Ekonomi faktörü, insanlık tarihinin her döneminde önemli idi. Ancak, son üç asırdan beri, üzerinde en çok konuşulan, araştırma yapılan ve eser verilen saha durumuna gelmiş bulunmaktadır.

Günümüzde, dünyamız politikasında ekonomi faktörü âdeta belirleyici faktör durumuna geçmiş, milletlerin tasnifinde, ilişkilerinde ve bloklaşmasında esaslı bir biçimleyici ve karakter tayin edici âmil olmuştur. Ekonomi, yalnız milletler arasında değil, bir milletin sosyal, kültürel ve politik yapısında dahi dinamik bir rol oynamaya başlamış bulunmaktadır. Bütün insan gruplarının ve fertlerinin hayatında ve endişelerinde ön sıraya gelmiş durumdadır. Dünyamız, âdeta iki büyük ekonomik kampa bölünmüş, milletlerin iç ve dış politikaları, bu kamplaşmanın etkisinde oluşmaktadır. Bazı milletler, bu kamplardan birine katılmış, bazıları bunların arasında yalpalamakta, bazıları da bunların dışında üçüncü bir yol bulmanın özlemi içinde kıvranmaktadır.

Öte yandan, açıkça müşahede edilmektedir ki, kapitalizm de komünizm de mensuplarını mutlu edememekte, her iki beşerî tecrübe de hüsranla neticelenmiş bulunmaktadır. Beşeriyet kendini bu iki ekonomik sistemden kurtaracak üçüncü bir mesaj beklemektedir. Biz, inanıyoruz ki, bu, İslâm’dır. İnsanlık, bundan bin dört yüz yıl önce peygamber idrakine indirilen bu vahiy nizamını öğrendiği zaman onu yepyeni bir mesaj olarak bağrına basacaktır. Bizlere düşen iş, bu ilâhî nizamı saptırmadan dosdoğru olarak ve yeni kavramlarla beşeriyete sunmaktır.

Bilindiği üzere ekonomi, üretim (istihsal), tüketim (istihlâk), değişim ve dağıtım (mübadele), iş bölümü gibi dört ana faaliyetin bir sentezi üzerine kuruludur. Bu ekonomik faaliyetler, sistemin adı ne olursa olsun, her cemiyette mevcuttur. Hiç şüphesiz, İslâm ekonomi sistemi de bu dört ekonomik faaliyet üzerine oturacaktır. Ancak, İslâm’da, bu faaliyetler başıboş değildir; her ekonomik faaliyet, edille-i şer’iyyenin murakabesi altındadır.

İslâm ekonomi sisteminde, üretim de tüketim de, iş bölümü de dinin ve İslâm’a aykırı düşmeyen törenin sıkı kontrolü altında cereyan eder. Hangi ekonomik faaliyet içinde bulunursanız bulununuz, İslâmiyet, karşınıza helâl-haram yahut serbest-yasak gibi normlar ile çıkacaktır. İslâm ekonomi sistemi içinde bulunan müminler, üretirken, tüketirken, mal ve hizmet alıp satarken, iş bölümü yaparken, mülk edinirken, tasarruf ederken… devamlı olarak helâl olanı tercih etmek ve haram olandan ısrarla kaçmak zorundadır. Aksi halde manevî ve maddî müeyyideler, karşısına dikilir.

İslâm ekonomi sisteminde her mümin, helâl olan mal ve hizmetleri üretecek, helâl olan mal ve hizmetleri israf etmeden tüketecek, her nefis kesbettiğine (kazandığına) rehin olduğunu bilerek mal ve hizmet mübadele edecek, emaneti ehline tevdi edici bir iş bölümü şuuru içinde teşkilâtlanacaktır. Bu konularda, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

“Allah’ın size rızk olmak üzere verdiği şeylerden helâl ve tertemiz olarak olanı yeyin. Kendisine imân etmiş olduğunuz Allah’tan korkun” (el-Maide Sûresi, âyet, 88).

“Ey imân edenler, şarab, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır” (el-Maide, âyet, 80).

“Yiyin, için, israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez” (el-Araf Sûresi, âyet, 31).

“Her nefis, kazandığı (kesb ettiği) şey mukabilinde bir rehindir” (el-Müdessir Sûresi, âyet, 38).

“Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş? De ki, onlar dünya hayatında iman edenler içindir” (el-Araf Sûresi, âyet, 32).

KAYNAKÇA

S, Ahmet, Arvasi. Türk İslam Ülküsü 2. İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. 2015. s.69, 70

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.