Geçmişten günümüze nice Türk evladı gelmiştir ki Turan ülküsü içinde yanmış, bu ülkü ile dertlenmiş ve dahi bu ülkü uğrunda gözlerini hayata kapamıştır. Peki, nedir bu Turan ülküsü? Nice yiğidin ömrünü genç yaşında verdirten o iman nedir? Turan, Türkler için ne mana ifade eder?
Herhangi bir hasbihâlde Turan konusu açıldıysa o ortamda Ziya Gökalp’ı anmadan sohbete devam etmek olmaz. Ziya Gökalp, Türk milletinin en zor zamanlarında Turan ülküsünün en önemli şahsiyetlerinden, öncülerinden birisi olmayı başarmıştır. Onun yazdığı yazılar başta olmak üzere, 19 ve 20. yüzyıldaki en önemli ilim sahası olan sosyoloji ilmi doğrultusunda yaptığı derin çalışmalar ile Turan’ın ne demek olduğunu araştırıp Türklere anlatmış ve Türk milletine olan imanı ile bu ülküyü bütün cihan sathında kanıtlamıştır.
Turan ülküsü, ceditçilik hareketinin en önemli siması olan İsmail Gaspıralı Bey’in Tercüman Gazetesi ile bütün Türkler arasında ilk filizlenmesini başarmıştı. Türk Dünyasının her yerinden öyle aydınlar intişar ediyordu ki bütün zorlukların ardında Türk milleti bu ülkü ile geleceğe ümitle bakıyordu. Ziya Gökalp, Tercüman sayesinde diğer Türk boylarının Osmanlıya olan bakışını ve bağlılığını fark etmiş ve bu ülkünün en büyük fikir savaşçılarından birisi olmuştur. Döneminde Osmanlıcılık, İslamcılık gibi akımlar; sosyalizm, pozitivizm ve materyalizm gibi Batı’nın karışık felsefeleri Türk milletinin aydınları arasında sıkça tartışılan bir konu haline gelmiştir. Ziya Gökalp bu fikir karmaşası arasından Türkçülük gibi bir akımın öncüsü ve en büyük savunucusu olmuş, devletin kaderini düşünürken diğer Türk boylarını da asla unutmamış ve dönemine nazaran ileri görüşlülüğü ile milliyet unsurunun önemini kavrayıp bu doğrultuda yeni rejimin temellerini atmıştır. Bütün bunların yanı sıra biz Ziya Gökalp sonrası Turan ülküsünün tecrübesine bakacak ve nereden nereye geldiğimizin tahlilini yapmaya çalışacağız.
Öncelikle Turan, Türk milletinin içtimaî ilişkisinde, kültürel gelişiminde ve her türlü menfaatinde birliğini; dil ve dinî yaşayış açısından müştereklerin arttırılmasını ve son olarak Türk milletinin topyekûn bağımsızlığını gaye edinen bir ülküdür desek sanırım yanılmayız. Ziya Gökalp’ın yaşadığı dönem, özellikle Fransız İhtilali sonrası Metternich Sisteminin de yıkılmasıyla beraber monarşi ile yönetilen çok uluslu imparatorlukların artık kotasının dolduğu ve millî devletlerin hâkim olduğu yepyeni bir çağın başladığı bir dönemdir. Osmanlı-Türk Devleti’nin de çok uluslu olması, Hristiyan ve Müslüman azınlıkların milliyet duygusunun Batılı güçler tarafından sömürülmesiyle beraber artık bu devletin de kotasının dolup dolmadığını aydınlar tartışmaya başlamıştır. Bütün bunlarla beraber Ziya Gökalp da milliyet fikri üzerine çalışmalar yapmaya başlamış, bu fikrin önemini erken vakitte kavrayabilmiştir. Bunun sonucunda artık milliyet fikrinin sistemli bir şekilde ele alınması, ülkülerin(mefkûrelerin) daha açık anlatılması ve bu ülküler ile neyin neden yapıldığının şuuruna vakıf olunmasının gerekliliğini görmüş ve bu yoldaki en önemli hareketlerinden birisi de Türkçülüğe “Turan Ülküsünü” işlemesi olmuştur.
