Yeni Ufuk Dergisi: Hocam diğer büyüklerimizden bahsedecek olursak; Galip Erdem ile, Erol Güngör ile tanışıyorsunuz. Bir de sizin ağzınızdan dinlemek isteriz.

İ.Y: Galip Ağabey iyi bir yazardı. Karadenizliydi. Hitabeti de güçlüydü. Kalemi de güçlüydü. Yani ikinci Peyami Safa dense yeridir. Olayları çok iyi tahlil eder. Çok espritüel yazılar yazardı. Fıkracıydı. Hiç onun sohbetlerinde sıkılmazdık. Çok güzel hizmetler etti. Onun yazılarını okuduğunuzda onun kim olduğunu anlarsınız. Yazıları onun kimliğini ortaya koyar. Erol Güngör fikir adamıydı. Olayları en güzelden bir filozofça bir bakış açısı vardı. Son dönem Ziya Gökalp’ten, Alparslan Türkeş’ten sonra gelen Milliyetçi Hareket’in fikir babalarından biriydi.

Erol Ağabeyle Konya Selçuk Üniversitesinde beraberdik. Hatta o yıl hatıralarımı yazdım. “Seni Erzurum’dan getirteceğiz.” dedi. Ben müracaatımı yaptım. “Tam bir ay sonra buradasın.” dedi. “Erzurum muvafakat vermez abi.” dedim. “Vermezse ben YÖK’ten o muvafakatı aldırtırım sen merak etme.” dedi. Bu konuşmayı 24 Mart’ta yapmıştık. Bir ay sonra 24 Nisan 1983’te vefat etti.

Yeni Ufuk Dergisi: Hocam, Başbuğ’un huzurunda bir konferansınız olmuş. Bize ondan bahseder misiniz?

İ.Y: 3 Mayıs Türkçülük Günü 1992 yılında İstanbul Akgün Otel’de. Orada bir Türkçülük Paneli yapalım dedik. Ortadoğu Gazetesi yeni çıkıyor. Yeni Düşünce diye bir gazete çıkıyordu. Orada birkaç yazım çıktı. Tahir Kutsi Ağabey vardı. Denizlili şair, yazar bir ağabeyimiz. O da bir dergi çıkarıyordu. “Hemşerim, 3 Mayıs’ta Türkeş Gelecek. Burada birkaç kişi konuşacak. Senin de adını yazıyorum. Hemen bana konuşmanın başlığını ver.” dedi. Gazeteci olduğu için hemen olsun istiyordu. “Başbuğ gelecek diyorsun, bir konuşma yap diyorsun, kaç dakika sürecek?” dedim. “20 dakikalık bir konuşma yazacağım herkese.” dedi. “Kimler konuşma yapacak?” dedim. “Şevket Bülent Yahnici, Turan Yazgan, Tuncay Gülensoy, sen ve Türkeş var.” dedi. “Türkeş 3 Mayıs’ı anlatacak.” dedi. “Ben de o zaman Türk Düşüncesinin Tarihi Dönüm Noktalarını anlatayım.” dedim. Türkeş rahmetli önde dinliyor, biz de sahnedeydik. Benim konuşmam çok hoşuna gitti. Bilge Kağan’dan aldım ve günümüze kadar getirdim. Türkeş’e de günümüzün Bilge Kağan’ı dedim. Çünkü Bilge Kağan o zaman Türk Milleti’ni uyarmış. “Ey Türk Milleti, işitin! Çin’in ipeği ile içindeki yalancıları, palavracıları senin ilini, töreni bozmasın.” Çin’in ipeğini al bugünkü Batı’nın teknolojisini, Batı Medeniyetini yorumla. İçimizdeki o devirdeki yalancıları, palavracıları, sahtekârları günümüzdeki siyasetçiler olarak yorumla. Bunlar ilimizi, töremizi bozmasın. İşte Bilge Kağan’ın asırlar önce Türk Milleti’ne yaptığı uyarıyı bugün Başbuğumuz Türkeş bize yapmıştır. Çağımızın Bilge Kağan’ıdır dedim. Bunun üzerine hıncahınç dolu salondan büyük bir alkış koptu. Rahmetli Türkeş konuşma yaparken bana atıfta bulundu. Kendisi panelden sonra beni özel tebrik etti. Aramızda iyi bir samimiyet oluştu. O günkü konuşmam Ortadoğu’da resmimle birlikte orta sayfada tefrika etti. Ondan sonra Başbuğ ile mektuplaştık. Sonra ben Isparta’ya dekan olarak gittim. Bana milletvekilliği teklif etmişti ama o seçim yapılmadı 1995’te. Demirel cumhurbaşkanı olunca boşalan Isparta kontenjanına ara seçimdi. Oradan il başkanına telefon edip İsmail Hoca’yı aday yapalım diye. Kendisi beni de aramıştı “Evladım, sen aday ol.” diye. “Daha değerli ve bilgili arkadaşlarımız var, ben şu an siyaset düşünmüyorum. Teşekkür ederim.” dedim. Isparta’ya geldiğinde de özel sohbetlerimiz olmuştu. Her bakımdan insana değer veren, okuyan, araştıran, araştırmayı seven bir liderdi. Öyle bir lider zor bulunur. Bir daha da gelmez. Bizim bir daha Başbuğumuz olmaz. Genel başkanlar olur da Başbuğ olmaz. Çünkü o karakterde hakikaten meftun olduğumuz bir kişiliği vardı. Dürüst şahsiyetli bir insandı. Çilekeş bir insandı. Okuyan bir insandı. Okuyanı da çok severdi. İçinde fikir olan her sözü sonuna kadar dinlerdi. Not da alırdı. Olaylara, dedikodulara pek aldırış etmezdi ama bir fikir varsa o fikri sonu kadar dinler hatta istifade ederdi. Yüce, çok saygın bir kişiliği vardı. Nur içinde yatsın.

