“Burada yazılı olan her cümle eleştirilere sonuna kadar açıktır.
Her şeyin doğrusunu biliyorum diye değil, ‘benim de söyleyeceklerim var’
diye yazılmıştır. Bu satırlardaki cümleler yüksek bir bilgi seviyesinden
değil bugüne kadar elde etmeye çalıştığım görgülerimden dökülmüştür. Saygılarımla.”
Ülkücülük, nedir? Aslında cevabı tek olan bu soru kişiler tarafından çok çeşitlendirilebilecek tanımlarla cevaplanacaktır. Biliyorum, bu tanımı net bir şekilde yapmaya benim tevellüdüm yetmez. Burada böyle bir tanım yapmak benden büyük, bu davaya yıllarını vermiş büyüklerime karşı saygısızlık olur. Müsaadenizle bir özel başlığın üzerinde yaşımın yettiği, dilimin döndüğü, aklımın erdiği kadar durmak istiyorum.
Ülkücülük günümüzde sadece bir siyasi kimlik olarak görülmeye başlandı. Halbuki ben siyasi bir kimlikten öte bir yaşam biçimi ve felsefesi olarak görüyorum. Zaten kendimize yönelttiğimiz birçok eleştirinin temelindeki sıkıntıların kendi içimizden olup ülkücülüğe ‘sadece’ siyasi bir kimlik olarak bakanlardan kaynaklandığını düşünüyorum. Konuyu şöyle açayım; Ülkücülüğü ‘yalnızca’ siyasi bir kimlik olarak gördüğümüz zaman onun sadece siyasi gereklerini yerine getiriyoruz. Sosyal yaşantımıza çok yansıtmıyoruz. Bu durumda işte hep eleştirdiğimiz ve eleştirildiğimiz bireyler içimizde yeşermeye başlıyor. Oysa büyüklerimizden sıkça öğüdünü aldığımız gibi bir ülkücü her alanda örnek olmalıdır. Her ülkücü ve ülkücü olduğunu iddia eden her birey davamızın ve camiamızın yüzüdür. Her birimiz bu sorumluluğu üzerimizde hissetmeliyiz. Örnek olmak için çaba göstermeli; insanların kafalarında hayalleriyle oluşturdukları ‘korkunç, mafya’ ülkücü imajını yıkmaya gayret etmeliyiz. Ahlakımızla, edebimizle, adabımızla, olgunluğumuzla, derslerimizle, kibarlığımızla, güler yüzlülüğümüzle… bu örnekler sayfalar alabilir. Ömrümüzün hiçbir döneminde ‘tamam ben oldum’ demeyeceğiz. Bu gayretimiz son nefesimize kadar devam etmelidir. Çünkü 10 doğru yapmak bize 1 yanlış yapma hakkını tanımamalı. Kendimize bu rahatlığı tanımamalıyız. Demek istediğim şu ki; ülkücülük sadece bir siyasi kimlik olarak algılanırsa vasıfsız, sosyal hayatında sevilmeyen dolayısıyla davasının adını hakkıyla taşıyamayan bireyler ortaya çıkar. Elbette her an her yerde böyle insanlarla karşılaşma ihtimali yüksektir. Böyle insanları görüp ocaklara gitmekten, ülkücülük olma iddiasından vazgeçenler daha çoktur. İşte yazımızın başlığı evvela onlara seslenmektedir.
Gönüldaşlar, bu dava şahısların davası değildir. Biz tabiri caizse bize özümüzü veren davamızın etrafında bir kabuk misaliyiz. Sizi küstürenler, iyi niyetinizi suiistimal edenler kimler? Yine insanlar… Şimdi tüm iyi niyetini muhafaza eden kardeşlerime sesleniyorum. Küsmek size ne kazandırır? Kazanan varsa o da siz küstüğünüz için meydanı boş bulan kötülerdir. Bu kötülükleri size yapanlar insanlardır, davanızın sizin gibi iyi niyetli insanlara ihtiyacı var. Siz küserek cezayı davanıza kesiyorsunuz. Böylece size kötülük yapanların başkalarına da kötülük yapmaya devam etmelerine, davanıza zarar vermelerine fırsat veriyorsunuz. Gelin, başka iyi niyetlilerin kurban olmasına fırsat vermeyin. Gelin tüm ‘iyilik savaşçıları’ bir olun, deniz gibi pisliği kıyıya vurun. Sizi tüm iyi niyetinizi toplayıp ocaklarınıza dönmeye davet ediyorum. Siz her şeyde Allah rızasını gözetenlersiniz, şahıslara neden takılasınız? Haydi Yeni Ufuk Dergisi’nin ‘Gönül Seferberliği’ davetine…