Yeni Ufuk: Sayın Bakanım öncelikle ilk soru olarak bugünkü Türk gençliğine baktığımızda yıllardır gençlik teşkilatlarında bulunmuş birisi olarak, bugünkü üniversite ve lise gençliğini, yetişmekte olan nesli nasıl görüyorsunuz?
S.S: Gençlik ve yetişmek, bu iki kavramı kullanınca akla ilk gelecek şey milli eğitim ve üniversite eğitimidir. Orta öğretim, ilköğretim ve yüksek öğretimdir. Buralarda uygulanan programlar nasıl bir nesil yetiştiriyor? O sorunun cevabına bakmak lazım. Maalesef ne millilik var ne eğitim var. Eğitim de yok Türkiye’de. Dolayısıyla çocuklarımız sahipsizdir. Kozmopolit bir ortamda, herhangi bir düşünceye herhangi bir temel değere bağlı olmaksızın kendi haline bırakılmıştır. Onun için gençlikte de büyük bir bunalım yaşandığını düşünüyorum.
Yeni Ufuk: Bu bunalımı öncelikle bir bilinçsizlik olarak veya eğitimsizlik olarak mı yoksa bir ahlaki bunalım olarak değerlendiriyorsunuz?
S.S: Önce değerler üzerinden kendi ülkenizin kültürüne, tarih şuuruna ve hedeflerine göre dünyadaki gelişmelere göre bir program etrafında tutarlı bir eğitim yapmıyorsanız ve dersleri de muhteva itibariyle bozmuşsanız orada insan yetişmez. Şimdi tarih dersi faraza ele alındığında, tarih bir bütündür ve bütünüyle verilmesi lazım. Bunu parçalamışlar: deniz savaşları, kara savaşları, bilmem ne savaşları… Onlar kendi içinde bir bütün. Güya eğitim. Yaşanan asırların, dönemlerin bu sistemde bir bütünlüğü yok. Konularına göre parçalanmış. Dolayısıyla tarih eğitimi olmuyor. Türkçe veya Edebiyat eğitimi, Türk dilinin Türk edebiyatının seçkin simaları öğretilmiyor. Bunların romanları, hikâyeleri, şiirleri, edebi parçaları buna göre bir dünya görüşünü gençlerimize verecek sistematik bir eğitim yok. O zaman ne oluyor? Bir de test sistemiyle Türkiye bir tuzağa düştü. Ezberler var dershaneler var. Evet, hayırlarla gençlik yetiştireceğimizi düşünüyoruz bu asla mümkün değil. Bir de bugünkü eğitim müfredatı, talim terbiyeden hazırlanan müfredat tamamen bozuk. Üstelik artık Talim Terbiye Kurulu hazırlamıyor bu programı; bakanlıkların dışında hükümetin kendisi gayrimeşru kişilerle, devletin eğitimi içerisinde görevi olmayan kişilerle, gayrimeşru zeminlerde hazırladığı programları milli eğitim bakanına veriyorlar. Bunu uygulayacaksın diyorlar. Bakanlık kurumlarının birbirinden haberi yok bunun hazırlanmasında bir bu var bu büyük bir felaket kendi ideolojilerine göre bir müfredat uygulamaya çalışıyorlar. Bir de aynı partini iktidarın içinde bakanlar değişiyor eğitim programları da değişiyor. En son 4+4+4 diye bir ucube getirdiler. Şimdi ondan da vazgeçiyorlarmış. Bu eğitim programları istikrar ister yıllara sari bir bütünlük içerisinde devam etmesi gerekir. Önce kendi kültürümüzü, kendi tarihimizi, kendi ihtiyacımızı, kendi terbiyemizi öğretecek. Aynı zamanda mukayeseli eğitim verecek. Mukayese olmazsa ölçü çıkmaz. Bir şeye çok iyi deseniz bu çok ne kadar olması lazım ki çok denecek, çok kötü deseniz ne kadar olursa çok kötü olur bir şey. Ancak mukayese ederseniz o çok dediğimizin değeri ortaya çıkar. Türk tarihini öğretmiyorlar, Türk edebiyatını öğretmiyorlar. Kimlik teşekkülünde edebiyat, dil, sosyoloji, tarih birinci sıradadır. Fen bilgileri her zaman öğretilir çünkü bunlar bellidir, kesin ve nettir. Ama sosyal bilimler öyle değil yüksek zekâ ister kimliği orası oluşturur. Siz birinci sınıf diş hekimi yetiştirebilirsiniz, birinci sınıf halk bilimcisi yetiştirebilirsiniz ama onun dışındaki hayatla kendi dünyamızla ilgili bir şey öğretmemişseniz o branşının dışında cahil bir insandır. Profesör olmuştur ama cahildir, sadece o konuyu biliyordur. Türkiye’de böyle bir dağılma var eğitimde. Her gün yazboz tahtası haline dönüştü gençlerimiz neye göre bir yetişme programına tabi tutulacakları belli değildir. Maalesef geleceğimizi tehdit eden bir büyük felaket olarak görmek lazım…
Yeni Ufuk: Dindar bir nesil yetiştirme gayesi olduğunu söyleyen İslami eksende siyaset yapan bir siyasi partinin hükümeti döneminde gençliğin sürekli bir ahlak buhranına sürüklenmesi tuhaf değilmi? Bir sekülerleşme görüyoruz. Bugün gençlikte bunun sebebi de eğitim midir sizce?
