Gençlik toplumun en dinamik ve önemli kesimidir. Özgür düşüncenin ve insan aklının varlığında, yeni bir davranışın gelişmesi ve yükselmesinde, toplumun temel gücü, enerjisi ve ümit kaynağıdır. Gençlik, siyasi hedefleri, kalkınmayı ve refahı gerçekleştirici, yükseltici ve ilerleticidir. Gençliğin, milletin geleceğini temsil etmesi bakımından son derece hayati önemi vardır. Bir milletin geleceğini, gençliğin genel durumundan yola çıkarak tahmin ve tespit etmek mümkündür. Gençlik, milletin geleceğini parlak ve aydınlık yapabileceği gibi, o milletin geleceğini felaketlerle dolu bir akıbete de sürükleyebilir.

Buradan yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğu günden bu yana, tarihi seyri içerisinde gençliğin durumuna baktığımızda, milletimizin yaşadığı felaketleri ve yapmış olduğu hamleleri daha doğru değerlendirmek mümkün olacaktır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nden anladığımız kadarıyla, Cumhuriyetin gelmesiyle birlikte düşünen, okur yazar, toplumun bütün meseleleriyle ilgili olan bir gençlik arzu edilmektedir. O tarihlerden günümüze kadar gelindiğinde durum zaman zaman böyle olmuş, fakat arzu edilen neticeler bir türlü elde edilememiştir. Cumhuriyet tarihine baktığımızda gençliğin toplum meselelerinde en aktif rol aldığı dönem olarak 1968-1980 arası gözümüze çarpmaktadır. Bunun öncesinde de bir takım gençlik cereyanları baş göstermiştir fakat söz konusu hadiseler genel itibariyle kişi veya olaylara tepki olarak göze çarpar. Oysa 1968-1980 arasında gençliğin oynadığı rol bir takım ideolojilere bağlı olarak şekillenmiştir. Gençliğin ideolojik hadiselerde yer almasının sebebi insanlığın yaradılış itibariyle bir dünya görüşüne ihtiyacı olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ihtiyaç, o kadar köklüdür ki, bu yüzden bütün dünyada bir felsefe tarihi doğmuş bulunmaktadır. İnsanlar samimiyetle bağlanacakları ve kendilerini mutlu edecek bir inanç ve dünya görüşü istemektedirler. Gelmiş ve geçmiş bütün insanlar bu ihtiyaçla kıvranmış ve kıvranmaktadır. Bugün insanı düşünmekten alıkoyan çılgınca danslar, delice müzikler, arenaya dönüştürülen stadyumlar, kumar, fuhuş ve uyuşturucu madde gibi tuzaklar bile her şeye rağmen düşünen ve inanan insanı tamamen yok edememiştir.

1968-1980 arasında Türkiye’de yaşanan hadiselere baktığımız zaman karşımıza, gençliği etkileyen başlıca 3 farklı ideoloji çıkmaktadır. Bunlar; dönemin Sovyetler Birliği tarafından desteklenen, kendi içerisinde birçok fraksiyonlara ayrılmış “Komünizm”, kimisi İran Devrimi kimisi Ortadoğu’da ki Müslüman Kardeşler özentisi silik bir “Siyasi Ümmetçilik” ve Türk Milletinin inanç ve tarih köklerinden beslenen, tamamen yerli ve milli olmasıyla ön plana çıkan “Ülkücü Hareket” olarak göze çarpmaktadır. Zamanla saflar netleşmiş ve mücadelenin seyri “beynelmilel ideolojiler” ve karşılarında duran “Milli İdeoloji” olarak belirginleşmiştir. İlk yıllarda okuyan, araştıran, tartışan bir grup olarak göze çarpan komünistler, 1980’e yaklaşıldığında tamamen yer altı örgütlerine dönüşmüş ve fikirlerin yerini kanlı bir devrim hayali, kitapların yerini ise silahlar almıştır. Buna karşın ilk yıllarda sayıca az ve güçsüz bir görüntü arz eden Ülkücü Hareket giderek büyümüş, sağlamlaşmış, adeta bir volkan gibi patlayarak memleketin bütün sathında söz sahibi hale gelmiştir. 1978 yılında, yurt çapındaki sayısı 1250’yi bulan Ülkü Ocakları başta olmak üzere, her sahada örgütlenmiş bulunan 18 ülkücü kuruluş durmaksızın çalışarak Türk Milleti’nin ihtiyaçlarına cevap vermek için olağanüstü gayret göstermişlerdir. Nitekim aziz Türk Milleti’nin Ülkücü Hareket’e sandıkta göstermekte olduğu teveccühten büyük rahatsızlık duyan emperyalist güçler, 12 Eylül 1980’e gelindiğinde düğmeye basmışlar ve bu milli kalkınma hamlesini yok etmek istemişlerdir.