Yukarıda anlattığım İsmail Gaspıralı’nın önderlik ettiği Türk aydınlanmasının da temel felsefesinin Turan olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Tercüman’ın en büyük şiarı olan “Dilde, fikirde, işte birlik!” sloganı bize Turan ülküsünün aksiyoner alanda nasıl yaşayabildiğini göstermektedir. Tercüman, Türk Dünyasında öyle bir etki yaratmıştır ki Ziya Gökalp hayatta iken dahi Türkistan’da, Kırım’da, Kazan’da hülasa bütün Türkelinde Turan sesleri yükselmeye başlamıştır. Kırım’da Numan Çelebi Cihan Çarlık yanlısı Beyaz Ruslar ve Bolşeviklerle mücadeleye girişmiş, Kazakistan’da Alaş-Orda hareketinin aydınları; Ahmet Baytursun, Alihan Bökeyhan, Mirjakıp Dulatov ve nice Alaşçı müstakil Türk devletinin temellerini atmaya çalışmış, Kırgızistan’da Kasım Tınıstanov “Dilde Birlik!” şiarının en önemli öncülerinden biri olmuş, Özbekistan’da Süleyman Çolpan’ın şiirleri ile tüm Türkler hayat bulmuş, Doğu Türkistan’da Abdulhaluk Uygur ile bir millet uyanmış ve dahi Sibirya’da; Saha Türklerinden Platon Oyunsky’e kadar tüm Türk Dünyası “Uyan!” sesleri ile inlemiştir. Başkurtistan’da Zeki Velidi Togan, Tataristan’da Yusuf Akçura, Gagavuzya’da Dimitri Karaçoban “Titre ve kendine dön!” uyarısıyla Türk milleti için uğraşmış ve dahi bu uğurda vefat etmişlerdir.
Burada bir noktaya temas etmek istiyorum. Turan ülküsü bu şekilde tüm Türk Dünyasında yankı bulmadan önce Ziya Gökalp ne yapıyordu? Tercüman hareketi, henüz Türklere eğitim verir ve yukarıda bahsettiğim şahsiyetleri işlerken Ziya Gökalp, 1914 tarihinin Nisan ayında bir makale ile Turan’ın önündeki tehlikeleri anlatıyordu. Yukarıda adı zikredilen hemen hemen bütün isimler 1919-1930 yılları arasında faaliyet yürütmüş ve pek çoğu Sovyet ideolojisinin vahşiliği karşısında şehit düşmüşlerdir. Bütün bunlardan önce Ziya Gökalp bu tehlikeleri çok önceden görmüş ve Usul-u Cedid okullarının mezunları sahaya indiğinde bu söyledikleri teker teker onları yakalamıştır. Peki, Gökalp Turan için hangi tehlikeleri görüyordu? Turan birliği önündeki en büyük engelin “Türk dilindeki uyumsuzluk” olduğunu düşünen Gökalp üç büyük tehlikeyi 1914 yılında bize söylemiştir: I- Sosyalizm II- Ümitsizlik III- Mektep Tazyikatı. Şimdi sırayla bu üç tehlikeye bir göz gezdirelim. Sosyalizm, Sovyet Rusya’nın emperyalist politikaları ile bütün Türkeli’nin üstüne kâbus gibi çökmüş; bugüne ulaşan hasarlara, travmalara sebep olmuştur. Ümitsizlik alanında ise, stalin teröründen sonra Türk Dünyasına yapılan propaganda ile cedid akımının sona erdiği, Türklerin sadece Anadolu’da yaşadığı ve egemenliği altındaki nice Türk boyunun ayrı millet olduğu söylenerek Tercüman ve Usul-u Cedid birikimi yok sayılmış ve bütün bu aydınlar boş bir hayalperest durumuna düşürülmüştür. Mektep Tazyiktı için ise yine komünist Rusya egemenliği altında yaşayan Türklere okullarda “İlminsky metodu”nu takip eden misyoner eğitimi verilerek benliklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmış, aynı dili konuşan topluluklara farklı alfabeler hazırlanmış ve Türk kimliklerine zarar verilmiştir. Ziya Gökalp bütün bu olanlardan çok yıllar önce bu tehlikeleri görmüş ve bütün Turancıları uyarmıştır. Ziya Gökalp bu tehlikelerin önüne geçmek adına “dilde birliğin” önemine atıfta bulunmuş ve ilgili yazıyı yazarken çıkan Tercüman gazetesi, Azerbaycan’da Şelale Mecmuası