Turgut babasına sordu:
-Bey baba, sermaye nedir? Ve hayvanlarda var mıdır?
Babası şöyle cevap verdi:
-Hayvanlarda sermayenin bulunup bulunmadığını anlamak için, evvela mülkiyetin mevcut olup olmadığını yoklayalım. Mülkiyet hayvanlar için münasip olmayan bir kelimedir. Çünkü bu kelimede uzun bir tekâmülün zenginliği saklıdır. Hayvanlarda ancak “temellük” hadisesini tetkik edebiliriz: Hayvan harici âlemde, kendi ihtiyaçlarını tatmin edebilen bazı eşya görür ki bunlar, kendisinde arzu uyandırarak onları kendi mülkü yapmak, benimsemek ister. Bir şeyi kendi mülkü yapmak için elindeki vasıta ise, istihlâk etmek yahut ağzına sokmaktır.
Bunun sırrını anlamak için küçük çocuklara bakmak kâfidir. Onlar, kendilerine verilen şeyleri avuçlarında nasıl sımsıkı tutarlar ve ellerinden alınmak istendiği zaman nasıl bağırırlar yahut ağlarlar! Bunlarda yüksek derecede bir “temellük” sevk-i tabiîsi vardır. Bunu nasıl ifade ederler? Temellük ettikleri maddeyi yutmak için ağızlarına götürürler. Çünkü bir şeyi temellük için onu yutmaktan, yemekten daha iyi bir vasıta yoktur. Hayvanların da temellüklerini ifade için yaptıkları bundan ibarettir. Temellükün bu derhal istihlâk şeklini onlar da bilirler.
Charles Gide’e göre, İngiliz tabiiyatçılarından Thompson Selton hayvanların âdetlerine dair bir eserinde diyor ki: “Bir gün sincaplara fındık atarak eğleniyordum; fındık yere düşerken henüz hiçbirinin malı değildi. Yere düştükten sonra sincaplar hepsi birden yakalamak için fındığın üzerine atılıyorlardı. Fakat fındığı dişleriyle ilk yakalayan bu malın meşru sahibi sayılıyordu. Birkaç saniye sonra, onun fındık üzerindeki sahipliği artık her türlü şüpheden vâreste oluyordu.”
Bu, henüz temellükün yutmak devresidir. Bundan bir derece daha yükseğine çıkalım: Hayvanın derhal maddeyi yutmayarak bir tarafa koyması mümkündür.
Bazı hayvanlar bu işi yaparlar. Hususiyle, sincap bu işi yapar. Köpek de aynı işi yapar. Maddenin derhal yutulmayarak saklanmasıyladır ki hayvanlarda hakikî temellük başlar.
Yine İngiliz tabiiyatçısını dinleyelim:
“Eğer sincap açsa derhal fındığı yer, eğer gıdalanmak ihtiyacını hiçbir suretle duymuyorsa, fındığı üç yahut dört kere ağzında dolaştırdıktan sonra onu kışa mahsus iddihar mahzeninde gizler.”
Turgut sordu:
-Niçin fındığı üç yahut dört kere ağzında dolaştırıyor?
Babası şöyle cevap verdi:
-Demin söylediğim küçük çocuk ki eline verilen şeyi ağzına götürüyordu ve yutmak istiyordu, sincap da aynı şeyi yapıyor. Fakat sincap, küçük çocuktan daha zekidir. Fındığı kırmadan yiyemeyeceğini bilir. Bundan dolayıdır ki sincap, fındığı sakladığı yerde keşfolunduğu zaman gerek başka sincaplar tarafından ve gerek kendi tarafından kolayca tanınsın diye kendi kokusu ile meşbu etmek ister. Âdeta, böyle bir jest ile fındık üzerine kendi mülkiyet damgasını vurur. İşte, temellük böyle başlar: Gerçekli istihlâkten ayrılıp da tasarruf ve iddihar suretinde muhafaza olunduğu zamandadır ki temellük başladı diyebiliriz.
Fakat mülkiyet, hayvanlarda, insanî bir hareket olan hırsızlık suretinde de başlar. Hayvanlar, ekseriyetle birbirinden hırsızlıkla mal çalarlar: Başkası tarafından avlanmış balıkları çalan ve bu suretle dalkavuk, tufeyli hayvanların hususi bir çeşidini teşkil eden balıkçı şahinler buna misaldir. Haşerat âleminde de eşek arısını dahi misal olarak zikredebiliriz. Bu hırsızlığın zikri geçen hayvanlarda mülkiyet duygusunun tamam olduğuna delâlet eder. Proudhon’un “Mülkiyet bir hırsızlıktır.” Sözü meşhurdur. Charles Gide diyor ki: “Bu ifade birçok itirazları davet edebilir. Fakat onu tersine çevirerek; ‘Hırsızlık, bir mülkiyettir.’ Haline koyarsak, her türlü itirazdan azade kalır. Bedihidir ki eğer mal sahipleri olmasaydı, hırsızlar da olmayacaktı.”
Filhakika, hayvanlar, çaldıkları şeylerin başkalarının malı olduğu duygusuna maliktirler.
