır. Teknik kitaplarına döviz var, kültür eserlerine döviz yok. Rousseau’nun Emile’ini arayan bir doçent, bu kitabı satın alamadığı için evinde tezini hazırlamaktan aciz kalmış.

***

İnsanı aşan değerlere değil, maddeye bağlayan bir zihniyetle yetiştirilmekte olan gençlikte, çoğunluğun kendini faydaya, ahlâk dışı keyiflere ve kazançlara vermesine içimiz parçalanırcasına acırız fakat şaşmayız.

KAYNAKÇA

Peyami Safa, Eğitim Gençlik Üniversite, Sayfa:247, Ötüken Yayınları

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.