Sevgili kardeşim bir önceki sohbetimizde Türklük kavramı, Töre, Şamanizm gibi meseleleri konuşmuştuk. Bugün de Müslümanlık ve Türklerin islam anlayışı konusu üzerinde sohbet etmek istiyorum.

                Hiç düşündün mü? Dünya üzerinde 1 milyardan fazla müslüman olan insan var ve ne hikmetse bunların içerisinde Türkiye de dahil bilime önem verilen, insanların kendilerini özgürce ifade edebildiği ve tüm dünyaya örnek gösterilebilecek, ideal hiç bir ülke yok. Bu durum sence bir tesadüf mü?

                Hâşa ; Allah Teala kabiliyetleri , aklı, yaratırken biz müslümanlara eksik verdi de ondan mı bu durumdayız?

                Hani İslam en mükemmel dindi ? Hani islama uyan kurtuluşa ererdi? Acaba bu bilgiler de mi bir yanlışlık var ya da biz bir şeyleri yanlış anlayıp , yanlış mı uyguluyoruz?

                Bir soru daha sorayım: 1400 yıllık İslam tarihi boyunca yaklaşık 1000 seneye damgasını vuran Türk atalarımız bu dine sahip çıkarak dünyaya nizam verdiler de biz nerede hata yapıyoruz da bu durumlardayız?

                Tüm bu soruların bir cevabı var. Ancak şu bir gerçek tarihte meydana gelen sosyal olayları tek sebeple açıklamak doğru olmaz. Tüm bu soruların da cevaplarını bu gerçeğe bağlı kalarak açıklamaya çalışalım.

                Din nedir ? Din; Allah Teala tarafından peygamberleri vasıtası ile insanlığa bu dünyada Allah’ın indirdiği temel değerlere ve insanın yaratılış şablonuna ,ki buna din de fıtrat deniyor , uygun yaşama sistemidir.

                Bu yaşama sisteminin canlı rol modeli de peygamberlerdir. Din içinde yaşandığı toplum da muhakkak bir değişim bir iyileşme meydana getirir. Eğer ki toplumun bugün kü islam devletlerinde ve Türkiye’de olduğu gibi dindarlaşıyor olmasına rağmen bu değişim iyileşme değil de bozulma yönünde ise bil ki ya din diye anlatılanda ya da yaşayan toplulukta bir arıza vardır. Örneğin Hz. Peygamberin içinde doğduğu topluma bakın. Belki de insanlık tarihinin gördüğü en ahlaksızca uygulamaların yaşandığı bir yerdir.  Doğan kız çocuklarını diri toprağa gömen, gömmediği kız çocuklarına isim dâhi vermeyip onları  birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü gibi sıra sayılarla çağıran, sayıları 50 ye varan kadınla aynı anda evliliğe izin veren, kan davalarının hüküm sürdüğü, köleliğin yaygın olduğu bir toplum düşün. Bugünden bakınca ne kadar acayip geliyor değil mi? Acayip ama gerçek. İşte Hz. Peygamber 40 yaşında ilk vahyi aldığında toplumun durumu buydu. Ve 23 sene içerisinde doğru bilgi (Kur’an )  ve doğru rol model (peygamber) ile  toplum bizim saadet asrı dediğimiz dönemi meydana getiren insanlara dönüştü.

                İşte kardeşim yukardaki örnekten gerçek dinin iyiye dönüştürme özelliğini görmüş oldun. Ancak bunun tam tersi de din doğru rol model ve doğru bilgiden uzaklaşarak insanlar tarafından sömürü aracı olarak kullanılırsa da kötüye dönüşmede  çok etkin bir hızlandırıcı etki yapar.

                Nasıl mı ? Hemen buna da tarihin sayfalarından bir örnek gösterelim. Peygamber in ölümünün üzerinden henüz sadece 30 sene geçmiştir.  Emeviler denilen bir devlet kurulur. Bu devletin kurucuları Peygamberin aynı zamanda kayınbiraderi olan Muaviye ve onun ailesi olan ümeyyeoğulları aşiretidir. Bu aşiretin en önemli özelliği peygamberin İslamı yaymaya başladığı  döneme kadar Mekke’nin sevk ve idaresini yapıyor olmaları ve Mekkeye kabeyi ziyarete gelen Araplar’dan büyük bir kazanç elde ediyor olmalarıdır. Hz Peygamber dini tebliğ etmeye başladığında da en büyük darbeyi yiyen bu aşiret olmuştur. Ve bunlar peygamberin Allah’tan vahiy getirdiğine inanmayıp ; O’nun kendi aşireti olan Haşimoğullarını güçlendirmek için sahtekârlık yaptığını düşünmektedirler. Çok iddialı bir cümle oldu değil mi? O zaman bu iddiayı destekleyen aşağıdaki dörtlüğü dikkatle okuyun.

                Şükürler Olsun Bedirìn intikamını aldık.

                Dedelerim sağ olsalardı da bu günleri görebilselerdi.