S.S: Tamamen eğitim ve kendi yaşam tarzları da buna örnektir. Kendi topluluklarına hitap ederken derneklerinde çeşitli mahvellerde İslam tarihinden örnekler veriyorlar “Peygamber efendimiz şöyle giyinirdi, bütün elindeki imkânları fakire fukaraya dağıtırdı. Hz. Ömer efendimizin hırkası kırk yamalı idi.” diye fedakârlıklar tavsiye ediyorlar. Sonra kendileri Türkiye’nin en lüks yerlerinde, en lüks araçlar, imkânlarla bir hayat sürüyorlar. İnsanlar söylenenden önce gözleriyle gördüklerine inanırlar ve bir istismar burada var. Bir de dindar nesil diyor, dini ideoloji haline getirip, sonrada bunu siyasi bir program halinde dayatmaya kalkıyorlar. İşte bugün yaşanan İslam dünyasındaki sıkıntıların arkasında da bu anlayış vardır. İslam dini; ideoloji değildir, bir ahlak nizamıdır. Peygamber efendimiz “Güzel ahlakı tamamlamak üzere ben görevlendirildim” diyor. İman, ahlak ve onları canlı tutan ibadet olmak üzere üç ana alanda İslam dini ele alınır. Siyaset ayrı bir şeydir. İtikat imamımız Maaturidi ne demiş büyük insan “Din başka, siyaset başka, şeriat başka, siyaset başka. Hatta şeriat başka, din başka.” Çünkü şeriat ve siyaset insan aklının ürünüdür. Din vahiye dayanır hiçbir şey değişmez. Değişenle değişmeyenleri iç içe katarsanız o zaman hepside zarar görür. Bunların yaptığı, selefi anlayışı diye genellenen İslam’dan sapkın bir anlayıştır. Türk milleti en az bin yıldır İslam’ın yeryüzünden yok olmaması için üç kıtada hayatını feda etmiş bir millettir. Bununla da iftihar ediyoruz. Ama şimdi Türk milletini kendi varlığını feda ettiği dini ile karşı karşıya getirip milletimizi, devletimizi, milliyetimizi dinimizle vurmaya çalışıyorlar. Bu hiçbir iblisin düşünemeyeceği kadar felaket sonuçlar doğuracak yanlış bir yoldur. Büyük düşünürümüz çok değerli ilim adamımız Erol Güngör rahmetli “Türkiye’de ki etnik guruplar, azınlık gurupları İslam’a sarılarak, Türk milletini ve devletini vurma yolunu tercih ediyorlar ve dini burada kullanıyorlar. Buna dikkat etmek lazım.” demiş. Bunu Türkiye de yaşıyoruz ama milletimiz bunu fark edemiyor. Bundan dolayı da millete kabahat bulmak son derece yanlıştır. Milletin içinden yetişmiş aydınlar dediğimiz ama gerçek aydınları kastediyorum. Üniversite hocaları, okur-yazarlar, eser sahipleri, düşünce insanları, siyasetle uğraşanlar, devlet yönetiminde yer alanların halka gerçeği anlatması lazım. Eğer bilirse milletimiz, onu kimse yolundan çeviremez. Vatan için evladını şehit veriyor, cenazenin başında, ayakta duramayacak kadar bitkin vaziyette “Vatan sağ olsun…” diyor. “ Bir evladım daha var, çapulculara verecek toprağımız yok.” diyor. Bu kadar mübarek bir millet. Onun yönetilmesi ve bu milletle dünyanın en büyük kültürü ve medeniyetini kurmak çok kolay. Ama millete doğruları yeterince anlatmak lazım, bunu anlatamıyoruz. Yanlışı anlatanlar siyahı beyaz, beyazı siyah gösterenler milletin zihnine hâkim olmuş vaziyette dolayısı ile de millet yanlışlıkla onların peşinden gidiyor veya onları destekliyor. Bundan kurtulmak