Bir şair düşünün ki hayatını, sağlığını, şöhretini, geçmişini, geleceğini, hatta evladını bile vatanı, milleti ve Türklüğü için feda etsin. İşte, bahsedeceğimiz Halil Rıza Ulutürk, tam da böyle bir şairdir. Halil Rıza Ulutürk, günümüz Türkiye’sinde ve genel Türk Dünyası’nda en çok tanınması gereken fakat çok az bilinen şairlerin başında gelir. Bu sebepten ötürü, dilim döndüğünce Halil Rıza’yı anlatmaya çalışacağım.
Halil Rıza Ulutürk’ün hayatını ikiye ayırabiliriz: Biri, Sovyet rejiminde yaşayan ve Halil Halilov olarak bilinen şair; diğeri ise 1980’lerin sonuna doğru başlayan Meydan Hareketleri ve sonrasında Azerbaycan’ın bağımsızlık sürecine giden yolda Azatlık Şairi’ne dönüşen Halil Rıza Ulutürk. Öncelikle, Halil Rıza’yı daha iyi tanımak için normal yaşamına bakalım.
Halil Rıza Ulutürk, 21 Ekim 1932 yılında Azerbaycan’ın Salyan iline bağlı Pirabba köyünde doğdu. Abşeron adlı ilk şiirini 1948 yılında yazan şair, 1950 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Gazetecilik Bölümünde lisans eğitimine başladı. Üniversiteyi bitirdikten sonra dergi ve gazetelerde yayımladığı şiirler ve edebi makalelerle Azerbaycan edebiyat çevrelerinde yankı uyandırdı.
Şairin Bahar Gelir adlı ilk kitabı, 1957 yılında yayımlandı. Aynı yıl, Halil Rıza’daki üstün edebiyat yeteneğini fark eden Azerbaycan Yazarlar Birliği, onu eğitimi için Moskova’daki Dünya Edebiyatı Enstitüsüne gönderdi. Burada birçok yazar ve şairle tanışan Halil Rıza, Azerbaycan’a döndükten sonra, 1959 yılında Azerbaycan Devlet Pedagoji Enstitüsünde yüksek lisans eğitimine başladı. Halil Rıza, Savaş Sonrası Azerbaycan Sovyet Edebiyatında (1945-1950) Şiir Türü başlıklı yüksek lisans tezini 1963 yılında başarıyla savundu.
Halil Rıza, konuştuğu kişilere kullandığı her yabancı kelime için para cezası; Azerbaycan Türkçesini temiz konuşan kişilere ise para ödülü verirdi. Halil Rıza’nın içinde yeşeren millî duygular ve Türkçeye olan bağlılık, Moskova’nın dikkatinden kaçmadı. Merkezin emriyle Halil Rıza, çalıştığı Azerbaycan Devlet Pedagoji Enstitüsünden uzaklaştırıldı. Edebî derneklerin desteğiyle, bölgelerde halkla görüşmeleri engellendi. Enstitüden uzaklaştırıldıktan sonra Azerbaycan Bilimler Akademisi Edebiyat Enstitüsünde çalışmaya başladı ancak burada da hareketleri kısıtlandı. Her adımı istihbarat tarafından izlenen Halil Rıza, tehlikeli sosyal mücadele yolundan uzaklaştırılmaya çalışıldı. Fakat bu engellemeler, onu millî davaya daha da yakınlaştırdı.
Halil Rıza’nın o zamanki durumunu, şair ve yazar Sabir Rüstemhanlı şöyle anlatır:
Halil Rıza’yı anlamayanlar çoktu. Onun cesur ve vatandaşlık bilinciyle yazdığı şiirlerini dinlemekten bile korkanların sayısı binlerceydi. O, kürsüye çıktığında bazıları ayağa kalkıp salonu terk ediyordu. Halil’in anti-Sovyet ve anti-emperyalist çıkışlarını delilik olarak görenler, onun sesini kesmeye çalışan, yüksek kürsülere yolunu kapatan ve onu küçültmek isteyenler, Halil Rıza’nın yeteneğinin Tanrı vergisi olduğunu kavrayamıyordu.
