Üzerinde yaşadığımız yerküre hem kendi ekseni etrafında hem güneş çevresindeki yörüngesinde sürekli döner durur ancak her iki hareketin yönü ve hızı hiç değişmez. Dünyamız sık sık hız ve yön değiştirecek olsaydı, üzerinde tutunup, yaşamamız mümkün olmazdı.
Fizik alanında tabiatın değişmeyen (statik) yönünü, temel birimler olan elementler oluşturur. Demir, bakır, alüminyum, silisyum gibi elementler, doğada bileşikler halinde bulunurlar. Bununla birlikte yapısal özelliklerini korurlar ve özünde herhangi bir değişikliğe uğramazlar.
Bahçemize diktiğimiz bir ceviz ya da erik fidanı, beş on sene içinde kocaman bir ağaç olur. Sonbahar gelince yaprak döker, baharda çiçek açar ama meyvesi değişmez, hep aynıdır. Ceviz, ceviz olarak erik de erik olarak varlığını sürdürür.
Her değişenin içinde değişmeyen bir öz, bir esas bulunur. Her canlı, bir değişmezlik (statik), öbürü değişkenlik (dinamik) ilkesine bağlı olarak varlığı sürdürür. Öz benliğini koruyarak meydana gelen değişmeye gelişme, öz benliğini yitirerek ortaya çıkan değişmeye de çürüme veya bozulma diyoruz.
Altmış yaşındaki bir insan, ilkokul sıralarında çekilen fotoğraflarına bakınca ne kadar değişmiş olduğunu görür; ancak bu kadar değişmişliğe karşın, yine de kendi kendisi olarak kaldığını bilir.
İnsanlar, binlerce yıl önce mağaralarda ve ağaç kovuklarında yaşıyorlardı. Doğal hayatta bulabildikleri yiyeceklerle besleniyorlardı. Sonra avcılık yapmaya başladılar daha sonra da bazı hayvanları evcilleştirip sürüler otlattılar ve nihayet toprağı işleyip tarım yapmayı öğrendiler. Klandan, boy ve boy birlikleri çağına, kavimden millet durumuna gelinceye kadar birçok sosyal değişime uğradılar.
Toplumun değişmezlik (istikrar) halini, maddi alanda coğrafyası, manevî alanda da dil, din, kültür ve gelenekleri oluşturur. Aslında bunlar da mutlak değişmezliğe mahkûm şeyler değiller. Bir toplum, yerini değiştirdiği gibi onun gelenekleri de değişikliğe uğrayabilir ancak her değişiklik, toplumun kendi özünü koruyarak gelişmesine yardımcı olmalıdır. Aksi halde, toplumun istikrarı sağlanamaz. İstikrar olmayınca toplum kendi özüne yabancılaşmaya ve başkalaşmaya başlar, zamanla kimlik ve kişilik değişimine uğrar. Bundan dolayı her canlı gibi toplum da kendisini, kendisi olmaktan çıkaracak veya zayıf düşürecek tehlikeli değişmelere karşı, varlığını korumak zorundadır. Bazı hallerde, toplumun güçlenmesi için istikrar kadar, değişim de gerekebilir. Söz konusu değişim, sosyal sistemin varlığını koruma amacına yönelik olmalıdır. Devam ettirilmesi halinde, topluma fayda yerine zarar verecek bazı gelenekler, yeni şartlara uygun hale getirilebilir ya da onlardan büsbütün vazgeçilerek, sistemin daha güçlü olarak ayakta kalması sağlanabilir. Öze zarar vermeyen değişme de aslında toplumun devamını sağlamak içindir. Bu durum, bir ağacın kuruyan, ya da kurumaya yüz tutan dallarını budayıp onu güçlendirmeye benzer.
Bu genel bilgilerin ışığında, özellikle kendi toplumumuz için bazı değerlendirmeler yapabiliriz. Yanlış algılamaları kötü niyetleri, maksatlı yorumları gözden geçirebiliriz
Eskiden en değerli binek hayvanı at idi. Zenginler koşumlu atlara binerlerdi. Baba evinden çıkan gelin, yeni evi ne davul zurna eşliğinde ve at üstünde giderdi. Şimdi yalnızca şehirlerde değil, köylerde de telli duvaklı gelinler artık ata binmiyorlar, süslenmiş arabalara biniyorlar. Yemekler siniler içinde ve yer sofrasında yenirdi, şimdi genellikle masalarda yeniyor. Biraz hali vakti yerinde olanlar, yer yatağında değil de karyolada yatıyorlar. Ticaret malları, eskiden olduğu gibi deve kervanlarıyla taşınmıyor, tırlarla taşınıyor. Şehirler arasında haberleşme, güvercin veya posta katarlarıyla yapılmıyor, telefonla oluyor. Ulaşım ve iletişim alanında ortaya çıkan buluşlar, o alandaki gelenekleri ve alışkanlıkları değiştirmiş bulunuyor. Daha da değiştireceğe benziyor.
Bunlar yüzeysel değişmelerdir, toplumun millî kimliğini ve kişiliğini yıkmaya veya zayıflatmaya yönelik şeyler değildirler. Toplum açısından yıkıcı ve yıpratıcı olan şey, dil, din ve kültürel değerler üzerinde, kasıtlı ve sinsice yapılmak istenen değişimlerdir. Millî ve manevî değerler için: “Onlar eskidi, dünyada her şey değişmiştir, yeniliklere ayak uydurmak lazım. Uzay çağında artık dinî geleneklerin sözü mü olur?” deyip bunların toplum hayatından artık çıkarılıp atılması gerektiği yolundaki görüşler, çoğunlukla art düşünceli ve maksatlıdır. Bu tür hezeyanlarla, millî değerlere saldıranlara, her şeyden önce, uzay çağının öncüleri olan sanayi toplumlarının, kendi kültürleri üzerine nasıl titrediklerini göstermek gerekir.
Toplumda değişen ve değişmeyen ilişkisini doğru değerlendirmek gerekir. Millet için yarınlar çok önemlidir ama gelecek dünden ders ve hız almalıdır. Nesiller arası çatışma olumlu yöne yönlendirilmelidir. Mevsimlik modalara teslim olmuş bir değişim, toplumu geliştirmez, çözülmeye götürür.
Durağanlık da gerileme sayılır. Herkesin ilerlediği bir dünyada, olup bitenlere seyirci kalmak yani yerinde saymak da bir anlamda gerilemektir. Bundan dolayı Hazreti Peygamber: “İki günü eşit olan ziyandadır” buyurur.
Değişme, eğer gelişme ve güçlenme sağlıyorsa değerlidir
KAYNAKÇA
Kollektif, Türk Düşüncesi, İrfan Yayınları, sf 124.
2025-05-06
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.