için sivil toplum örgütlerinin, bütün Türkiye de sayıları 200 binin üstünde olan bu örgütlerden içinde şuuru olanlar, programı olanlar, hedefi olanlar kendi milletine bağlı bir hizmeti iman haline getirmiş olanların çok çalışması lazım. Milleti uyandırmak çünkü sadece beş partinin altından kalkacağı bir şey değil. Bakıyoruz bu son on yılda planlı bir hareket gereğince önce medyayı ele geçirdiler, sermayeyi ele geçirdiler, cemaat guruplarını ele geçirdiler, tarikat guruplarını ele geçirdiler milleti böylece esir aldılar. Devletin mahkemelerini, hukuku, maliyesini, hesap kontrolöllerini kendilerine muhalif olanları yok etmek için silah olarak kullandılar. Bunların karşısında dayanmak çok zor. Türk ordusunun karşısına mahkeme kararlarını çıkarttılar. Ne yapacak bu ordunun komutanı “İfadeni alacam.” diye savcı, polis gönderdiyse, ne yapacak yani beynini sivil ile doldurdular ordumuzun. Türkiye’yi çökertme hareketinden başka bir hareket olarak görülemez. Onun için milliyetçi kuruluşların çok çalışması lazım. Kendi bölgesini herkesin düzene koymakla görevli olduğunu düşünmesi lazım. Hani bir söz var; herkes evin önünü temizlerse mahalle temiz olur. Biraz da mücadeleye böyle bakmak lazım.
Yeni Ufuk: Peki günümüzde Türkiye’de halkın kimilerine göre düşünce tutulması geçirdiği, çok yanlış kararları arka arkaya verebildiği gibi bir şeyler söyleniyor ve televizyonlarda hemen her gün izlediğimiz haberlerde, ciddi bir ahlak buhranı yaşadığımızı görüyoruz. Uygulanan liberal kapitalist ekonomi programların bunda ne denli etkisi vardır?
S.S: Muhakkak ekonomide gelir dağılımı uçurumunuzu büyütmüşseniz, siz yaşam tarzında insanları tamamen bir “Demokratikleşme ve özgürleşme” diye insanları kendi mecrasından dışarıya çıkartacak bir takım propagandaları pompalıyorsanız insanlarda bunun tesiri altında kalır. Bugün moda dediğiz hareketler insanları esir alabiliyor. Öyle modalar yaratıyorlar ki insanlar onun peşine takılıyor. Bunu Mısır da uygulamış. Önce özelleştirmeyle ürettiği neyi varsa hepsini satmışlar yabancılara o yabancılar gelmiş o özelleştirilen yerlere binalar yapmışlar büyük karlar elde edip gitmişler ama eskiden işyeri olarak görülen üretim yaptığı için bir ihtiyacı karşılayan bir zenginlik olarak görülen küçük küçük işletmeler yok olmuş. Muazzam bir işsizlik. Ama televizyonlarda film artistleri, ses sanatkarları, yüksek sosyete çok güzel giyiniyor çok güzel makyaj yapıyor onlara ait hikayeler anlatılıyor. Yeni nesiller genç erkekler kızlar onlara imreniyor, Mısır sanki öyleymiş gibi bakıyor. Mısır’ın bütününü görmüyor ve neticede Mısır iflas etti. Bize de benzer programlar uygulanıyor. Televizyonlarda bir cennet var sanki ülkede de bu varmış gibi. İnsanlar o gördüklerine özeniyor. Hâlbuki Türkiye ekonomisi içerde ve dışarıda tarihinde olmadığı kadar borç batağına düşmüştür. İnsanlar aç ve işsizdir. Evlerde buhran var. Aile içi cinayetler çeşidi itibariyle bizim kültürümüzde ve geçmişimizde hiç görülmemiş vahşetler halinde işleniyor. Eskiden