“Kahraman ırkıma bir gül” diyen bir neslin, “ırk ne ya” diyen gevşek torunları varken düşman aramaya gerek yoktur. (Galip Erdem)
Bizler, maalesef düşünmeden konuşan bir toplum hâline geldik. Bundan dolayı konuştuğumuz şeylerin mâhiyetine dâir herhangi bir şey söylemeden doğrudan ne duyup ne gördüysek onu konuşuyoruz. Hâlbuki kavramlara, kelimelere dolayısıyla hayâta Türk gibi bakan bir milletin evlâtlarıyız bizler. Fakat ne yazık ki bunun farkında bile olmadığımızdan bize ne denildiyse yâhut ne yutturulduysa bunu kabul edip bunlarla yaşıyoruz. Öncelikle şu “kavram karmaşasından” bir kurtulmamız lâzım. Bu yüzden kelimelerin kökenine inip bunların ne mânâya delâlet ettiğini kavramalıyız.
Günümüzde de mâlûmdur ki “ırkçı” yaftalaması birçok insan tarafından birçok insana karşı kullanıyor. Hatta İstiklâl şairimiz Mehmet Akif’e dahi ırkçılık yaftasını yapıştırmaya çalışanlar vardır. Başta da söylediğimiz gibi bunlar söylediklerinin farkında olmayan, kes-yapıştır konuşan insanlardır. Gelin öncelikle biz de zihinlerimizi temizleyelim ve ırk, milliyet ve millet kavramlarını zihnimizde daha sarih bir yere oturtmaya çalışalım.
Öncelikle lügatte ırk; insan cinsinin belli başlı çeşitlerinden her biri, nesil, sülâle, zürriyet veya canlılarda aynı karakteri taşıyan bireylerin meydana getirdiği cins, nevi, şûbe anlamlarına gelmektedir. Lügatte millet ise Arapça din, şerîat, mezhep; topluluk anlamlarında kullanılmıştır. Kelime 20, yüzyıl başlarından îtibâren Fransızca ‘nation’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılmış ve ilk dört anlamı Türkçe’de ortaya çıkmıştır. Günümüzde “Genellikle aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı soydan gelen ve aralarında dil, dîn, târih, sanat, töre, dünya görüşü ve ülkü birliği bulunan insanlar topluluğu, ulus veya “Demokrasiyle yönetilen bir ülkedeki insanların bütünü olarak kabul edilen ve hâkimiyetin gerçek sâhibi olan hukûkî varlık.” olarak kullanılmaktadır.
Lügatte milliyet; millî vasıf ve nitelikleri taşıma, millî olma durumu veya bir kimsenin mensup olduğu millet anlamında kullanılmaktadır. Lügatten de anladığımız üzere ırk, biyolojik bir temele dayanır. Irkı inceleyen dal sosyoloji, psikoloji vb. değil tam olarak antropolojidir. Çünkü antropoloji insanın yapısını, alemdeki gelişimini inceler. Dolayısıyla ırk insanla ilgili bir kavram fakat millet ve milliyetten çok da farklı bir kavramdır.
Günümüzde köpüren bu “ırkçılık” dâvâsı Avrupa’da pek mâkul görülen bir şeydir. Zâten her şeyde olduğu gibi bunda da biz “anlamadan” Avrupaî bir şey olduğu için onlara kanmış ve karmaşık bir mânâ içinde bunu kendi zihnimizde öylece idrak edegelmişiz. İşte bu böyle olmaması için kavramı açıkladık. Avrupa beyazları; yâni kendi ırkını saf ırk, bunun hâricinde kalan ırkları diğer ırklar olarak görüyor ve kendini en üstün saf -ari- ırk olarak kendini görüyordu. Bu da zâten nihâyetinde Nazizm’i doğurmuş ve saf ırk safsatası ortaya çıkmıştır.
Milliyet kavramı ise lügatte de gördüğümüz gibi biz Türklerin ortaya çıkardığı bir kavramdır. Yâni milliyet derken kökeni Arapça olan fakat Türkler tarafından türetilmiş Türkçe bir kavramdan söz etmiş oluyoruz. Belki de bundan 200 yıl önce olmayan bu kavramla bu milletin evlâtları; atalarımız bu kavramı ortaya koyarak “milliyetçilik” yapmışlar ve İstiklâl Harbi’ni vermişlerdir. Milliyeti biraz açacak olursak anane kavramından söz etmek durumunda oluruz. Çünkü anane kavramı doğrudan bizi milliyetle bağdaştıracaktır. Anane: Nesilden nesille geçerek gelen âdet, örf, gelenek anlamına gelmektedir. (Kelime bu anlamı Türkçe’de kazanmıştır)
Anane yâni bizim milletimizin asırlardır süregeldiği “töre” ile benimsediğimiz geleneklerdir. Bizim milliyetçiliğimiz ananeciliktir bir bakıma. Fakat salt bir ananecilik değil; ondan şimdiyi ortaya çıkarmaktır. Örneğin mîmârî bir eser ortaya koyarken Avrupa Gotizmini değil de Türk Üçgenini göz önünde bulundurarak bir şey ortaya koymaktır.