Ziya Gökalp için umut verici hadiseler olmuştur. Çünkü bu mecmua ve gazeteler İstanbul Türkçesi ile yayım yapmakta, temas ettiği bölgelerde müşterekliği arttırabilmektedir. Ziya Gökalp, Türk Dünyasında birliğin oluşabilmesi için İstanbul Türkçesinin tüm Türklerde ortak kullanılması gerektiğini savunmuştur. Mahalli Türkçelerle yapılan yayımları eleştirmiş, bu yayımları yapanların Türk düşmanlarının “ekmeğine yağ sürdüklerini” söylemiştir. Bununla beraber 1917’de Çarlık Rusya’nın yıkılması ile müsait ortam bulan Türkler hep İstanbul ile ilgilenmiş ve Balkanlardan Çin seddine kadar bir birlik ruhu oluşturulmuştur. Ancak sosyalizm belası ile bu birlik zedelenmiş ve Ziya Gökalp’ın üç büyük tehlike olarak gördüğü olaylar sırasıyla gerçekleşmiştir. Türkistan Türklüğü büyük bir mücadele vermesine karşın başarılı olamamış ve yaklaşık 60 yıl sürecek olan sosyalizm kâbusu Anadolu hariç bütün Türklerin başına musallat olmuştur.
Ziya Gökalp vefat ettiği 1924 yılından sonraki süreçte Türkistan’da Turan ülküsünün akıbeti sathî olarak bu şekilde olmuştu. Nice Türk aydını bu uğurda acı çekmiş, şehit düşmüştü. Peki, Ziya Gökalp’ın doğduğu topraklarda ve devlette Turan ülküsünün geleceği nasıl olmuştu? Bu soruya şüphesiz Cumhuriyet tarihini bilmeyen birisi “kendi memleketinde ve hatta devletinde bu kadar etkili olan bir ilim adamının ülküsü elbette yaşatılmıştır.” diyebilir. Ancak durum bu şekilde olmadı. Cumhuriyetin ilk on beş yılında yani Gazi Paşa’nın yaşadığı dönemde Turan unutulmamış ve Atatürk’ün o meşhur sözü gün yüzüne çıkmıştır.
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli…”
Ne yapacağını bilen bir Türkiye… Maalesef, değil Sovyetler Birliğinin dağılması Atatürk’ün vefatından çok kısa bir süre sonra Turancılık bir hayal, dünya milletleri arasında barışı bozacak bir virüs gibi görüldü. Sosyalist Rusya’nın 2. Dünya Savaşını kazanmasıyla iyice “kötü adam” profiline dönüşen Turancılar garip bir duruma girmişlerdi. Türk nedir sorusuna verilen cevapların farklı olması, tarihi sergüzeştin Anadolu’dan mı yoksa “Türkistan’dan” mı başladığı karışıklığı, hemen hemen bütün Türk boylarının Sovyet egemenliğinde olması ve dünya siyasetindeki Sovyet sosyalizminin güçlenmesi Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisini de etkilemiştir. Öyle ki Gökalp’ın ölümünden 20, Atatürk’ün ölümünden ise 6 yıl sonra 1944 Irkçılık-Turancılık Davaları başlamış bulunuyordu. Türkiye Devletinde, Türk aydınları, Türkçü-Turancı olduğu için yargılanıyordu. Düşündükçe daha da garipleşen bu davalar bağımsız tek Türk devleti olan Türkiye’de gerçekleşiyor ve hükümet hiç aman vermiyordu. Bütün Türkeli’nin “baba” olarak gördüğü Anadolu Türklüğünde Başkurdistan Hükûmetinin başkanı, büyük tarih profesörü Zeki Velidî Togan bu davalar sonunda yargılanmış ve işkenceler gördü. Sadece bu durum bile 44 Davalarının yüz kızartıcı halini anlamaya değer. Onun dışında samimi birer Turancı olan Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Alparslan Türkeş gibi Ziya Gökalp’ın fikirleri temelinde hayat felsefesini oluşturan nice Türkçü bu davalarda ülküsü yolunda tavır koymanın bedelini ödemişti. Sovyetler Birliğinin bir kutup olarak yükselmesinden ve gücünü kaybedip yıkılmasına kadar Türkiye’de Turancılık zararlı görülmüş, Türkistan’daki soydaşlarımız kendi kaderlerine terk edilmişti.
