Yazı ile başlatılan <tarih ilmidir>, yoksa <tarih> insanla başlar. Çünkü tarih, insanın bilgi ve tecrübesini yer ve zamana bağlayarak biriktirmesi ile oluşur. İnsanın tabiata çizdiği her iz, bir tarih belgesidir.
Hayvanlar, tarih yapamazlar. Tarih insan için vardır ve insanla başlamıştır. İnsan tarihsiz kalsa idi, hayvan ve sürü olmaktan öteye gidemezdi. Bugünkü medeniyetimizin ve kültürümüzün arkasında büyük bir tarih vardır. İnsanlar ve milletler kendi maceralarını unutmadıkları ve edindikleri tecrübeleri yeni nesillere aktarabildikleri için medenidirler. Bütün milletlerin büyük tarihleri ve dolaysıyla büyük, zengin medeniyet ve kültürleri vardır, insanlığa tarihini unutturmak, insanlığın mahvına çalışmak demektir. Tıpkı bunun gibi, milletlere tarihlerini unutturmak, onları <millî tecrübelerinden> mahrum bırakmak demektir. Müşahedelerimiz bize göstermiştir ki millî tarihlerin düşmanları, aynı zamanda millî şuurun da düşmanlarıdır.
Tarih, bir milletin biyografisi gibidir, milletin gücünü ve zaafını orada bulabilirsiniz. Tarih bir milletin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik macerasını yansıtır. Her büyük milletin, hattâ her kahramanın ve her dâhinin arkasında büyük bir tarih vardır. Milliyetsiz ve tarihsiz dâhi doğmaz, kahramanlar ve dâhiler, milletlerin oğullarıdırlar. Milleti teşkil eden müesseselerin, grupların, tabakaların, dilimlerin ve kültür unsurlarının da millî tarih içinde birer tarihçeleri vardır. Ancak, bunlar, millî tarihin bütünlüğü içinde mânâ kazanırlar.
Tarih, ne tekerrürlerden ibarettir ne de başıboş bir olaylar zinciridir. Bunun yanında tarih, belli bir şema içinde gelişen <aşamalardan> da ibaret değildir. Çok faktörlü ve çok biçimli milli maceraların biçimlendirdiği beşerî bir hadiseler yumağıdır. Tarihte devamlı bir değişme ve gelişme hali müşahede edilmekle birlikte, bugün mevcut olan her müessese ve kıpırdanışın dünden gelen bir kökü vardır… Bugünü açıklamak için dünü bilmek zorundayız. Tarih birbirini inkâr eden Hegelci veya Marksçı <çelişme mantığı> ile değil, birbirini kabul eden ve devam ettiren <gelişme mantığı> ile sıhhatli bir yoruma kavuşturulabilir.
Tarihte <eski> ile <yeni> arasındaki boğuşmalar, bir <çelişme> değil, bir <gelişme> ifade eder. Sosyal fonksiyonunu başaramayan müessese, değer veya sosyal yapı, biçim ve statü değiştirerek <çağdaş ihtiyaçlara> göre kendini yeniler. Yıkılan ve ölen eski, yapı ve biçimdir, yoksa fonksiyonlar süreklidir. Karasaban, yerini zamanla pulluğa, pulluk traktöre daha mükemmeline bırakacaktır. Görüldüğü gibi değişen ve eskiyen <yapıdır> yoksa, <toprağı sürme fonksiyonu> kendini korumaktadır. Sosyal ihtiyaçlara göre, fonksiyonunu başarı ile yürütmeyen her birim ve her müessese ister istemez, ya yapı değiştirmek veya uygun bir birim ve müesseseye fonksiyonunu devretmek zorunda kalmaktadır. Bu hükmümüz sosyal hayatın bütün yönleri için geçerlidir. Politik hayat için de doğrudur. İster istemez, her cemiyette <bir yönetici kadro> olacaktır. Yönetim, sosyal hayatın vazgeçilmez bir fonksiyonudur, ama bu yönetici kadronun yapısı tarih boyunca değişmiştir. Rahipler, askerler, asiller, tüccarlar, kapitalistler tarih içinde <yönetici kadroları> sıra ile oluşturmuş bulunabilirler. Belki zamanımızda <yönetici kadro>, çağdaş sosyologlardan C. Zimmermann’ın ifadesi ile artık <entellejansiya> sınıfı olacaktır. Entellejansiya yüksek tahsil yapmış yüksek zihnî bir potansiyele sahip ve milliyetine aşkla bağlı birinci sınıf uzmanlar kadrosudur.
Bununla şunu belirtmek istiyoruz: İster <milletin iradesi> ile isterse <tarihin iradesi> ile iş başına gelsin daima bir <yönetici sınıf> mevcut olmuştur ve olacaktır. Yani sosyal yapılar değişecek ve fakat sosyal fonksiyonlar devam edecektir.
Seyit Ahmet Arvasi-Türk İslâm Ülküsü 1- sayfa.279