Kavramlara bu şekilde mânâ versek de tabiî bir şekilde bunlar da bir devinim içinde bugünkü mânâlarına ulaşmışlardır. Kimi zaman bu kavramlara farklı mânâlar yüklenmiştir. Meselâ şu anda yüklenmiş olan yanlış mânâ gibi…
Anlaşılacağı üzere milliyet ve ırk birbirinden çok ayrı kavramlardır. İstiklâl Şairimiz Mehmet Akif’in “Kahraman ırkıma bir gül” ve “ırkına çek” derken kastettiği bugün anlaşıldığı üzere “kafatasçı” bir anlayış değil burada bahsettiğimiz kısa ve öz mânânın çok daha ötesinde geniş bir ufukla “Türk’ü” kastediyor.
Yazımı Galip Erdem Ağabey’in sözleriyle noktalıyorum. Umarım sahih bir îmanla Türkiye gerçeğini anlar ve milliyetçiliğimizin varması gerektiği hedeflerin gerçekleştiğini göreceğimiz günlere doğru yol alırız.
Târihte, edebiyatta, şiirde geçen ırk ve benzer kelimelere bakılarak kimsenin ırkçılıkla suçlanamayacağını ayrıca belirtmeyi de bir çeşit saygısızlık sayıyorum. Namık Kemal; “Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır” demekle, ırkçılık mı yapmıştır? Elbette, hayır! Kanın bileşimindeki özelliği değil, alyuvarlarla akyuvarların sayısını hiç değil ama Türk seciyesinin üstünlüğünü, soy şuûuna bağlanan bir sağlamlığı anlatmıştır. Mehmet Emin Yurdakul, “Ben bir Türküm. Dînim, cinsim uludur?” diye haykırırken cins kelimesini ırk mânâsına mı kullanmıştır? Ululuğu, beden yapısından gelen ortak özelliklere mi bağlamıştır? Samih Rifat: “Irkını doğudan koptu, dört bucaktı savaştı. Altay’dan attığım ok, Alp Dağlarını aştı!” derken ırkçı mı idi? Mehmet Akif, üstelik hayâtının büyük bir dönemini ırkçılık ne söz! Kavmiyetçiliğe milliyetçiliğe karşı mücâdele ile geçiren Akif; “Sana yok ırkıma yok ebediyen izmihlâl, Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl!” mısralarında kafatasçılığa mı özenmişti? Nihâyet Mustafa Kemal Atatürk: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” buyruğunu verirken anlatmak istediği neydi? Kanın maddî yapısına bağlı bir asâletten mi bahsediyordu? Ve Harp Okulu’nun yiğit gençleri; her sabah, “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız!” marşı ile tâlime çıkarken ırkçı bir eğitim mi görüyorlar?
Eğer böylesini de ırkçılık sayanlar varsa, eğer Mehmet Akif’e ırkçı diyecek kadar câhil, eğer Mustafa Kemal Atatürk’ü ırkçılıkla suçlayacak kadar cesur(!) siyâsetçilerimiz mevcutsa, îtirazımız yok, bizi de suçlasınlar.
Sayın siyâsetçilerimizden ricâ edeceğiz. Millet düşmanları ile ilgilenmediğimizi tekrar belirtelim, sorsunlar, okusunlar, öğrensinler, şüphelenip takıldıkları, akıllarının yatmadığı bir nokta kalmışsa, yine yazalım. Zamânı çoktan geçmiştir: Irkçılık damgası Türk milliyetçilerinin sırtından artık alınmalı ve en münâsip bir yere konmalıdır!
Son bir söz: Türk milliyetçileri, ırkçılık esâsına dayanan bir dünya görüşünü ve Türk Milletine mensûbiyeti fizikî özelliklerin benzerliği şartına bağlamayı reddettikten sonra, ırklarını sevmişlerdir, sevdirmişlerdir; seveceklerdir, sevdireceklerdir. Bu noktadan îtibâren antropolojinin sınırlarından çıkıyor. Târihîmizin muhteşem zaferlerimizin, destanlarımızın bahçesine giriyoruz.”
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.