Türk-İslam Ülkücüsü, sosyal hayatın bütün tezahürlerini, milli tarih şuuru içinde yorumlar ve değerlendirir. Bize göre, insanlık camiası, milletlerden ibarettir ve insanlığın tarihi, milletlerin tarihinden başkası değildir. Milletlerin iç ve dış çalkantılarından doğan <milli tarih> lerin bir sentezi, beşeri macerayı meydana getirir. Hiç şüphesiz, milletlerin tarihi, birbirlerini etkileyerek gelişirler. Bu durum, tarih olaylarının yorumlanmasında aydınlatıcı bir rol oynar.

                Sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bütün olay ve kuruluşların beşeri ihtiyaçlara cevap olarak doğduğunu biliyoruz. Bununla beraber, zaman ve mekân içinde, bu ihtiyaçlar, her milletin realitesine göre biçimlenir. Bilfarz, <aile>, bir sosyal kuruluş olarak insanlığın ortak gerçeğidir; ancak, her milletin <sosyal yapısı> içinde değişik biçimlere girer. Bunun gibi <din>,  gerçekte ve âlemşümul manada <bir tek din> olduğu halde, grupların idrakine ve şartlarına göre, peygamber tebliğleri, zamanla değişik görünüşe girmiştir. Kısacası, her tarih olayının beşeri veyahut <âlemşümul> bir karakteri, bir de <milli> biçimi vardır. Tarih olaylarının yorumlanmasında bu iki yöne aynı değeri vermek gerekir.

                Tarih olaylarının yorumlanmasında, <tek faktöre> bağlanmanın tehlikelerini daha önceden de belirtmiştik. Böyle bir tutuşun insanın görüş açısını daralttığını ve korkunç yanılmalara sebep olduğunu biliyoruz. Kesin olarak belirtelim ki, tarih olayları, <çok faktör> ile açıklanacak niteliktedir. Marksist’lerin bütün tarih olaylarını ekonomi ile ırkçıların (Rasist’lerin) bütün tarih olaylarını biyolojinin verileri ile coğrafyacı sosyologların bütün tarih olaylarını tabii ve coğrafi çevre şartları ile E. Durkheim’cilerin bütün tarihi olayları <kolektif şuur ve ruh> ile Demografistlerin tarih olaylarını <nüfus hareketleri> ile Psikolojistlerin bütün sosyal kuruluş ve değerleri şu veya bu <psikolojik motif> ile yorumlamaları, bizi <tek faktör> düşünmeye ve dar kafalı olmaya zorlamaktadır. Oysa milli tarih şuuruna sahip bir ilim adamı, çok faktörlü bir bakış açısına, tenkidci bir düşünce biçimine bağlanarak <tarih olaylarını ve bu tür gelişmeleri> inceler ve yorumlar.

                 Milli tarih şuuruna bağlı ve <çağdaş sosyoloji> den haberdar bir tarih yorumcusu, sosyal yapıların <tek biçimli> bir gelişme içinde bulunmadıklarını da görür. Bütün milletler için zaruri, ortak ve paralel bir gelişme şekli yoktur. Bu konuda Auguste Comte’un, E. Durkheim’in, K. Marx’ın, A. Coste’un ve diğerlerinin <kanunları> ve <aşamalar> dedikleri gelişim ile ilgili görüşleri, ancak bazı sosyal yapılar için doğrudur, bütün milletler için geçerliliği yoktur. Bunu tarihin kısa bir incelemesinden dahi anlarız. Mesela, Türk tarihinde, Asya, Antik, Feodal ve Burjuva üretim dönemleri aramaya kalkışan sözde Marksist’lerin bütün zorlamaları havada kalmaktadır. Batı’lı cemiyetlere mahsus bu müşahedesini, bir kanun tarzında tamime (genelleştirmeye) kalkıştığı için K. Marx, yalnız kendini değil, birçok taraflarını da yanılmaya mahkûm etmiştir. Hatta bazen gülünç duruma düşürmüştür. Geçenlerde televizyonda, ülkemizde <sporun gelişmesi> incelenirken, bunlardan biri, <futbolumuzun feodal yapı içindeki görüşünden, sınıfsal çatışmaya kadar geçirdiği devirleri> açıklıyor, bilmem hangi futbol takımının <işçileri> bir başkasının da <burjuvayı> temsil ettiğini <bilimsel> olarak belirtiyordu. Birçoklarını kahkahalarla güldüren bu yorumu aktüel bir misal olarak sunmayı uygun gördük.

                Milli şuur içinde hareket eden bir tarihçi, birçoklarına anlatmalıdır ki, sosyal teşkilatlanmanın birer parçası olan ve pek çok sebebin biçimlediği köyler, kabalar, şehirler; sosyal iş bölümünden doğan <sosyal dilimler>, bir milletin tarih akışı içindeki <organları> dırlar ve ancak, milli bütünlük içinde manalıdırlar.

Bir yanıt yazın