                Haşimoğulları islam diye bir din uydurdular

                Ne gökten inen bir kitap var ne bir peygamber. 

                Baştan aşağıya kin kokan bir dörtlük  değil mi?  Bu dörtlüğü okuyan kişi 2. Emevi kralı Yezid’dir. Bu sözleri keyifle haykırmasını sağlayan olay ise Peygamberin ciğerparelerim diyerek gözünden sakındığı torunlarından Hz. Hüseyin’in Kerbelada günlerce aç susuz bırakılmasından sonra hunharca şehit edilmesidir.

                Neticede Emevi Devleti kralları,  devleti kurdukları dönemde İslam Halifesi  olarak anılıyorlardı.  Kalplerin içinden geçeni ancak Allah bilir ancak yaptıkları uygulamaları tüm tarih kitapları anlatıyor.

                Dini kullanarak neler yapmış bu Emevi kralları şöyle kısaca göz atalım :

                Peygamberimiz sonrası tüm halifeler seçimle işbaşına gelip kendilerine Emir’ül Müminun yani inananların yöneticisi denilirken, Muaviye daha kendi sağlığında oğlu Yezide biat ettirmiş ve ”Müminlerin Halifesi” ünvanını  kullanmıştır.

                Hz. Peygamberin bu âlemden göçtüğü an itibarıyla kölelik ve cariyelik komple sona ermiş durumdayken muaviye döneminde ve sonrasında kölelik tekrar hortlatılmıştır.

                Peygamberimiz zamanında kadın toplumda Kur`anın öngördüğü hür , eşit vatandaş statüsüne kavuşurken Emevi döneminde kadın eski Arap geleneğindeki ikinci sınıf insan statüsüne geri döndürülmüş ve sosyal hayattan uzak tutulmuştur.

                 En önemlisi ve tarihte en çok iz bırakan ve tahribat meydana getiren durum ise peygamberimiz ve onun Ehli beyt (ev halkına ) ‘ine sempati duyanlar öldürülmüş, baskıya maruz kalmış ve koğuşturmalar geçirmişlerdir.

                Veda hutbesinde Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır diyen peygamberin ümmeti 60 sene sonra Emeviler döneminde müslümanları Arap olan ve Arap olmayan ( MEVALİ) diye adeta 1. Sınıf ve 2. Sınıf müslümanlara bölmüştür ve Mevaliden olanlardan vergi alınmaya başlanmıştır.

                Yapılan zulümlere karşı halkın ayaklanmasını engellemek için Kuranda hiç esamesi okunmayan bugünkü mutlak senaryocu kader anlayışı uydurma hadislerle topluma yerleştirilmiş ve halka adeta: “Bu zulmü çekmek zaten kaderinizde var Allah’ın sizin için yazmış olduğu kadere  karşı mı  geliyorsunuz?” demişlerdir.  

                Yani sevgili kardeşim, Hz Peygamberin dinin iyileştirme, dönüştürme gücünü kullanarak düzelttiği Arap toplumunu âdeta eski haline getirmek için vargüçlerini kullanmışlar ve bunda başarı sağlamışlardır.

                Sohbetimizin başında sorduğumuz sorulardan birisinin cevabı ortaya çıkıyor aslında bu iki örnekten. Evet İslam en mükemmel bir dindir; ancak İslam dinini hayata geçirirken Allah’ın indirdiği vahye ve elçisi peygamberin O’ nu hayata geçirme metoduna sâdık kalınırsa bu mükemmelliği görebiliriz. Yok eğer bu dini Emevi Arabının  Müslümanlığı gibi kendi nefisimize uydurur ve onu toplumu baskılama ve yanlış yönlendirme aracı olarak kullanırsak mükemmellik yok olur din bir zulüm aracı haline gelebilir.

                Aziz kardeşim, Arabın Müslümanlığını gördük Acaba Türk’ün Müslümanlığı hakkında ne söyleyebiliriz?

                Kur’an da bir ayet var :

Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse, şunu bilsin: Allah onun yerine öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sever; onlar da Allah’ı severler, müminlere karşı yumuşak gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve başları yukardadır; Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın ihsanıdır. Onu dilediği kimseye verir. Allah’ın ihsânı geniştir, her şeyi bilendir.

                Bir çok din bilgini bu ayette bahsi geçen dinden dönen kavmin araplar ve yerine getirilen kavmin de Türkler olduğunu söyler.

                Peki bu acaba nasıl olabilir? Bir önceki yazımız da Türk’ ün Töreli demek olduğunu ve Töre’nin de Göktanrı inancının topluma nizam veren kültür, kurallar  ve değerler toplamı olduğunu anlatmıştık. Ve töre ile yaşanan nizamın aslında İslama ne kadar uygun bir nizam olduğundan bahsetmiştik.  İşte Türk’ün tarihte İslamın bayraktarlığını yapmasının altında yatan temel faktör budur kardeşim.

