Tarihin en kadim milleti olan Türkler, ne kadar sorumluluk sahibi olduklarının farkında olmalılardır. Evet, Türk olmak zordur ve bu zorluğa gönüllüdür her bir Türk milliyetçisi.
Korkma, Türk olduğunu söyle, birileri sana ırkçı diyecek, kafatasçı diyecek hatta bazıları savunduğun davanın seni cehenneme götüreceğini söyleyecek, kanma yobaz kafalara, kendi mensubiyetini koru ve savun. Milliyetçi olmak, insanı dinden çıkarmaz ancak kendi mensubiyetini kaybedersen o zaman hiçbir din sana bir milliyet kazandırmayacak.
1872-1937 yılları arasında yaşamış olan kıymetli yazarımız Ömer Faik Numanzade, ‘Ben Kimim’ adlı makalesinde bu durumu izah etmeye çalışmıştır. Düşünün, bundan yaklaşık bir asır önce de aynı şeyleri yaşamıştır Türk milletine mensup olanlar. Bugün de yaşıyoruz ve yakın gelecekte de yaşayacağız gibi gözüküyor. Ancak Türkçülük şuuruyla yoğrulmuş ve yetişmiş gençler, daima bu milliyetin, bu ülkünün savunucusu olacaklardır.
Bazılarınızın aşırı bulduğunun farkındayım ama size vatanına hasret bir birey olarak söylüyorum, az bile. Çünkü atalarım Türklüğünü ve kültürünü savunduğu için kendi yurdundan oldu. Yine de her biri Türk’üm dedi ve mensup olduğu milliyetinden dönmedi. Unutmayalım ki ne uğrunda bedel ödersen onun değeri gözümüzde daha yüksek olur. Doğrudur, bazıları Türk milliyetçileri ve bu ırk hakkında olur olmaz cümleler sarf etmektedir. Ümmetçiliği, Osmanlıcılığı savunmaktadırlar, emin olun ki bunu savunanların kendileri de milliyetçiliğin koruması altında olduklarının farkındadırlar.
Tarihimize baktığımızda Türk kelimesinin ilk kez yer aldığı bilinen eser olan Orhun Yazıtları, 1889 yılında Moğolistan’da, Orhun Vadisi’nde bulunmuştur. Bu yazıtlar, II. Göktürk Kağanlığına aittir. Yazılış tarihleri MS 8. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Yazıtlardan; Kül Tigin Yazıtı 732 yılında, Bilge Kağan Yazıtı ise 735 yılında yazılmıştır. Bazı bilim insanları ise Türklerin daha kadim dönemlerde yaşadığını düşünmektedir.
Düşünün Avrupa’da bile Fransız İhtilali’nden (1789) sonra milliyetçilik akımı oluşmasına rağmen Türklerde milliyetçilik MS 8. yüzyıla ve hatta daha ileriki dönemlere dayanmaktadır. Atalarımız milliyetçilik olgusunun çevresinde birleşmişler ve güçlenmişlerdir. Ne zaman ki bizim kim olduğumuzu unutturmuşlar işte o zaman mağlup olmuşuz.
Rusya gibi büyük bir ülkeyi bölge bölge incelediğimizde kökeni Türk olan onlarca topluluk görebilirsiniz. Hatta bölgelerin adları bile Türk adı olmuştur. Ancak Ruslar, bu halkların akraba olduklarını unutturmuş, bölüp parçalayarak güçsüzleştirmiş ve hükmetmeye başlamıştır. Sovyetler Birliği’nde olan Türk dilli halklara kimliklerini unutturmak için yıllar boyunca ‘Tat’, kadim Türk yurdu olan Türkistan’a ise ‘Orta Asya’ denilmiştir. O dönemdeki bütün kaynaklarda bunu görebilirsiniz.
Çok fazla geçmişe gitmemize gerek yok, Azerbaycan tarihine baktığımızda öncesinde bölgeyi hanlıklara bölerek güçsüzleştirmişler ve sonrasında tamamını istila etmiştirler. En yakın tarihte ise Sovyetlerden bağımsızlığını alan Azerbaycan’ın yönetimine Rusperest biri gelince alfabeye Azerbaycan Türkçesi denilmesinden bile tedirgin olup bunu hemen değiştirmiştir. Buna dönemin Türkçü düşünürleri bile mani olamamışlardır. Evet, bunu Azerbaycan’da başardılar. Ne yazık ki Azerbaycan Türkü kardeşlerimiz kendilerine Azeri demekteler, çoğu sözlükte de Azerice diye geçmektedir. Bunlar bölündüğümüzü, kendimizi tanımadığımızı, birilerinin projesine olanak sağladığımızı göstermektedir.