Halbuki Başbuğ Alparslan Türkeş’in sosyalizm ve komünizme açtığı savaş ve Türk milliyetçiliğinin yükselişinde de ülkücüler için Turan hep en ileri hedef olarak görülmüş, Türkiye’nin bin bir derdi için mücadele devam ederken Türkistan’daki soydaşlarımız unutulmamıştır. Ülkücüler kendi motivasyon kaynaklarını hep geniş tutmuş, görme umudu ile beraber görememeyi göze alarak bu uğurda her türlü mücadeleye devam etmiştir. İşin sonunda sosyalizm tehlikesi Türkiye’yi teğet geçmiş ve bağımsız tek Türk devleti bağımsızlığını koruyabilmiştir. Tabii Türkiye’de sosyalizm defedilince Sovyetler Birliği bu büyük “yatırımın” sonucu iflasın eşiğine kadar gelmiş ve nihayet 1991 yılında tutunamamıştır. Sovyetler Birliği dağılınca ise her şey gün yüzüne çıkmış ve Türkistan’daki Türk varlığı yavaş yavaş Anadolu’da da yankı bulmaya başlamıştır.
Turan ülküsünün tüm Türklerdeki gelişimi ve uygulanışı kaba bir şekilde böyleydi. Hemen hemen bütün Türk boylarında “Turancı” kimliğiyle tanınan bir şahsiyet çıkmış ve halkını bu büyülü ülkünün peşinden gitmeye ikna ettirmiştir. Bütün bu Turan ülküsünü engelleme çalışmalarına rağmen günümüzde artık herkes biliyor ki: Turan alelade bir hayal değil ve Ziya Gökalp haklı imiş! Ziya Gökalp, Turan için kültürel(harsî) bir yakınlaşmanın olması, Tercüman’ın şiarı olan dilde, fikirde, işte birliğin sağlanmasının gerekliliğinden dem vurmuştur. Zaten başka ne olabilir ki? Yeni kurulmuş cumhuriyet ile Sovyet Rusya’ya savaş mı ilan mı edecektik? Turan’ı Turancılardan değil de kendi bilgileri ile çözümlemeye çalışan insanların vardığı bu sığ sonuç ile Turancıların hayalperest olarak yaftalanması kesinlikle normaldir. Turancılığın ne demek olduğunu öğrenmek isteyenler için en sağlam kaynak şüphesiz Ziya Gökalp olacaktır. Ancak defaatle belirtmek gerekir, bugün bir daha gördük ki: Turan asla hayal değil! Ziya Gökalp mezarında rahat uyuyacaktır çünkü onun fikirleri ve gösterdiği yoldan tekrar başlanacak, doğruyu bulana kadar yanlışları temizlenecek ve en nihayetinde Gökalp’ın büyük mefkûresi gerçekleşecektir. Tarih bize bunu anlatmaktadır.
Başta belirttiğim konuya dönecek olursam: “Turan Ülküsü nedir?” sorusuna verilecek cevap artık daha açıktır. Turan ülküsü; Mağcan Cumabay’ın “Uzaktaki Kardeşime” şiiridir, Şehit-i Âlâ Enver Paşa’nın Çegan Tepesindeki hatırasıdır, Hüseyin Nihal Atsız’ın Tabutlukta yaşadıklarıdır, Başbuğ Alparslan Türkeş’in komünizme karşı açtığı savaş ve verdiği mücadeledir ve en nihayet Turan ülküsü, Beyaz Kule altında Ziya Gökalp’ın kaleminden çıkanlardır:
Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan,
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.