TÜRK, DEVLET ve DEVLET ADAMI

5
(2)
TÜRK, DEVLET ve DEVLET ADAMIVahit Türk

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, terörle ve teröristle müzakere edilmeyeceğini ancak mücadele edileceğini önce kendi yurttaşlarına, sonra ise bütün dünyaya pek çok kez açıkladı. Devleti yönetenler ayırdında olmasa da bugünkü durum, devletin yalan söylemeyeceğini düşünen, devletine inanıp güvenen herkesi büyük bir şaşkınlığa düşürmüş, devlete olan güveni sarsmıştır. Millet hem kendisine hem de devlete asıl fikir babaları dışarıda olanlarla yerli iş birlikçiler eliyle bir tuzak kurulduğunu düşünmekte, kendisinin dışarıda yazılmış bir senaryoda figüran yapılmak istendiği kuşkusunu ve endişesini taşımakta ülkesi ve devleti için kaygılanmaktadır.

Son yaşananlar, Türk’ün ne ve kim olduğunun devleti yönetenlerce gereğince bilinmediği gibi teröristle pazarlık yapılmaz sözünden de dönüldüğünü, teröristlerle müzakere edildiğini ve bunun sürdürüleceğini göstermektedir. Devlet, bugün de teröristlerle hiçbir konuda pazarlık yapılmadığını ve yapılmayacağını her fırsatta açıklama gereği duymakta ancak muhatap olarak aldıkları teröristlerin hem kendileri hem de TBMM’deki uzantıları sürekli birtakım koşullar ileri sürmekte, teröristlerle devletin pek çok konuda pazarlık yaptığını gösterir açıklamalar yapmaktadır. Bizler, her ne kadar devletimize güvenmek istesek de olup bitenler, teröristlerin açıklamaları güven duygumuzu zehirlemekte, gönüllerimizi bulandırmaktadır. Teröristlerin ve temsilcilerinin açıklamalarına göre öne sürülen koşullar içinde teröristlerin affından anayasadaki Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Türk devleti olduğunu belirten maddelerine, hatta vatandaşlık tanımını açıklayan maddesine kadar değişiklik önerileri yer almakta, özel hukuk uygulamaları dile getirilmektedir. Bütün bunlar, teröristlerin ülkeyi bölerek egemen güçlere hizmet edecek bağımsız bir kukla devlet kurma amaçlarından hiçbir koşulda vazgeçmediklerinin ve vazgeçmeyeceklerinin, bölgedeki içinde Türkiye’nin de olduğu dört devletin sınırlarını değiştirmek istediklerinin, yani asıl gündemlerinin hiçbir koşulda değişmediğinin ve değişmeyeceğinin göstergesidir. TBMM başkanının birtakım açıklamalarının teröristlerin açıklamalarıyla örtüşmesi de ayrıca güven duygumuzu büsbütün boşa çıkarmaktadır.

Devleti yönetenler şehit ailelerini üzmeyeceklerini açıklamalarına karşın terörist başına bugüne dek görülmemiş ve akla gelmemiş biçimde güzel sıfatlarla hitap edilmesini, Türkçenin bu güzel sözcüklerinin kirletilmesini, teröristlerin Meclis’teki temsilcilerinin ölüsüne-dirisine barış güvercini muamelesi yapılmasını ne şehit aileleri ne de millet kabullenmekte, bütün ülke şaşkın biçimde olan biteni anlamlandırmaya çalışmakta hem bütün Türk milleti hem de eşini, çocuğunu, babasını, kardeşini bu ülke için toprağa vermiş, yıkık dökük evinin damına ve ciğerparesinin mezarına bayrak asılmış şehit aileleri, Meclis’teki temsilcilerinden hiç olmazsa namusları ve şerefleri üzerine ettikleri yemine bağlı kalmalarını beklemektedir.