Yeni Ufuk Dergisi: Hocam 12 Eylül Darbesini nasıl yorumluyorsunuz? Ülkücü Hareket’in rolü nedir?

İ.Y: 12 Eylül darbesinde ben askerdeydim. Tuzla Askeri Okulu’ndaydım. O gece sabaha kadar Tuzla’daki tanklar askeri araçlar hep yola dizilmiş gidiyordu. Olağan üstü bir durumun olduğunu anladık. Sabah 6 içtimaında rahmetli olmuş sonradan general oldu kıdemli albayımız vardı Şadi Çetinkaya diye. Çok dürüst bir Türk askeriydi. O öğrenci alay komutanıydı. Bir konuşma yaptı. “Arkadaşlar, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştur. Parlamento fes edilmiştir. Siyasi partiler kapatılmıştır. Endişe etmenize gerek yok. Biz piyade okuluyuz. Biz harp zamanında bile eğitime devam ederiz. Bizim görevimiz eğitimdir. Bu işlere karışmak şuraya buraya gitmek değildir. Herkes eğitimine devam etsin. Suçlu varsa suçunu çeker.” dedi. Biz ihtilal olduğunu anlamıştık. 12 Eylül’ün mantığını anlamak çok zor. Yani sen devleti kurtarmak mı istiyorsun, batırmak mı istiyorsun yoksa çarpışan gruplar arasında hakemlik yapmak mı istiyorsun? Bir sağdan bir soldanmış neymiş! Eğer devleti hakikaten yıkmaya yönelik hareketler varsa al onu cezalandır. Türkiye’yi Rusya’ya bağlamaya çalışan, komünistleştirmeye çalışan bir sol hareket vardı. Hatta bir kanadı da Kürtçülüğe dayanıyordu ama Türkiye komünist olmasın, bağımsız kalsın, “ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; Bağımsız Türkiye!” sloganıyla ortaya çıkan bir gençliği suçu varsa fert olarak cezalandır ama hareketi bu davayı mahkûm edemezsin. Bu çok yanlış bir şey. Ben 12 Eylül’ü affedemiyorum. Çok arkadaşımız beyhude yere hapislerde yattı. Mustafa Pehlivanoğlu gibi delikanlılar şehit oldular. Rahmetli Türkeş ve bu davanın ileri gelenleri, ağabeylerimiz, arkadaşlarımız hepsi Mamak’ta ve başka yerlerde işkence gördüler. Mahkûm oldular. Böyle mi olmalıydı milliyetçilerin, vatanı için kendini feda eden insanların sonu? Biz bunlardan şikâyet ediyoruz ama diğer taraf da kendine göre şikâyet ediyor. Yani darbeler hiçbir zaman çözüm değil. Rahmetli Türkeş de öyle derdi. “En iyi darbe, en hukuk sisteminden daha kötüdür.” derdi. Bunu darbenin içinde hasbelkader bulunmuş biri söylüyor. 12 Eylül’ü ben tasnif edemem. Çünkü 12 Eylül yüzünden çok mağdur oldum. Çok kişiyi mağdur etti. Yetişmiş insanları tırpanladı. Gençleri depolitize etti. Depolizite olunca gençler eyyamcı oldu. Menfaatini düşünen, egoist, gününü gün eden vur patlasın çal oynasın bir gençlik ortaya çıktı. Memleket işgal edilse bana ne canım bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi ruhsuz, fikirsiz bir gençlik bir nesil yetişti. Ondan sonra bu gençliği cemaatçiler, paralelciler kapmaya başladı. Gençlerin politize olmaları demek milli konular karşısında duyarlı geçler olmaları demektir. Solcu olabilir ama bir duyarlılığı var. Fikrine katılmıyor onla aynı şeyi düşünmüyorum ama kendine göre bir çözüm yolu var. Bana ters geliyor olabilir ama depoliteze olan gençliğin hiçbir çözüm yolu yok. Düşman gelip işgal etse “Tamam” diyecekler. Tam Batı’nın, Amerika’nın aradığı şey bu.