Yaşanan olaylardan sonra, şair kendisini bilime vererek 1985 yılında Maksud Şeyhzade’nin Edebî Yaratıcılığı ve Azerbaycan-Özbek Edebi İlişkilerinin Güncel Sorunları başlıklı doktora tezini savundu. Edebî faaliyetleri ve ilmî çalışmaları dolayısıyla 1986 yılında kendisine Azerbaycan Emektar Sanat Hadimi unvanı verildi.
1980’lerin sonunda, Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı yürüttüğü faaliyetler ve Sovyetlerin Ermeni yanlısı tutumu, Azerbaycan halkını ayağa kaldırdı. Milyonlarca Azerbaycan Türkü meydanlara toplanıp adalet talep ediyordu. İşte Halil Rıza, bu halkın içindeki azatlık ve özgürlük ateşini körükleyen; halkı Sovyet zulmüne karşı ayaklandıran şairlerin başında geliyordu. Bir zamanlar Azerbaycan’ın bölgelerine gitmesine izin verilmeyen Halil Rıza’nın gür sesi artık Azerbaycan’ın tüm illerinden duyuluyordu. Halil Rıza’yı Azatlık Şairi yapan en büyük şiirlerinden biri olan Azatlığı İstemirem meydanların ve milyonların dilindeydi:
Azatlığı istemirem zerre zerre gram gramKolumdaki zincirleri kıram gerek kıram kıram
Azatlığı istemirem bir hap gibi, derman (ilaç) gibi
İsteyirem
Sema gibi,
Güneş gibi,
Cihan gibi!
Çekil, çekil, ey gesbkar (işgalci),
Ben bu asrın gür sesiyem!
Gerek değil sıska bulaq (çeşme),
Men ümmanlar teşnesiyem (denizlere, okyanuslara susamışım)!
Halil Rıza’nın kalbinden gelen öyle bir ateş vardı ki hiçbir şey onu durduramıyordu. Tükenmez enerjisi ve gür sesiyle söylediği şiirler ve yaptığı konuşmalar, halkı meydanlara dökme kudretine sahipti. Onun şiirlerinin karşısında Sovyet rejiminin basını ve propagandası etkisiz kalıyordu. İşte bağımsızlık için çıkılan bu kutlu yolun bayraktarlarındandı Halil Rıza. O bayraktarlar sayesinde Azerbaycan halkı, yapılan zulüm, adaletsizlik ve işgale susmuyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Sovyet rejimi, Azerbaycan halkını susturamayacağını anlayınca 20 Ocak 1990 tarihinde Kızıl Ordu birliklerini ağır silahlarla Bakü’ye soktu ve o gün silahsız masum insanlar katledildi. İşte bu katliam sonrası Halil Rıza’nın Sovyet ordusunun caniliğini dünyaya anlattığı ve açık açık rejim liderlerini hedef aldığı için KGB tarafından hedefe oturtuldu. Tüm uyarılara ve engellemelere rağmen şair 20 Ocak şehitlerinin yedinci anma gününde Şehitler Hiyabanı’nda yapılan programa katıldı. Sadece katılmak ile yetinmeyerek Sovyet lider Gorbaçov aleyhinde şu şiiri okudu:
Haritaya benzeyen daz başına tüpürüm (tüküreyim),
Zincirde tuttuğun Veziryana tüpürüm (o zamanki Azerbaycan’ın Sovyet valisi Abdurrahman Vezirov) Zincirsiz tuttuğun Arturyana (Ermeni) tüpürüm!
Nesil be neslinizi bu dünyadan süpürüm.
Halkıma gaddar yağı (düşmanı), Alçakların alçağı!
Şair program çıkışı Sovyet istihbaratı tarafından tutuklandı. 26 Ocak 1990 tarihinde tutuklanarak Moskova’ya götürülen Halil Rıza, siyasî suçluların tutulduğu Lefortovo Hapishanesi’ne atıldı. Şair burada istihbarat elemanlarının ağır zulmüne maruz kaldı. Ancak ağır şartlara rağmen Halil Rıza mücadelesine burada da devam etti. Hapishane, şairi yıldırmak yerine aksine vatan ve millet için yanan ateşli kalbini daha da alevlendirdi. Lefortovo Hapishanesi’nde kaldığı sekiz aydan fazla süre boyunca Lefortovo Günlüğü isimli bir eser, iki yüzden fazla şiir ve mektup kaleme aldı. Lefortovo Günlüğü şairin Ulutürk adını kullandığı ilk eser olma özelliğini taşıyor. Bu eserden sonra şair, Halil Rıza Ulutürk olarak tanındı. Ulutürk adını hem şair hem de millet o kadar benimsedi ki artık kimse onun önceki mahlaslarını bilmez oldu.
