‘’Kişi dostunun, yani sevdiği dostunun dini üzeredir, onun için her biriniz iyi baksın, kime dostluk ediyor, kiminle sevişiyor.’’(1)

“Dostluk nedir?” diye sorsalar, onları örnek verirdim. Dost deyince de aklıma onlar gelir. Nihal Atsız ve Fethi Gemuhluoğlu… Zamana meydan okuyan dostlukları var imiş meğer. Düşüncelere meydan okuyan dostlukları… Bu nasıl bir bağlanıştır ki; sarsılmaz imanlarının geleceğe seslenen fermanı olmuştur. Bugünlerde ihtiyacımız olan şeyi, o zamanlardan hem söylemiş hem göstermişlerdir. Atsız’ın cenaze namazı esnasındaki vakıayı biliyorsunuz.(2)

Dost; bugün aranan, geçmişte özlenen, geleceğe seslenen bir bağdır. Kuvvetli bir bağ… Alp ile Eren’i birbirine bağlayan sağlam bir bağdır. Neydi o gizli şey ki, onları birbirine bağlamıştı? Kılıcı kınından çıkarmış alp bir yürek ve “döğene elsiz gerek” diyen eren bir gönül… Yürek ve gönlü birlikte buluşturanlar, birlikte yoğuranlar… ‘’Dışında arama ne varsa sende var’’ diyen dili duymuştu onlar. Kendilerinde buluşup yürüyenlerdi. Kendilerinde bulduklarını birbirine katandı onlar. Kendilerini birbirine adayanlardı ve farklı metotlarla aynı yola çıkanlardı. Dostluk ki, onlardan öğreniyoruz; kendini yola adayanlarla olur. Birbirine bu yolda ayna olabilenlerle… İnanan, duyan ve duyuran yürekleri vardı. Gizli bir bağ. Aşk’tı o gizli bağ… Aşkla başlamışlardı, aşkta amaç kılmışlardı. Ülkü sahiplerine ders veriyorlardı. İlk dersin adı, dostluktu. Son dersin adı, aşk. Dost ile varılırdı aşka. Dost olur, dostu buldururlardı. Anlatan çok olur bunu, yaşayan az. Anlamak; yaşamakla, yani hatıra almakla mümkündür. Onlar, aşkı hatırda tutup bağlananlardı. Onlar okuduklarını akleden bir kalple idrak etmişlerdi. Dostluklarını şuurlarına işlemişlerdi. Duyguları millî idi, fikirleri millî… Zulme, ihtirasa, bozguna, yalana isyan gibi duruşları vardı. Bir nesli dost kılmak için yorulmuşlardı. Hatta yoğurmuşlardı.

Onlar, yıllar sonra Ömer Lütfi Mete’nin sözlerinde buluşmuşlardı. ‘’Birbirimizi sevmemiz lazım öncelikle, ikna etmemiz şart değil.’’ Sözünü duyurmuşlardı. Hem dost dediğin illa sana benzemek zorunda olan değil, düsturu ile yaklaşmışlardı. Dost dediğin, birbirine ayna olabilen demişlerdi. Haksızlığa karşı isyan duruşunun adı olabilmişlerdi. Yunus’ça ve Yavuz’ca sevmenin örnekleriydi onlar. Millî bir sevgi ile dostluk kurmuşlardı. İnsan olmanın gerekliliğidir dost. Hatta çok iddialı olacak ama medeniyet bile dostluklarla kurulur. Bizim özlemini çektiğimiz dönem, Asr-ı Saadet değil midir? Medeniyet tarihimiz o dönemin analizi ile yeniden canlanmamış mıdır? Hz. Peygamber ve onun dostlarının başlattığı kutlu bir medeniyetin, onların yaşadığı dönemini arzulamıyor muyuz? Gelin Fethi Gemuhluoğlu’nun Dostluk üzerine konuşmasından bir örnek verelim;

‘’Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şâh-ı Velâyet denir. Dost ol kişidir ki, Yâr-ı Gâr’dır. Kucağında, mübârek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübârek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebû-Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.’’(3) Medeniyet ve dostluk ile ilgili verdiğimiz bu örneği yazımızın sonunda neticelendireceğiz. Şimdilik Atsız ve Gemuhluoğlu dostluğuna odaklanalım.

Atsız’ın Gemuhluoğlu için düştüğü şu dörtlüğe bakalım;

‘’Beşeriyet denilen fertlerde

Var mıdır olmayan ahmak ve alık?

Bu cihan sanki salaş bir sahne

Ve piyes maskaralık, maskaralık…’’(4)

 Beşer ile insan arasındaki farkı iyi bilen bu dostluk, insan olmanın gerekliliğine vurgu yapar. “Biz bu sahnenin oyuncuları değiliz.” dercesine bir adayışla seslenmektedir. Beşeriyette kalanın öyküsü, maskaralık; insana ulaşanın öyküsü dostluk ve kahramanlık…

Gemuhluoğlu diyor ki; ‘’Alaka kurduğum insanlarla arama dünya girmedi.’’ dünyadan kastı beşeriyet namına olabilir mi? Şimdi diyebilir miyiz; dost, görünen sohbetlerin değil, görünmeyen muhabbetlerin adamlığıdır. Onlar da, bizim yakınlığımızın görüntüsünden başka bir şey var. Çünkü onlar şunun farkındalar; ‘’Benzeyenler buluşurlar, buluşanlar sevişirler.’’ Gizli gizli bu hükümle yaşayanlardı. Bu gizlilik, dostlukları içindi. İdeallerini gizli değil, vuruşarak yaşadılar.

