Başlıktaki soruya cevap vermek çok zor. Hepimizin, herkesin gençlik tasavvuru bambaşka temellere dayanıyor. Yaşadığımız toplum, konuştuğumuz dil, bize dayatılan ‘yeni dünyanın düzeni’ gençlik algımızı değiştiriyor her geçen gün.

Büyük düşünce adamlarımızdan Hüseyin Nihal Atsız’ın “Nasıl bir gençlik?” sorusuna verdiği cevap belki bize bir kapı açabilir. Şöyle diyor Nihal Atsız:

‘’Bize turkuaz salonlarında hocalarına kasîdekâr nutuklar çeken genç lâzım değildir. Köye inen, fışkı ve toprak kokularına alışkın nasırlı köylü eli sıkacak, onu bıkmadan dinleyecek genç lâzımdır.

Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lâzımdır.

Bize bir gençlik lâzımdır. Temelinde cehâlet, duvarlarında riyâ, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.’’

Bu sözlerin belki de son cümlesi en çok bilinenlerdendir. Cehâletten, riyâdan, dalkavukluktan uzak bir gençlik özleminde bulunan Atsız, belli ki toplumda bu konuda bir eksiklik olduğunu görmüş ve buna parmak basmış. Bu cümlelerin yazıldığı târihin üzerinden seksen dokuz yıl geçti. Peki, biz gençlik anlamında nereden nereye geldik? Gerçekten de Atsız’ın cehâlet, riyâ ve dalkavukluktan uzak gençlik özlemine ne kadar yaklaştık?

12 Eylül 1980 öncesi gençler, politikaya daha fazla ilgi duyuyor, ideolojik çalışmaların içinde daha fazla yer alıyorlardı. Câhil kalmamak için sürekli okuyorlardı. Riyâ yapacak durumları yoktu, çünkü sert bir iklimden geçiliyordu. Dalkavukluk yapmak ise en son isteyecekleri şeydi o gençlerin. Ne olduysa darbe döneminden sonra olmaya başladı. Magazin dediğimiz olgu her geçen gün daha fazla esir aldı gençleri. Toplum artık gençleri sağcı ya da solcu diye değil, topçu ya da popçu diye ayırmaya başlamıştı. Gençler siyâsetten, toplumun sorunlarından, kültüründen ne kadar uzak olursa o kadar değerliydi birileri için. Yeter ki çok fazla okumasınlar! İnandıkları gibi yaşamayıp, yaşamadıkları gibi inansınlar! Ona buna yalakalık yaparak bir yerlerde masa kapıp, kısa yoldan köşeyi dönmenin yollarını arasınlar!

Ne kadar başarılı olduklarını hepimiz yaşayarak görüyoruz! Televizyon ekranlarına, sosyal medyalarımıza, düğünlerimize, sohbetlerimize baktığımızda Atsız’ın temennîsinin aksine neler yaşandığına şâhit oluyoruz. Hangi televizyon ekranını açsak cehâletin, pisliğin oluk oluk aktığını görmüyor muyuz? Gençlerin ne Kıbrıs meselesiyle ilgili bir dertleri var, ne de Doğu Türkistan’da yaşanan zulümle. Kırım’ı sorsak “Orası neresi?” diyecek milyonlarca genç yok mu sizce de? Güzel Türkçemizle ilgili ufacık bir hassâsiyet görüyor musunuz? Hangi genç herhangi bir iş yeri açacağı zaman Türkçe isim koymanın derdinde?

Dalkavukluk ise, belki de en başa bela iş oldu son yıllarda. Öyle çok iyi okullarda okumanın, çok zeki olmanın, çok kitap okumanın fazla da bir artısı yok artık. Bunu biliyor gençler, buna göre hareket ediyor. Kalmaya gelmediğimiz şu üç günlük dünyada dalkavukluk yaparak, birilerinin eteğini öperek hayâtı geçirmek normal zannediliyor. Yahu! İnsan nasıl yirmili yaşlarında bu kadar eğilebilir insanların önünde?

İnsan yirmili yaşlarında dünyayı değiştireceğini düşünür. Buradan bir yola çıksa Amerika’yı fethedeceğini kurar kendi dünyasında. Üç günde dünyanın düzenini değiştireceği hayalleriyle yaşar. İçi geçmemiştir henüz. Kanı deli gibi aktığı için ona delikanlı ismi verilmiştir. İnsan hayâtı boyunca dalkavukluk yapmamalı evet ama yapacaksa da henüz hayâtının daha başında bunu asla yapmamalı. Ancak dayatılan bu sistemde ne kadar çok dalkavukluk yaparsan o kadar iyi yerlere gelirsin algısı gençlerin maalesef bu oyuna gelmesine sebep oluyor. Atsız Hoca’nın seksen dokuz yıl önce söylediği bu cümlelerin bugüne dahi bu kadar hitap ettiğini görmek insanı üzüyor!