Halil Rıza Ulutürk tutuklanma haber Azerbaycan halkı arasında şok etkisi oluşturdu. Gizlice yayın yapan millî basın, şairin tutuklanma haberini tüm dünyaya ulaştırdı. Azerbaycan halkı adeta ayağa kalktı. Halil Rıza için günlerce protestolar ve açlık eylemleri yapıldı. Halk şairine desteğini bir gün bile olsa bırakmadı. Azerbaycan tarihinde bir kişi için halkın bu şekilde kenetlendiği nadir görülmüştür. Şairin gittikçe güçlendiğini gören Moskova geri adım atmak zorunda kaldı. Şair mahkemesi Bakü’de görülmek üzere serbest bırakıldı. Sekiz buçuk aylık hapis cezasının ardından yurda dönen Halil Rıza Ulutürk’ü halk büyük bir sevgi gösterisiyle karşıladı. Ancak Rus destekli Ermenilerin Karabağ’daki işgali devam ediyordu. Şairin Bakü’ye iner inmez söylediği ilk şiir, onun mücadelesine devam edeceğinin bir göstergesiydi:
Biz Türkistan illeriyik,
Geyret (haysiyet), kudret selleriyik.
Taşnakları kovan bizik,
Dar gözleri ovan bizik.
Yeter meydan suladılar,
Yurdumuzu taladılar.
Bakımızı (Bakü) ezizleyek (sevelim).
Akreplerden temizleyek!
Şule versin bu lal, mercan,
Ermenisiz Azerbaycan!
Halil Rıza Ulutürk, Azerbaycan’a döndükten sonra 1991 yılında Türk Milleti Mükâfatı ve 1992 yılında Azerbaycan Halk Şairi ödüllerine/ ünvanlarına layık görüldü. Ancak şair, Lefortovo Hapishanesi’nde şeker hastalığına yakalanmıştı. Azerbaycan’a döndükten sonra verdiği mücadeleler ve yoğun çalışma temposu hastalığının ilerlemesine neden oldu. Ancak şairin hastalığını en çok etkileyen olay, oğlu Tebriz’in şehadetiydi.
Halil Rıza Ulutürk’ün vatanseverliği yalnızca kendi hayatıyla değil, oğlunun fedakârlığıyla da gözler önüne serildi. Şair ve eşi Firengiz Hanım, yedi yıllık evlat hasretinin ardından dünyaya gelen oğulları Tebriz’e, şairin yüreğinde yanan vatan ve millet sevgisinin korunu aktarmışlardı. Karabağ Savaşı’nın ilk günlerinde gönüllü olarak cepheye giden Tebriz Halilbeyli, gösterdiği cesaretle İçişleri Bakanlığı tarafından tesis edilen Bozkurt ödülüne layık görüldü. Tebriz Halilbeyli, 31 Ocak 1992 tarihinde Karabağ’daki savaşlarda şehit düştü. Şehadetinin ardından Tebriz Halilbeyli’ye Azerbaycan Millî Kahramanı unvanı verildi. Şairin, oğlunun mezarı başında yaptığı konuşmasında gelini Sevinç Hanım’ı tebrik etmesi, onun ne kadar büyük bir dava insanı olduğunu bir kez daha kanıtladı.
Oğlunun şehadeti Halil Rıza Ulutürk’ü manevi olarak yüceltse de diğer taraftan hastalığını daha da şiddetlendirdi. Şair, sağlığı nedeniyle Azerbaycan, Türkiye ve Almanya’da birçok cerrahi operasyon geçirse de hiçbir tedavi fayda etmedi. Ancak tüm bu sağlık sorunlarına rağmen Halil Rıza Ulutürk mücadelesine ara vermedi. Bu yoğun koşuşturmaya dayanamayan yorgun kalbi, 22 Haziran 1994 yılında ebediyen sustu. Halil Rıza Ulutürk’ten geriye vatanı ve milleti için feda edilmiş bir ömür kaldı.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.