12 Eylül darbesinden sonra, emperyalist güçler ve onun yerli işbirlikçileri tarafından inşa edilmek istenen Türkiye’ye baktığımızda, Liberal-Kapitalist ekonomik programların uygulandığı, küresel sermayenin emrine girmiş, tamamen dışa bağımlı, batıya entegre olmak adına taviz üzerine taviz veren bir Türkiye karşımıza çıkmaktadır. Günümüze kadar sürüp gelen bu anlayış, toplumun tamamını yozlaştırdığı gibi, en büyük tesirini ise şüphesiz gençlik üzerinde göstermiştir. Darbeden sonra yurdun her köşesinde mantar gibi bir anda biten meyhaneler, gece kulüpleri ve fuhuş yuvaları toplumun ahlakını bozmuş, ekonomik tavizler sonucunda delik deşik olan sınırlarımızdan geçen uyuşturucu maddeler gençlerimizi zehirlemiş, siyaset ile uğraşan insanlara cezaevlerinde yapılan işkenceler ve oduncu kantarına dönmüş mahkemeler tarafından verilen idam cezaları, milletin başının üstünde adeta Demokles’in kılıcı gibi sallanmış ve topluma korku salmıştır. Bunun sonucunda, fikir tartışmalarının yerini futbol, magazin, vs. gibi topluma hiçbir fayda vermeyecek konular almış, toplumun niteliği hızla aşağılara düşmüş, düşünen nesil yerine nemelazımcı, eyyamcı, menfaatperest, korkak ve apolitik bir toplum inşa edilmiştir. Batıya olan entegrasyonumuz sonucunda Avrupa’lı gibi düşünen, Avrupa’lı gibi yaşayan, Avrupa’lı gibi giyinen, batının teknolojik hamleleri karşısında aşağılık kompleksine bürünmüş bir gençlik ortaya çıkmıştır. Türk insanının ihtiyacı olan ideolojik boşluğu ise aksiyoner, doktriner bir milliyetçi cereyan yerine, batının üstünlüğünü baştan kabul etmiş, onun ekonomi politikalarını benimsemiş, boyuna kadar zümre ve grup taassubuna batmış olan bir takım cemaatlerin ve tarikatların doldurmasına destek verilmiştir. Bu grupların meydana getirdiği fikirsiz, miskin, statik gençlik, tabi ki Türk Milletinin kalkınmasını ve nitelik kazanmasını sağlayamamış, Türk gençliğinin ihtiyacı olan heyecanı ve mefkureyi verememiştir. Aksine siyasetle iştigal etmenin zararlarından bahsedilerek,  sürekli siyasetin günah ve yanlış olduğu gençliğin beynine yine bu cemaat ve tarikat müesseseleri tarafından pompalanmıştır.