Kazakistan’da son dönemde olan hadiseler bile bunun bariz göstergesidir. Ruslar, Kazakistan’daki temel unsurun Türk olduğunu kabul etmemekte ve bölgenin Rus yapısının tehdit edildiğini gördüğü zaman bölgede istediği gibi münakaşa yaratabilmekte ve Kazakistan Türk Devleti’nin otoritesini sarsabilmektedir.
Bir diğer örnekse Özbekistan’da Rusların fitnesiyle birbirine düşen iki Tük kökenli halk. 1989’da Fergana Vadisi’nde yaşayan Ahıska Türkleri ile Özbek Türklerini birbirine düşüren Ruslar, olayı durdurmak için müdahale etmeyerek kendilerinin bu projenin yöneticileri olduklarını göstermişlerdir.
Doğu Türkistan’a baktığımızda asırlar boyunca kendimize mahkûm ettiğimiz Çin’e şuan mahkûm durumdayız. Bu durumların yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri, kimliğimizi ve kurduğumuz devletin asıl unsurunun Türk olduğunu unutmamızdır.
Bu durum ne yazık ki Türkiye’de de olmuştur ve olmaktadır. Kendilerine ‘taş medreseli’ olarak hitap edilen Türk milliyetçisi büyüklerimizi konuşturduğumuzda göreceksiniz Türkiye’de bile Azerbaycan Türkü, Özbek Türkü, Kazak Türkü diye Türklerin olduğunu söylemenin suç olduğu dönemler yaşanmıştır. Şu an bile bazı kesimler, Türk milletinin suskunluğundan faydalanarak bu ulu milletin kurduğu devletin bile milliyetinin olmaması gerektiğini savunabilmektedirler. Türkiyeli, Türk vatandaşı gibi yeni terimler getirmek istenmektedirler.
Bazı kendini bilmez zatlar, Osmanlı ve Cumhuriyet’i mukayese ederek Türk insanını ayrıştırmaya çalışmaktadırlar. İnsanları Cumhuriyet’e karşı kışkırtma hatta nefret ettirme çabasındalar. Aslında Osmanlı’yı da Türkiye Cumhuriyeti’ni de kuran ulu Türk milletidir ve devlet aynı devlettir sadece yönetim şeklinde değişiklikler yapılmıştır.
Son zamanlarda Türkiye’mize yapılan kontrolsüz göç dalgasının Sovyetler döneminde Azerbaycan’ın Karabağ ve çevresine Ermenilerin göç ettirilmesine çok benzemektedir. Bölgeye göç ettirilen Ermeniler, günün sonunda bölgenin kendilerinin olduğunu iddia ettiler ve Karabağ’dan Azerbaycan Türklerinin çıkması için baskılar kurdular. Ne yazık ki dönemin siyasetçilerinin ve yerli Türk halkının tepkisiz kalmasından dolayı bölge 30 yıldan fazla işgal altında kaldı. Neticede binlerce şehidin kanı ve canı pahasına işgalden kurtarıldı.
Ülkemizde de ne olduğu belli olmayan kimliksizleştirilmiş bireylerin artması, bu duruma Türk halkının tavizkâr davranması, yukarıdaki örneklerde verilen durumların Türkiye’mizde de olabilme ihtimalini artırmaktadır. Bu yanlışlar ‘demokrasi’ ve ‘hümanizm’ adı altında yapılmakta, gençlerimizi zehirlemekte ve kim olduklarını unutturmaktadır.
Aziz Türk genci-yaşlısı bu örnekleri vermemdeki sebep, kim olduğumuzu unutursak geçmişte olduğu gibi şimdi de gözümüzün yaşına bakmazlar. Birileri, demokrasi getireceğiz adı altında gelir; kültürünü, örfünü, âdetini, ananesini, dinini yasaklar ve kendi hükmünü sürdürür. Vatan dediğimiz yurdumuzu ancak millî duygu ve düşünceye sahip olanlar ve geçmişinden ders çıkaranlar koruyabilir ve yükseltebilir. Kafasını cemaatlere kiralamış, Türk’üm demekten imtina etmiş ve korkutulmuş gençlere, yaşlılara sesleniyorum: İyi düşünün, milliyet olgusunun çevresinde birleşirsek dinimizi, kültürümüzü güzelce yaşayabileceğimiz bir yurdumuz olur. Aksi hâlde yukarıdaki yaşanmış hadiselerde olduğu gibi bölünmeye ve parçalanmaya mahkûm oluruz.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.