Hayvanlar, yalnız istihlâk eşyasının ferdî temellükü duygusuna malik olmakla kalmazlar, meskenlerinin temellük duygusuna da maliktirler: Arı kendi kovanını, kuş kendi yuvasını, köpek kendi kulübesini müdafaa eder. Köpeğin efendisine ait eşyayı da nasıl muhafazaya çalıştığı malumdur.
Hayvanlarda maşerî mülkiyet duygusu da var. Sokak köpeklerinin devlet hudutları gibi muayyen sınırları vardır: Her sokağın köpekleri kendi hudutlarını gayet vatanperverane bir hisle müdafaa ederler ve yabancı köpekleri kendi vatanlarının içine sokmazlar. İnsanlara gelince, mülkiyet, umumiyetle sermaye şeklini alır.
Turgut sordu:
-Bu sermaye fikri hayvanlarda da var mıdır?
-Bu suale hem “evet!”, hem de “hayır!” diye cevap verilebilir.
Eğer sermayeden ihtiyat için ayrılarak iddihar edilen gıdalar şeklindeki mülkiyet murat olunursa, “Evet!” cevabı verilebilir. Sincap, fındıklarını koyduğu gizli ambarlara maliktir. Sincap, hatta insan kapitalistleri arasındaki aile babalarının umdesini tatbik eder: Yani, kapitalist babalar bütün tahvilâtlarını, bütün eshamlarını aynı bankaya koymazlar, “Bazısı iflas ederse, bazısı kendini kurtarabilir.” Diyerek, servetlerini müteaddit bankalara taksim ederler. Sincap da bunlar gibi hareket ederek, fındıklarını ayrı ayrı ihtifagâhlarda saklar. Sincapların bu hareketinde taaccübe şayan bir basiret duygusu vardır. Arının kovanıyla karıncanın medhârlarından bahsetmeğe hacet var mı? Hazreti Süleyman insanlara şöyle hitap ediyor: “Tembel! Git, karıncayı gör, o seni irşat edecektir.” Fakat sermayenin alâmetifarikası, yeni bir servet husule getirmek için tasarruf olunmuş bir servet olmasıdır.
Bir lahza için Robinson’un iktisadî hayatını tetkik edelim.
Robinson sincap, arı ve karınca gibi, kazaya uğrayan vapurdan çıkardığı zahireleri iddihar ederken, yalnız onları kışın istihlâk etmeyi ve fena günlerde ihtiyaçlarını tatmin eylemeyi düşünmüyor. Fakat birtakım aletleri, hususiyle adadan kurtulmak için muhtaç olduğu boş zamanı bulmak için bu iddiharlara lüzum görüyor. Bu sandalı yaparken, ava gidemezdi. Bu sebeple, evvelce iddihar edilmiş zahireleri yoksa sandalı yapamazdı. O halde Robinson’un iddihar ettiği zahireler gerçekten bir sermaye idi. Fakat hayvanlarda da böyle olduğunu zannetmemeli: Sincabın, arının, karıncanın medhârları insanların ancak definelerine ve hazinelerine benzetilebilir.
Sermayenin başka türlü bir telâkkisi daha vardır: İktisatta sabit sermaye denilen aletler, makineler, sanat eserleri gibi. Bu sermaye yukarıda söylediğimiz mütedavil sermayeden farklıdır. Acaba hayvanlarda da bu sabit sermaye var mıdır? Bu suale umumiyetle “Hayır!” cevabı veriliyor. Hatta insanı “alet yapan bir hayvan” diye tarif edenler var. Filhakika hayvanlar alet yapmazlar. Çünkü elbiseler hakkında dediğim gibi, aletler hususunda da tabiat tarafından iyice teçhiz edildikleri içindir ki bunlar alet yapmazlar. Tabiî aletleri kâfi olduğu için sunî aletlere ihtiyaçları yoktur. Filhakika, kendilerini hasrettikleri biricik sınâat olan avcılık için, tabiat gerek memeli hayvanları gerek kuşları gerek haşereleri hayrete şayan mükemmel silahlarla teçhiz etmiştir.
Mesken sanatına gelince, tabiat memeli hayvanlara kazıcı tırnakları ve kuşlara da gagalarını nâkâfi olarak vermişse de haşerata ve hatta insanlara bile tefevvuk eden gayet mürekkep aletler vermiştir. Burgu, iğne, bıçkı, şırınga, bîz gibi birçok aletler hayvanlarda vardır ve onları korkunç bir hale sokar. Bunlardan daha iyi aletleri ne yapacaklar? Bununla beraber, alet yapan hiçbir hayvan yoktur demek de doğru değildir. Birçokları avını yakalamak için tuzaklar yaparlar. Örümceğin ağını bilmeyen yoktur. Bu, örümceğin ne bir elbisesi ne de bir meskenidir. Avcının yahut balıkçının ağı gibi bir ağdır, bir tuzaktır.
İnsanları hayvanlardan ayıran amil, aletler yapmak değildir. İnsanları hayvanlardan ayıran, yalnız ateş yakmaktır. Ateş yakabilen mahlûk yalnız insandır. O halde medeniyetin temeli ateş yakmaktır, diyebiliriz.
KAYNAKÇA
Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. Ötüken Neşriyat. Sf.135.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.