‘’Ben dost yüzü görmezsem/ Bu gözlerim nemdir benim’’ der, gönüllerini gözlerinden anlayanlar… Bilirlerdi onlar da; dost, dostuna ayna olabilmektir. Hâldaş olabilmektir. Gemuhluoğlu’nun dediği ile ‘’Dost ya kavli ile ya fiili ile ve ya hatta siması ile insanı Allah’a ihtar etmelidir.’’

Onlar dostluğu “adak” bildiler. Adamak, dostluğun gereğini yerine getirmektir. Vefa, bu adaklığın tezahürüdür. Vefa, adağını unutmamaktır. “Nevi şahsına münhasır” olan adamların dostluğudur bu. Kendinden taviz vermeden, kendileri olarak katılarak, kendilerine bakan bir bağlanışla… Ve kendilerini yola adayışlarıyla… Dostluk, işte bu yüzden; bel oğlu olmak değil, yol oğlu olmaktır. Yolda buluşmak, yolda olmaktır. ‘’Dostluk da düşmanlık da Allah içindir’’ diyerek, o yolda ilerlemektir. Dost olmak, yoldan gelir. Dost, yola nispetledir. ‘’Önce refik, sonra tarik’’ bu değil midir? Girdiğin yolda dost ol, diğer yol dostlarını gör. Yolları kavuştur. Dost olanı ayırma yolundan. Dost, dostu yürüdüğü yolla bilir. Öyle zannederim ki; dost, dostunu gönlüyle bilir. Kendi gönlünü hane kılarak, kendinden yolu için vazgeçip yola koyularak devam eder dost. Dost, dostun bakışını bilendir. Istırabını, sevincini, hüznünü gönlünde hissedebilendir. Dost, dostun hâldaşıdır. Hâli bilen hâlden anlayan işidir. Birlikte ağlayabildiğindir. Ağladığını saklamadığındır. Hesap etmeyendir.

Dostluk üzerine konuşmak zor… Yazmak, daha da zor… Akılla anlatılsa eksik, gönülle anlatılsa kelimelere dökülmez. Kâğıda yazılmaz. Dost, ne aklın ne zekânın işi. Bilakis gönlün işidir. Dilden nakli bu yüzden zor… Fakat yine de örnekleri var. Bugünlere sesleniyorlar. Bu iki dosta; Alp ve Eren’e rahmet olsun.

Yazımızın başında bahsettiğimiz; ‘’Medeniyet bile dostlarla kurulur.’’ sözünü hatırlayalım. Geçen sayılarımızda ‘’Tarihî Kırılma Anları ve Dört Mesele’’(5) başlıklı yazımızda tarihi okumalar neticesinde karşımıza çıkan, medeniyetin dört temel esası var idi. Adalet, ilim, ahlak ve çağı okumak… Aylar sonra öğrendik ki, Hz. Peygamber’in bu konuda hadisi var. İlmin bize verdiği malumat, O’nun sözü ile desteklenmiş oldu. Hadis ve aklın birlikteliği de dosta götürüyor insanı. Hadis şu; ‘’Medeniyet dört temel esasa dayanır. Adalet, Ahlak, İlim, Şecaat’’(6) şimdi, dostluk üzerine konuşurken şu dikkatimizi çekti; Hz. Peygamber’in dört dostu, aslında bu dört temel esası temsil eder gibidir. Hz. Ömer adaleti, Hz. Ebubekir sadıklığı ile şecaati, Hz. Osman ahlakı, Hz. Ali ilmi…

Bu hikmetle diyelim; Medeniyet, dostlarla kurulur.

KAYNAKÇA:

(1) (Ebu Davud, Edeb 12; Tirmizi, Zühd 45: Ahmet b. Hanbel, II. 303. 334) Aktaran: Mustafa Kutlu, İlmihal yahut Arzuhal, Dergah Yayınları, Mart 2018, s. 96.

(2) “Er kişi niyetine” deyip sordular, “Nihâl Atsız’ı nasıl bilirsiniz?” diye. Saflar arasından bir ses, Gemuhluoğlu’nun sesi: “Bir de soruyor, belki hayatında ilk defa böyle gerçek bir er kişinin namazını kıldırıyorsun!…” Aktaran: Prof. Dr. Ayhan Songar, Çeşitleme, Kubbetaltı Neşriyatı, İstanbul, 1981. s. 198.

(3) Fethi Gemuhluoğlu Kitabı, Dostluk Üzerine, İz Yayıncılık, İstanbul 2016, s. 26.

(4) Hüseyin Nihal Atsız, Yolların Sonu, İrfan Yayıncılık, Aralık 2016, s. 92.

(5) Hasan Atik, Tarihî Kırılma Anları ve Dört Mesele, Yeni Ufuk Dergisi, Ocak 2017, Sayı 30, s. 22.

(6) İsmail Yakıt hocamızdan öğrendiğimize göre; Endülüs’te El-Hamra Sarayı’nın girişinde yazılı imiş.

Bir yanıt yazın