biz gençliğimizde okurduk. Amerika da veya Avrupa’nın bir şehrinde bir cinayet işlenmiş öldürülen kişinin kolları ayrı ayrı kesilmiş kafası bacakları ayrı kesilmiş ambalaj kutularına yerleştirilmiş götürülmüş ormana atılmış. Bu ne biçim vahşet diyerek dehşete kapılırdık. Şimdi bu olayların benzerleri bizde de yaşanır oldu. Toplumlara belli bir yaşam tarzı, terbiye terbiye çok önemli, kültür çok önemli bunlar verilmezse kontrolden çıkabiliyorlar. Bu da rastgele olamaz. Dediğiniz gibi liberal politikalar tetikledi. Kontrolsüz, denetimsiz ve kışkırtıcı birtakım siyasetlerle insanlar şaşkın hale getiriliyor. Şimdi A.B.D. dünyada en sivil toplum hayatı orada diyorlar. Avrupa’dan da disiplinli diyorlar. Avrupa bizden daha kurallara bağlı. Uzmanlar bir başka şey daha söylüyorlar. Buralarda dünyanın en büyük denetimi var, en güçlü denetimleri var. Bu denetimi kaldırın çıldırır toplum diyorlar. Denetimsiz toplum olmaz. Kamu düzenin işleyebilmesi için, trafik düzeninin işleyebilmesi için çok güçlü bir denetim lazım. Bizde denetim yok. Denetim şöyle var. Siyasi iktidarın menfaatlerine bağlı bir denetim var. Ülkenin uygulanan hukuk mevzuatına ve kurallarına göre bir denetim yok. Kendilerini koruyacak ve kendilerini yaşatacak bir denetim var ki oda yangına benzin dökmek gibi büyük bir felaketi getiriyor. Onun için bu iktidardan Türkiye’nin kurtulması lazımdır. Bunun yolu da sandıktır. Sandık denilince insanlar ‘canım o uzun vade’ gibi böyle bir tembellik veya çaresizlik ifadesi kullanıyorlar. Bunun başka bir yolu yok; en sağlıklı, en kolay, en sağlam sandıkta bu hükümeti düşürmektir. Onun için çalışmalı herkes üç kişiyi beş kişiyi ikna etse ama münakaşa ederek değil. Tatlı sohbetlerle ve bir zaman boyutu içinde ikna edeceğini düşünerek sabırla hakikatleri anlatmalıdır. Ben Milli Düşünce Merkezi’nde böyle soru soran yeni katılan arkadaşlara uzun uzun anlatmak zor olduğu için kısaca şöyle bir örnek veriyorum; Türk Milletini bir otobüse doldursak sizi de otobüse sürücü yapsak, bir anayolda gidiyorsunuz. Yol ikiye ayrılıyor orada, bir trafik levhası var cennete gider yazıyor, öbüründe de cehenneme gider yazıyor. Hangi tarafa gidersiniz? Diyorum. Cennete giderim cevabını alıyorum. Ben de diyorum ki ona trafik levhalarının yerini değiştirmişler. Cennete gider yazan levha cehenneme yönlendiriyor. Ben ne biliyim diyor bana. Tamam, işte millet aldatılmış diyorum bende ona. Onun için biz bu levhaların yerini tekrar düzeltmeliyiz. Cennete giden yer gerçekten cennete gitmeli! Yani böyle katı çarpıcı bir örnekle zihnini toparlasın diye söylüyorum bunları, çok çalışılması lazım, tahribat çok büyük. Muhafazakârlık diyorlar. Anadolu’da bu iktidar başa gelene kadar var olan muhafazakarlık dokusu tamamen yırtıldı. Böyle bir toplum gerçekten yüksek seviyede tedaviye muhtaç.
Yeni Ufuk: Son olarak sizin 1967lerde açtığınız bayrağı bugün taşımakta olan ülkücü Türk gençliğine ne gibi bir tavsiyeniz olacaktır. Bu mücadelede onlara söylemek istediğiniz şeyler nelerdir?