Yine gönül ve fikir dünyamızın önemli isimlerinden Seyyid Ahmet Arvasi de gençliğe büyük önem vermiş ve onların millî-mânevi değerlerine bağlı gençler olarak yetişmesinin Türk milletinin geleceği için öneminden bahsetmiştir. Arvasi Hoca şöyle diyor:

‘’Millî tecrübeye dayanmayan bir terbiyenin ‘millî karakteri’  yoktur. Bir milletin geleceği, ümidi ve başarısı genç nesillerin terbiyesine bağlıdır. Bir millet, istikbâlini genç nesiller için hazırladığı terbiye ölçüsünde temînat altına alır. Terbiye, bir milletin dününü, bugününü ve yarınını bir bütün hâlinde kavrayarak zamanın ve zeminin şartları içinde ileri ve güçlü bir hayat hamlesi biçiminde değerlendirmelidir.’’

Arvasi Hoca, bir milletin geleceğini genç nesillerin terbiyesine bağlayacak kadar gençlerin öneminden bahsediyor. Zâten Türk İslam Ülküsü kitapları da bir anlamda gençlere yol göstermek için yazılmış kitaplardı.

Arvasi Hoca, terbiyeden bahsediyor. Türk milletinin kültürünün temel taşlarından olan terbiyeden… Âileye saygıdan, efendilikten, çevreye duyarlılıktan… Sevdiğine açılmanın bile belli bir terbiye çerçevesinde olması gereken bir anlayıştan…

Peki, geldiğimiz noktada bizler neredeyiz? Gençlerimiz gerçekten de âilelerine, eşine, çocuklarına, topluma saygı gösterir halde mi? Düğünlerde, cenâzelerde, sohbetlerde gençlerimiz oturmasıyla, kalkmasıyla belli bir terbiyeden geçmiş gibi mi gözüküyor? Sosyal medyada en olmadık sözleri, en olmayacak fotoğrafları paylaşmaktan çekinen kaç gencimiz kaldı? Aldığı arabayı, yemek yediği sofrayı paylaşırken sâdece haz duygusuyla hareket eden gençlerimize kanaat etmeyi, hamdetmeyi, şükretmeyi kim öğretecek?

Farkındayım, çok yüklendik gençlere. Farkındayım, tüm sorumluluğu onların üzerine atarak çıkamayız bu cendereden. Herkes, hepimiz sorumluyuz bu gidişattan ve bundan sonra yaşanacaklardan. Peki, çıkış yolu ne?

Öyle büyük cümleler kurarak çıkış yolunu birkaç cümlede anlatacak kelimelere, bilgiye, birikime sâhip değilim. Ama deryada bir damla olma derdindeyim.

Türk milliyetçileri olarak bizlere düşen görev ve sorumluluk çok büyük. Gençlerin, küçük yaşlardan îtibâren Türk milletine yakışan değer ve kalitede yetişmesi meselesi, en büyük meselemiz hâline gelmeli. Gençlerimizin kitap okuma saatleri, sosyal medyada boş geçen saatleri geçmeli. Gençlerimiz öyle bir terbiye ve ahlâkla yetişmeli ki, bir cemiyete girdiği anda parmakla gösterilsin. Oturmasıyla, kalkmasıyla, sohbetiyle, tevâzusuyla örnek Türk genci bu dedirtmeli. Millî değerlerine yönelik her saldırıda yüreği sızlamalı gençlerimizin. Doğu Türkistan’da sırf Türk oldukları için soykırıma tâbi tutulanları gördükçe gece uykuları bölünmeli. Yüzlerce yıllık Türk yurdu Kerkük, adım adım yok edilirken bağırmalı, çıldırmalı.  Irak’ta câmiler bombalanırken en çok onun sesi çıkmalı. Bilge Kağan, Tonyukuk, Ahmet Yesevî, Fatih Sultan Mehmet, Atatürk, Rauf Denktaş, Sadık Ahmet, Elçibey dendi mi yüreği şöyle bir kabarmalı. Gurur duymalı geçmişiyle…

Memleketinin dağlarında maden arama adı altında doğal güzelliklerimiz yok edilirken evde oturmamalı gençlerimiz. Direnmeli sonuna kadar. Denizlerimiz her geçen gün daha fazla kirlenirken, akarsularımız kururken, gençlerimiz farkındalık oluşturmalı milletin zihninde.

Böyle bir gençlik hayal mi? Hayal olmadığını bu derginin çatısı altındaki gençleri gördükçe daha iyi anlıyorum. Ancak tek bir şeye ihtiyacımız var. Çalışmak, hem de çok çalışmak… Unutmayalım: “Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!”

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.