Yeni Ufuk Dergisi: 12 Eylül Darbesinde Ülkücü Hareket’in önünün kesilmesi gibi bir planın olabileceği konuşuluyor. 1981 Seçimlerinde MHP’nin ciddi bir oy patlaması yaratacağı; artarak gelen oy oranlarıyla parlamentoya güçlü bir grup olarak gireceği ve 1985 Seçimlerinde iktidar gibi bir hedefinin olması ve milliyetçilerin bu noktada darbeyi asıl Ülkücülere yapıldığı noktasında görüşleri var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

İ.Y: Bu bir yorum. Göz ardı edilemez. Olabilir. Aynı yorumu sol da yapıyor. Bu da gerekçelerden biri olabilir ama asıl gerekçi Ülkücü Hareket’in önünü kapatmaktır. Çünkü teşkilatları, partiyi kapattılar. Önüne geleni içeri attılar. Gençleri depolitize ettiler. Yasak üstüne yasak. Evet sağdan da yaptılar soldan da yaptılar. Güya adil oluyorlar. Bir sağdan bir soldan ne demektir? İlla sağdan da asmamız lazım deyip yaşı dolmamış çocuğu bile (16 yaşında Cevdet Karakaş) hukuku ayaklar altına alarak astılar, cinayet işlediler. Askeri darbelerin hiçbiri onaylanamaz. 12 Eylül de bu memleket için çok zararlı olmuştur. Ama o zaman da millet bıktı. Birileri gelsin kurtarsın istiyor. Her gün 20 tane ölüm haberi geliyor. Bir beklenti var. Ama 12 Eylül oldu, mahvetti her şeyi. Zamanında müdahale etmesi gerekirken daha durun bakalım, olgunlaşsın dendi. Biraz daha olgunlaşması için bilmem kaç tane daha insanın mı ölmesi gerekiyordu? İnsan kanının olgunlaşması diye bir şey olur mu kardeşim? Nerede bir sıkıntı var sen el koyacaksın, külleyeceksin. Yemeği biraz daha pişirelim dersen yakarsın.

Yeni Ufuk Dergisi: Hocam hareketin ilk yıllarında mücadele etmiş biri olarak bugün mücadele eden Ülkücülere ne gibi tavsiyeleriniz var?

İ.Y: Ülkücüler ne gibi talimat alıyor genel merkezden bilmiyorum ama pasifize edilmelerini uygun bulmuyorum. Olaylara karışılsın demiyorum. Hayır, olaylara karışmasınlar. Elleri silaha gitmesin. Kitapta olsun, kütüphanede olsun, bilimde, sanatta olsun gençlerin elleri. Ama demokratik tavırlarını da ortaya koymalılar. Bol bol miting yapmalılar. Sesleri duyulmalı. Yok gibi bir hareket intibaı vermemeli Ülkücüler. Bir defa silah patladı mı arkası kesilmez. Böyle bir tavır sergilemesinler. Devletin yanlış bir hareketi olduğunda buna bütün Türkiye’den, 81 vilayetten tepki verilmeli. Başbakanlığın, Bakanlığın faksı, telefonu kilitlenmeli. Demokratik tepkidir bu. O zaman geri adım atılır. Şimdi bir yanlış yapıldığında hiç kimseden tepki gelmeyince doğru yaptıklarına inanıyorlar. Ama tepki verilirse en azından askıya alınır. Demokratik tepkiden benim anladığım millette “Bunlar uyumuyor, demek bize sahip çıkan bir gençlik var.” dedirtir. Ülkücüler hiç hareket etmezse, okumazsa millet de der ki yok ki bunlar. O yüzden “Ben varım, bana oy ver.” dediğin zaman kimse dönüp bakmaz. Bizim o zamanda ses getirebilmemiz hem efendiliğimizle hem de okuyup milletin gönlüne girebilmemizle mümkün oldu. Rahmetli Dündar Ağabey’in bize söylediği bir şeyi hatırlıyorum; “Fikren mağlup edemediklerinizi ahlaken mağlup edin.” derdi. “Baktın bir komünistle fikir tartışmasına tutuştun, adam senden çok okumuş ve senden çok bilgili. Ama onun düşmanı olma, hakaret etme. Kalk, ceketini düğmele ve onu tebrik et. Desin ki şu Ülkücüler fikren bana ters ama çok efendiler dedirtin. İşte o zaman mağlup etmiş olursunuz.” derdi. İşte lider, bizi doğru yola yönelten insanlar bunlar.

Yeni Ufuk Dergisi: Hocam son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

İ.Y: Bol bol okuyun. Bilgi bakımından, ahlaken ne kadar güçlü olursanız Dündar Ağabey’in sözüne göre her zaman siz galip gelirsiniz. İnanıyorsanız mutlaka galip gelirsiniz. Ahlaklı iseniz mutlaka siz galip gelirsiniz. Bilgi; güçtür, kuvvettir. Bilgili olduğunuz sürece galip gelirsiniz.

Uyanık olmaya devam edin. Etrafınızı da uyarın. Bu milletin büyük bir uyanış hareketine çok ihtiyacı var. Bunu sağlayacak olan yegane gençlik ÜLKÜCÜ GENÇLİK’tir.

 

Bir yanıt yazın