S.S: Efendim bir kere toplu halde olmak, yani derneklerde vakıflarda kendisi gibi düşünenlerle beraber olmak birinci şarttır. Çevre çok önemlidir. Kişi ne kadar ben tek başıma doğru yolu bulurum dese de, kendi doğru yolu bulamaz. Çünkü bugün kullanılan teknikler dünyayı sömürgeleştiren ve kan emen emperyalistlerin kavramları ve sistemleridir Türkiye’ye uygulanan. Çok düşünseniz de bir türlü anlayamazsınız içinde ne olduğunu. Çünkü o kadar çarpıtılmış kavramlar var ki, ama onlara o kadar güzel isimler verilmiştir ki siz o isimlere koşuyorsunuz. O yüzden bir kişinin anlaması mümkün değil. Bir çevre içinde olunmalıdır, o da örgütlü çevredir. Dernekler vakıflardır. Kaç kişi millete hizmet etmek istiyorsa ben kendimi iyi yetiştirip topluma da faydalı olmak istiyorum diyorsa, o kişi bir çevrenin olması gerekir. İkincisi, oradaki seminerleri konferansları sohbetleri mümkün olduğu kadar kaçırmamalıdır. Bu da yetmez mutlaka okuması lazım. Sohbetler çok yetiştiricidir, seminerler konferanslar çok yetiştiricidir. Ama kitapla desteklenmezse; biraz kulaktan dolma olur. Kitap okurken de hangi kitapları okuyacağı konusunda büyükleriyle istişare edip onunda bir sıraya koymalı. Önce kendi kimliğini, kendi milletinin hayat tarzını kavrayacak, tarihini, dinini, inancını, kültürünü edebiyatını, şiirini estetiğini sanatını anlayacak eserlerle kendini inşa edecek. Sonrada, bütün doktrinleri, bütün felsefi mektepleri öğrenebilir, öğretebilir. Tarihi romanlar da yetiştiricidir. Öncelikli olarak oradan başlanmalı, çünkü romanın çekiciliği vardır efendim okuma kolaylığı sağlar. Bir gün gelir okuma zevkini kazanır. Bizim okullarımız, okuma zevki vermiyor, okuma alışkanlığı vermiyor. Neden vermiyor diye baktığımızda, batıda okuma yazmayı çocuklar öğrendiği andan itibaren hatıra defteri tutuyorlar. Bugün ne oldu hayatında yaz diyor annesi babası, aileden başlıyor. Bir yere seyahate gidiyor, çarşıya gidiyor annesiyle arkadaşlarıyla, gördüklerini akşam gelince yaz diyor. Çocuk bunu yazıyor, nasıl yazarsa yazsın önemli değil. İlkokulda hatıra defterleri tutuyor, bir gün geliyor ki, yazmak ve okumak onun hayatının ayrılmaz bir parçası oluyor. Yani yaşı ilerleyen bir genç ise, 15-20-25-30 yaşına gelmiş o güne kadar bu alışkanlığı kazanmamış kişiye, bunu aşılamak çok zor. Ama onlara da tavsiyemiz tarihi romanlar okusunlar. Her türlü romanı okusunlar. Hikâyelerden başlasınlar. Hikâyeler daha kısadır romanlara göre. Bunlar okuma zevkini verir. Okumadan olmaz. Sonrada kendisine her gün soracak, yattığında soracak, sabah kalktığında soracak. Ben bugün milletimin için ne yaptım, sabahta ne yapabilirim. Aklına hiçbir şey gelmeyebilir, ama bu soruları her gün sorup sonra da düşünmesi ve yoğunlaşması lazım. Yolda giderken, taş atmışlar yolun ortasına, arabalar giderken çarpıyor, yav şu taşları ben kaldırayım derse bu büyük bir hizmettir, sevaptır. Bir masanın tozunu alabiliyorsa bir dernekte, ben bu kadarını yapabilirim diyorsa çok güzel, en büyük işi yapmıştır. Yani herkes her şeyi yapamaz. Allah bile kulundan, yapabileceğini ister, insanlar da milletine hizmet ederken yapabileceğini yapmalıdır. Gaspıralı ne demiş; ‘’Milletine hizmet etmek isteyen insan önündeki işten başlamalıdır’’ Biz önümüzdeki işi bırakıyoruz, başkalarının yapması gereken veya daha büyük işler peşinde koşuyoruz. Daha büyük diye bir şey yok, senin yapabileceğin önemlidir. Ben tek başımayım, ne