Günümüzde, Türkiye’deki orta ve yüksek öğretim kurumlarında öğrenim gören gençlerin durumuna baktığımızda, geleceğimizden ürpermemek elde değildir. Kitap okuma oranları yerlerde sürünmekte, gazete ve dergi tirajları çok düşük miktarlarda gözükmektedir. Televizyonlarda faydalı programlar yerine, toplumun ahlakını kötü yönde etkileyecek bir takım diziler insanlarımıza izletilmekte, sosyal medyada boş işlerle zamanımız heba edilmektedir. Akıllı telefonlar aracılığıyla insanlarımız arasındaki iletişim ve sosyal diyalog kopma noktasına gelmiştir. Orta öğretimde okuyan gençlerimiz adeta yarış atı gibi sınavlara hazırlanmakta, gelecek kaygısı yüzünden bütün yeteneği 5 şıktan doğru olanı bulmak olan bir nesil sözde bilim yuvası olan üniversitelerimize gönderilmektedir. Yüksek öğretimde okurken en verimli yıllarını eğlence ve kötü alışkanlıklarla geçiren gençlerimiz, mezun olduklarında iş bulamama kaygısı yüzünden çeşitli ruhi bunalımlar geçirmekte ve sağlıksız bir nesil toplumun tamamını sarmaktadır.

Ülkemiz uzun yıllardan beri bir kültür emperyalizmine maruz kalmış bulunuyor. Bunun meydana getirdiği bir takım sosyal hastalıklar toplum üzerinde tedavisi zor olan yaralar açmakta. İnsanımız gittikçe benliğinden uzaklaştırılarak kendine yabancılaştırılmak isteniyor. Televizyonlarda tartışılan fikirler içerisinde Milliyetçilik tenkit bile edilmeyerek yok sayılmaktadır. Çünkü eğer bir fikri mağlup edemiyorsanız onu toplum önünde yok sayarak hükümsüz hale getirmek en mantıklı yoldur. İşte milletimizi kalkındıracak ve mutlu edecek yegane yol olan fikirlerimiz bu şekilde ayaklar altına alınarak yok edilmeye çalışılıyor. Bizler de geri beslenmemizi yapmayarak, okumayarak, yazmayarak, çalışmayarak bu kavgayı baştan kaybettiğimizi kabul ediyor ve cepheyi adım adım terk etmek durumunda kalıyoruz. İdeolojilere bakarken gözden kaçırdığımız bir şey Liberal-Kapitalizm denilen sömürge canavarının, karşımıza diğer ideolojiler gibi çıkacağını sanmamızdır. Oysa Liberal-Kapitalizm, bugün bize yaptığı gibi her şeyden önce ferdiyetçiliği aşılayarak ideolojik savaş sahasını boşaltır ve gençliği depolitize ederek, sadece midesini düşünen ekonomik insan (homo economicus) haline getirir.  Böylece karşısında bir fikir sistemi kalmaz ve o bulunduğu coğrafyayı rahatça sömürebilir. Bunun karşısında durabilmenin tek bir yolu vardır. İDEOLOJİK MÜCADELE!

