“Her arayan bulamaz ama bulanlar dâima arayanlardır.”

Bâzı sözler vardır ki mıknatıs gibi sizleri dibine çeker. Müellifini, ne zaman yazıldığını, nerede yazıldığını ve neden yazıldığını bilmeden postulanız yapar başucunuza asarsınız. Hatta böyle bir vecizin varlığından bile emin değilsinizdir lâkin inanırsınız ki târihin yetiştirdiği o büyük âlim ve şâirler böyle bir sözü kesinlikle söylemişlerdir. Az evvel zikrettiğimiz söz de felsefe târihimize yazılmış ilk sözlerdendir ve dokuzuncu yüzyılda yaşamış Bâyezîd-i Bistâmî’ye âittir.

Türk Dil Kurumu sözlüklerine aramak yazıp arattığınızda “birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, araştırmak, yoklamak…” anlamları ön plana çıkmaktadır. Gün içinde belki de onlarca kez kullandığımız bu kelimeye efsun yükleyen şey nedir? Aramak işte kardeşim, bulmaya çalışmak işte, buna niye bu kadar takıldık da diyebilirsiniz. Bu basit eyleme anlam ve önem atfetmek yetmiyormuş gibi bir de gereklilik ekliyorsunuz da diyebilirsiniz. Yazıyı şu an durdurun ve toplu okuyorsanız birlikte, ferdî okuyorsanız kendi başınıza şu soruyu tekrar ediniz: İnsan neden arar, aramak neden elzemdir?

Uzun zaman sonra(!) tekrar birlikteyiz. Net cevaplar verememiş olmanızı dileyerek sohbetimize devam ediyoruz.

Aramak içinde neleri barındırır diye sorsam bunu nasıl cevaplandırırsınız? Bana göre aramak birçok farklı süreci bünyesinde barındıran bir fiildir. Aramak bir kere başlatılan bir eylemdir ve bir başlangıç nedenine muhtaçtır. Psikologlar genelde buna güdü demektedirler. Diğer taraftan başlatan bir otorite gereklidir ki burada irâde devreye girmektedir. Aramak için bâzı kâbiliyetlere sâhip olmamız gerekir ki arayış dâhilinde bizlere yardımcı olması gereklidir. Aramak aynı zamanda bir iddia ortaya koymaktır. Çünkü aramak “ben bunu bulacağım” cümlesinin zikredilmeden ortaya koyulduğu bir iddiadır. Hülâsa aramak sadece basit bir özne yüklem ilişkisi değil içinde birden çok mânâ bulunduran bir iddiadır.

Arayan bir insan gördüğümüzde ortamda bir irâdenin bulunduğunu, bir amaç, erek ve güdünün olduğunu, arama faâliyetlerini yürütebilecek donanımda zihnî kâbiliyetlere sâhip olunduğunu ve en önemlisi bir iddianın olduğunu kabul ve beyan edebiliriz.

Var olma fenomenlerinin en önemlilerinden birisi de bir hüviyete sâhip olmaktır. Bu hüviyet en dar ve geniş mânâsıyla varlığımızın da sınırlarını çizmektedir. Arayan bir insan yukarıda bahsettiğim gereklilikleri yerine getirmiş olması hasebiyle dünya üzerinde önemli bir yer işgal etmektedir. Etrafınıza dönüp baktığınızda birbiri ardına kümelenmiş birçok unvan ve sıfatın “arayan insan” kadar derin mânâlar içermediğini göreceksiniz.

Günümüz ve yarının Türk milliyetçilerinin fikrî ve tecrübî anlamda savaşması muhtemel birçok cephesi bulunmaktadır. Her cephe bir soru ve sorunu bünyesinde barındırmaktadır, barındıracaktır. Taarruz ya da müdâfaa ettiğimiz cephedeki âkıbetimizi çözümler ve bu çözümleri nasıl elde ettiğimiz belirleyecektir.

Aramak bazen çözümü bazen de arayışı destekleyecektir. Hikâyenin sonu her zaman mutlu bitmese de her arayış sonuca bizleri bir adım daha yaklaştıracaktır.

İnsan bir süreç içinde var olur, bir süreç içinde doğar, bir süreç içinde büyür ve bir süreç içerisinde ömrünü îfâ eder. Bir oluş içerisinde geçen insan hayâtına aldığımız kavramlar da bu süreç vurgusunu destekleyecek kâbiliyette olmalıdır ki insan varoluşunu istikrarlı şekilde sürdürebilsin.

İnsan doğduğu andan îtibâren davranışlarını ve öğrenmelerini reflekslere göre kurgular. Ne kadar geriye gidersek gidelim kişinin reflekslerinden bir parça bulmamız kuvvetle muhtemeldir.

Öyle ki bu yazının da çıkış noktası bu reflekslerden biriyle ilişkilidir. Aramak, insan kalmanın ve insan olmanın en temel gerekliliklerinden biridir. Çünkü en küçükten en büyüğe yapılan bütün davranışların ve en önemlisi şahsî mitlerimizin, hikâyelerimizin, kaynağını bu arayış oluşturmaktadır.

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.