yapabilirim demeyecek. Çünkü yeryüzünün en önemli varlığı insandır, kendinin böyle değerli bir varlık olduğunu şuurla kavrayacak. Ben milletime, arkadaşıma nasıl faydalı olurum diyecek. Bizim 67 döneminde yetişenler, çarşıda pazarda az alış veriş yapıp elinde sepetlerle giden yaşlı ninelerin amcaların dedelerin yükünü taşırlardı. Sonra bundan büyük bir zevk alırlardı. O kişide büyük bir minnet duyuyordu. Yani mahallesinin çocuğu gelmiş, kendisine yardım ediyor. Bunlar insan ruhunu çok güçlendirir, çok zenginleştirir ve insan karakterini ve yapısını, ufkunu çok açar. Yetişmeden bir şey olmaz, bilgi kuvvettir. Bilgiye ulaşmanın yolları bellidir, işte omuz omuza vermeli düşünmeli. “Ben Denizli’de Türk Ocaklarında gençlik kollarında çalışıyorum ama Türkiye’de sadece Denizli’deki insanlar değil, her ilinde benim gibi çalışan insanlar var. Gençler var, orta yaşlılar var, büyükler var. Kitap yazanı var, konferans vereni var. Hatta Türk Dünyasında benim gibi çalışanlar, gayret edenler var.” diye düşünmeli. Türk milleti ayağa kalkarsa insanlıkta kurtulur. Niye öyle? Biz milletimizi kayırmak için mi bunu söylüyoruz? Yazılı destanlar devrinden beri, İslamiyet’i kabul edince de o şuur, iman haline dönüşmüştür. Türk milletinde adalet anlayışı denen bir kavram var. Adalet her şeyin temelidir. Eğer bir ülkede adalete dayalı bir düzen kurulmuşsa, orada huzur olur. Huzurun olduğu yerde insanlar mutlu olur. Kurtuluşta böyle olur. Osmanlı Balkanlara gitti, mahkemeyi kurdu, derebeylerinde idi o dönemde her şey. İnsanların, affedersiniz hayvanlar kadar değeri yoktu orada. Mahkeme kurdu, sizin taabi olacağınız kurallar şudur dedi. Bu kurallara padişah bile uymasa mahkemeye kadıya gidebilirsiniz dedi. 400 sene orada sulh hayatı yaşandı. Balkanlar insanlığın bildiği tarihten beridir kanın aktığı, çatışmaların olduğu bir yerdir. Ama 300-400 sene bu olmadı. Adalet hâkim oldu bizimle birlikte. Onun için Türklerin dünya da büyük güce sahip olmaları, insanlığında adalet düzenine göre yönetilmesi demek olduğu için kurtuluş demektir. Türk’ün kelime manası olarak tarihçiler birden çok şey söylüyorlar. Bir tanesi ve en kuvvetlisi; töre koyucu, düzen kurucu güç. Töre; hukuk demektir, yazılı olmayan, o zaman için. Allah böyle bir kabiliyet vermiş bu millete. Düzen kurmak, töreli millet, adaleti kuran temin eden millet. Birçok devlet sahibi olduğumuz için, kurduğumuz devletleri birbirimize düşerek yıkarız biz ama yenisini de kurmuşuz biz. Dünya da hiçbir millet yok, devleti bu kadar yıkılsın, yenisini kurulabilsin. Bir de dünyanın neresine gittiyse sömürge vatan kavramı bizim sözlüğümüzde olmadığı için bir tane vatan anlayışı var o da azizdir, kutsaldır. Nereye gittiyse orayı vatan bilip, devlet kurmuştur. Buna benzer ikinci bir millet yoktur, kuramaz çünkü. Başka coğrafyalar, başka iklimler, başka kültürler, başka ordular, başka diller başka ananeler. Siz onun içerisine gideceksiniz, orada devlet kurup hukuk düzeni kuracaksınız ve işleteceksiniz, bu mümkün değil. Bizim milletimizde bu vasıf var, onun için Türklüğün yücelişi; insanlığın kurtuluşu için müjdedir. Yani bu kadar geniş bir ufkun içinde kendisinin bir yerden işi tuttuğunu bilip yalnız olmadığını düşünürse, o zaman sadece benim gayretimle ne olur gibi, yanlış telakkilere düşmez.
Yeni Ufuk: Efendim sözleriniz bizim için çok kıymetliydi. Çok teşekkür ederiz.
SS:Ben teşekkür ederim. Sağolun.