Bizler Türk-İslam Ülkücüleri olarak böyle bir ideolojik mücadeleyi pekala başlatabilir, insanımızı kemiren bu sömürünün maskesini indirebiliriz. Fikir sistemleri savaşının ateşi, propagandadır. Silahları: Radyolar, televizyonlar, internet, kitap, dergi, gazete, bildiriler, bütün kitle iletişim araçları ve nihayet vasıtasız sözdür. Savaş alanı dağlar, ovalar değil, liseler, üniversiteler, fabrikalar, şehir meydanları veya özetle beyinlerdir. Hedef düşmanı öldürüp yaralayarak değil, çürüterek zayıflatmaktır. Zayıflatmak zaten başlı başına bir gaye teşkil eder. Yine de son hedef, tam galibiyet, milletimizin kafasını esir eden bu sinsi ve gizli düşmanı, fikri ve siyasi anlamda yok etmektir. Fikir sistemleri savaşında kesinlikle gerekli silah fikir sistemidir. İdeolojik taarruza öz fikir sistemiyle karşı duramayan milleti, mutlak mağlubiyet beklemektedir. Bu fikir sistemi bizde mevcuttur ve en güçlü haliyle sahaya çıkmayı beklemektedir. Türkiye’de geçmiş acı tecrübelerimize dayanarak, kansız, kavgasız, silahsız, sopasız, bıçaksız bir ideolojik mücadele zemini yaratmak bizlere kendimizi ifade etme fırsatını vermekle kalmayacak, gizli veya aleni ne kadar zararlı cereyan varsa maskelerini yere indirip, aziz milletimiz tarafından hepsinin gerçek yüzünün görülmesini sağlayacaktır. Bu ideolojik zemini ve ortamı şayet bizler yaratırsak, yok sayılma ihtimalimiz ortadan kalkacak ve mücadelenin yönünü biz tayin edeceğiz. Bunun sonucunda mutlaka Türk Milliyetçiliği galip gelecek, hangi fikre mensup olursa olsun gençliğin nitelik seviyesi yükselecektir. Gençlik arasında bu fikir tartışmaları popüler hale gelecek, toplumda geçerli olmak isteyen herkes memleketin geleceğini düşünmek, okuyup araştırmak ve bunun sonucunda fikir üretmek zorunda kalacaktır. Bu tartışmalar demokratik zeminde, seviyeli ve hoşgörü esasına dayalı olarak yapılacak ve böylelikle bir takım karanlık odakların istismarına kapalı olacaktır. Üzerindeki ölü toprağını silkeleyen gençlik, durgun halini terk ederek dinamik bir yapıya kavuşacak ve bunun sonucunda sağlıklı, düşünen, araştıran, üretken bir nesil doğacaktır. Bu nesil Yüce Türk Milletinin kalkınma hamlesini gerçekleştirecek ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere göstermiş olduğu hedefe mutlaka ulaşacaktır.

Bizler böyle bir ideolojik savaştan asla korkmuyoruz. Ülkücü gençlik bu ideolojik savaşın kıyısında, köşesinde değil, tam ortasında olacaktır. Türkiye’de ki tüm vatandaşlarımız esas tezin, esas aksiyonun Türk-İslam Ülküsü olduğunu kavrayacaklardır. Bizler davamıza olan keskin inancımız, güçlü ve sağlam fikirlerimiz, ve 45 yıllık tecrübemizle politize olmuş bu gençliği iyiye, doğruya ve güzele ulaştıracağımızdan eminiz. Türk Milliyetçiliğinin hayata hakim kılınması, organize edilmiş şekliyle müesseselerinin top yekun çalışır hale gelmesi, emperyalizmin bu ülkede yenilgisi olacağından, tüm gayret ve gücüyle, ideolojik savaşın en kızgın saflarında vuruşacaktır. Fakat galip geleceğimize inancımız tamdır. Çünkü Türk-İslam Ülkücülerinin fikir sistemi, Allah ve Resulünün çizgisinde yürüyen, akl-ı selim sahibi, bir yüce veliler ve mütefekkirler kafilesince yoğrulmuştur. Bizler Allah-u Teala’nın Nahl Suresi 125. ayetinde buyurduğu “(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap.” metoduna uyarak zafere ulaşacağız.

Ülküsüz insan çamurdan farksızdır. Günümüzde yaşanan bu depolitizasyon sürecine acilen Ülkücü Hareket eliyle bir son verilmesi gerekmektedir. Oluşacak olan ortama, öncelikle kütüphanelerin tozlu raflarına terk edilen kitaplar tekrar okunarak, milliyetçi literatür  taranarak, yeni problemlere yeni çözümler üreterek, başta basın-yayın faaliyetleri ve teşkilat içi eğitim olmak üzere top yekun hazırlık yapmak ve bir GÖNÜL SEFERBERLİĞİ HAREKETİ başlatmak zorundayız.

Sahipsiz olan bir vatanın batması haktır,

Sen sahip olursan, bu vatan batmayacaktır!!!

Bir yanıt yazın