Teröristlerin merhametine teslim edilmiş görüntüsü verilen korucular, kendilerini büsbütün terk edilmiş ve yalnız hissetmektedirler. Teröristlerin temsilcilerinin bunlara karşı had bilmez söz ve davranışlarına tahammül edilmesi, zihinlerimizdeki devlet kavramıyla bağdaşmamaktadır. Teröristlerin ve Meclis’teki temsilcilerinin devlet tarafından Kurmançça, Soranice, Zazaca ve öteki yerel ağızları konuşan bütün yurttaşlarımızın temsilcisi olarak kabul görmesi, kendisini “Ne mutlu Türk’üm diyene” özlü sözünün içinde gören vatansever Kürtleri, Soranileri, Zazaları ve diğerlerini endişeye sevk etmekte, onlara hayal kırıklığı yaşatmakta, onlarda terör örgütünün insafına terk edildikleri duygusunu doğurmakta, devlete duydukları güveni zedelemektedir.

Yurttaşlarımızın zihninde bu yaşananların dış kaynaklı bir projenin sonucu olduğu düşüncesi hâkim durumdadır. Türk ulusu, kendi oylarıyla seçilenlere böyle bir proje içinde bulunmayı konduramamakta, olup bitenleri anlamakta güçlük çekmekte, ülkesi için kaygılanmaktadır. Çünkü bir önceki denemenin sonucu olarak yalnızca Diyarbakır Sur’daki çatışmalarda yitirdiğimiz 792 yiğidimizin ve öteki şehitlerimizin hesabı henüz görülmedi. Bu hesap görülmemişken yönetme makamında olanlara o şehitlerin aziz ruhlarının incitilmesinin sorumluluğunu göze aldıranın hangi güç, hangi düşünce olduğu bütün milletimizce merak edilmektedir.

Terörsüz Türkiye diye çıkılan yol, silah bırakma adı altında yapılan meydan okuma ve gövde gösterisiyle daha başlangıçta sakatlandı ancak Türk milletine bu rezaleti bile başarı olarak sunma zorlamalarını millet kabul etmedi. Çünkü ortada ne silah bırakma ne de terörden vazgeçme emaresi vardı. O gösteride devleti dize getirdiğini düşünen ve bunu bütün dünyaya gösterme çabasında olan teröristler vardı, bütün koşulları belirlediği izlenimini veren bir terör örgütü vardı, bütün dünyanın gözleri önünde sözde egemen güçlere yaranma çabası yanında millete sunulan bir ahlaksızlık ve yalan vardı.

Devletin, eşkıyaya mağlup olmuş duruma düşürüldüğünün, en azından böyle bir görüntü verildiğinin ayırdında mısınız? Ve ileride bunun doğuracağı sonuçlar hesaplandı mı?

Bu ülkenin yurttaşı olan birtakım kişilerin, kendilerini bu ülkenin sahibi ve burada yaşayanların efendisi zanneden, halka tepeden bakan birtakım çevrelerin planlı ve sürekli bir biçimde Türk kimliğine saldırdıkları, devletin kurucu kimliğini örselemeye çalıştıkları, sürekli Türklük değerlerini aşağılama çabası içinde oldukları, bu koroya yer yer ülkeyi yönetme makamında olanların da katıldıkları görülmektedir.

Devletin kurucu önderi; “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” derken yüzyıllar boyu devşirmeler tarafından örselenen Türk kimliğinin itibarını iade etme çabası içinde idi. Bugün yaşananlar, bu kurucu düşünceden intikam alınmak istendiği izlenimi doğurmakta, “Ne mutlu Türk’üm diyene” düşüncesine sahip bütün yurttaşları endişelendirmektedir.

Yukarıda belirtildiği üzere Türklük, bin yıllardır bazen coşkun, bazen durgun ama derin derin akan, çevresini besleyen ve çevresinden beslenen, geçtiği her yere hayat veren bir ırmaktır, çok derin bir tarihte ve oldukça geniş bir coğrafyada izler bırakmıştır. Bu derin tarihte ve geniş coğrafyada onlarca kavimle karşılaşmış, onlarla iç-içe ya da komşu olarak yaşamış, kendisine zarar verilmediği sürece hiçbirine kötü gözle bakmamış, ayrım yapmamış, hiçbir çağda ırkçılık nedir bilmemiştir. Hepsini eşit insanlar olarak görmüş, onları koruma uğruna kanını ırmaklar gibi akıtmış, kemiğini dağlar gibi yığmıştır. Kendilerini insanlığın ve evrenin sahibi zannedenlerin, kişioğlunun görüp göreceği en büyük ırkçıların ve onların ülke içindeki beslemelerinin Türk’e ırkçılık yaftası yapıştırmaya çalışması, kendi suçlarını örtme çabası olduğu gibi Türk’ün kendine geleceği, tarihinden kaynaklanan düşler kurmaya başlayacağı, insanlık üzerindeki oyunlarını bozacağı endişe ve korkularının sonucudur. Çünkü onlar, geçmişte gerçekleşenlerin gelecekte de gerçek olabileceğini çok iyi bilmekte ve bunu önleyici tedbirler almaya çalışmaktadırlar.

Türk devletini yönetenler, öncelikle hangi makamda olduklarının idrakinde olmalılar. Türk’ün tarihini, insanlık tarihindeki yerini bilmeli ve ona göre davranmalılar. Büyük ulusların sorumlulukları da büyük olduğu gibi bu sorumluluğun yükü de ağır olur. Böyle bir ulusu yönetenler ve yönetmeye talip olanlar bu durumun ayırdında olarak davranmayı bilmek, büyük düşünmek, bilgi sahibi olmak ve bilgiye değer vermek, kiminle nasıl muhatap olunacağını bilmek, kime nasıl davranacağının bilincinde olmak, oturduğu makamın şerefini düşünmek, küçüklükten ve basitlikten uzak olmak zorundadır. Bu, Türk ulusuna olduğu kadar insanlığa da bir borçtur. Çünkü Türk, yalnızca bölgenin değil bütün kişioğlunun umududur. Bu umudun karşılığını vermek, onu boşa çıkarmamak, tarihin Türk’ün omuzlarına yüklediği bir sorumluluktur.

Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihiyle, gelenekleriyle, birikimiyle, insan potansiyeliyle, devlet anlayışıyla, dünyaya ve insanlığa bakışıyla, yönetim biçimiyle bölgemizdeki tek gerçek devlet olduğu yönetenler tarafından artık idrak edilmelidir. “Ne mutlu Türk’üm diyene” özlü sözünün anlamı üzerinde düşünülüp bunun ayırıcı değil kuşatıcı olduğu kabul edilmeli, bu söz içinde ülkede yaşayan herkese yer olduğu anlaşılmalıdır. Bin bir emekle, kanla, irfanla kurulmuş olan bu devletin kuruluş ayarlarıyla oynamaktan, gençlik hevesleriyle ve yanlış kaynaklardan beslenme dolayısıyla kişiliklerin bir parçası durumuna getirilen devlet karşıtlığının sürdürülmesinden vazgeçilmelidir. Düşlerinde göremeyecekleri, hayal bile edemeyecekleri makamlarda bulunma fırsatı yakalayanlar, bunu, devlet ile milleti buluşturan Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet’i kuranlara borçlu olduklarını anlayıp şükran duygusuyla davranmalı ve görevlerini en iyi biçimde nasıl yapacaklarının, ülkeye ve millete daha iyi nasıl hizmet edeceklerinin hesabını yapmalı, ellerine geçen bu fırsattan dolayı Tanrı’ya şükretmeliler. Milletin enerjisini ve potansiyelini boş, sonu olmayan ve gereksiz uğraşlarla yok etmek yerine daha güzel bir gelecek hayaline yönlendirmek yöneticilerin görevi, hatta borcudur, bu yapılırsa hizmet etmenin mutluluğu yaşanır, millete ve devlete yararlı olunur. Yönetici makamındaki kişiler, milletle, milletin değerleriyle ve devletle barışık olmalıdır. Aksi durumda ne var ne yok kaybedilir, kavga edilecek bir devlet dahi kalmaz… Bir yönüyle devletler ve milletler mezarlığı olan tarih, bir yönüyle de bize sürekli bu tür örneklerin hikâyelerini anlatan ulu bir akıldır, bu aklı ihmal edenlerin sonu ise hep hüsran, hep yıkım, hep yokluk olmuştur…

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE…

Bu yazı ne kadar faydalıydı?

Puan vermek için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama puan 5 / 5. Oy sayısı: 2

Henüz oy yok! Bu yazıyı ilk siz değerlendirin.

Bu yazıyı faydalı bulduysanız...

Bizi sosyal medyada takip edin!

Bu yazının sizin için faydalı olmamasından dolayı üzgünüz!

Tell us how we can improve this post?

Yorum bırakın