                Dinin Allah tarafından indirilen vahyin bütününe İslam diyoruz; ancak İslam’ın değik tarih dönemlerinde değişik toplumlar tarafından kendi anlama ve kültür kodları ile kaynaşıp hayata geçirilmesine Müslümanlık diyoruz. Bu açıdan baktığımızda İslam tektir ; ancak müslümanlıklar çok farklı olabilir. Arabın müslümanlığında nasıl ki eski yaşam tarzından kopamayıp bir geriye dönüş olduysa Türk’ün İslamın hayata geçirmesinde ve algılamasında Toplumu sevk ve idare eden Töre’nin çok büyük fonksiyonu olmuştur. Töre üzerinden yaşanan eski Göktanrı dini İslam dininin temel değerlerine çok büyük ölçüde uyduğu için Türkler çok kolaylıkla ancak zamana yaygın bir şekilde İslam dinine girmiştir ve bin yılı aşkın bu süredir bu dini yaymak için gazâ meydanlarında at koşturmaktadır.

                Sevgili kardeşim, ayrıca senin tarihinde dönüm noktası olan ve  ben kimim dediğinde cevap olarak kullanmakta olduğun Türk ve Müslümanım sözünün gönül dünyanda içini doldururken sana yapılan zulümlerden birinin daha altını çizmek istiyorum. O zulüm şudur: Türk Milleti’nin İslamiyeti Arap Tüccarlar ve Talas savaşı sonrası Araplardan öğrendiğin yalanıdır. Bunu tarihte böyle öğreterek Türk’ün İslam anlayışının Hz. Peygamberin gerçekleştirdiği inanç inkılabına aleyhine hurafe inkilabı gerçekleştiren Emevi zihniyetinin bir uzantısı olduğunu hissettirmeye çalışırlar; ancak durum hiç de anlattıkları gibi değil.

                İslam tarihinde özellikle peygamberin hayatını ve onun ölümünden sonraki  4 halife ve Emeviler’in ilk iki kralının yaşadığı dönemi çok iyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu dönemde olan biten olaylar ve ortaya çıkan fikir akımları bundan sonraki 1000 yılın adeta haritasını çiziyor. Bugün gündelik hayatta duyduğumuz Sünni, Şii, Selefi gibi kavramların bir çok mezhebin temellerini ve inceledikleri ihtilaflı konuların meydana geldiği olaylar bu tarihlere rastlamaktadır.

                Peygamberin ölümünden sonra en dikkat çekici olaylar ve keskin ihtilaflar Hz. Ali ve Kral Muaviye dönemine rastlıyor.

                Bu dönemde Hz. Ali , Peygamberin ve onun takipçileri olan Ehli beyt ( Peygamberi ev halkı ve onun yolundan gidenler )  yolunu temsil etmişlerdir.  Muaviye ise dini kendi egosu , ihtirasları ve maddi menfaat aracı olarak kullanmıştır. Bu  uğurda hiçbir ayak oyunundan , iftiradan  hileden çekinmemiş ve paraya ve güce tapanları çevresinde toplayarak bunlar üzerinden bir şer ittifakı oluşturmuştur. Hatta bu uğurda o kadar başarılı olmuştur ki Peygamberin en yakın arkadaşlarından Hz. Talha , Hz. Zübeyr ve Peygamberin eşlerinden Hz. Aişe dahi fitneyi fark edemeyip Hz. Ali ye karşı Muaviye ile aynı safta yer almışlardır .

                Bu dönemde ilk kez Müslümanlar kâfire karşı değil de birbirlerine karşı kılıç kullanmak zorunda kalmışlardır. Muaviye , Hz Ali’ye karşı yenileceğini hissedince ordusuna, mızraklarının ucuna Kur’an yapraklarını geçirmelerini emretmiş ve biz Kur’an namına , din namına savaşıyoruz ya siz ne için savaşıyorsunuz, diyerek Hz. Ali taraftarları arasında bir karmaşa yaratmayı başarmıştır. Hz Ali buna karşılık: “Bu bir oyundur,  ben konuşan Kur’anım.” dediyse dahi fayda etmemiş ve mutlak galibiyeti elde edememiştir. Ve İslam tarinin en korkunç hadiselerinden olan Cemel ve Sıffin savaşlarında 80,000 e yakın ve birçoğu sahabe olan Müslüman hayatını kaybetmiştir. Bu rakamın ne kadar dramatik olduğunu anlamak için Hz Peygamberin 23 yıllık Peygamberliği süresince iştirak ettiği 27 Seferde toplam şehit olan Müslüman sayısı 250 olduğu ve bu seferlere Bedir , Uhud, Hendek, Huneyn ve Tebük savaşlarının da dahil olduğunu söylememiz sanırım yeterli.

                Bu savaşlar sonrası Hakem olayı denilen bir ayak oyunuyla Muaviye Halifeliği gaspetmiş ve ardından Hz. Ali’nin hariciler denilen ve bugün Ortadoğu coğrafyasında terör estiren İŞİD belasının ataları kabul edebileceğimiz bir grup tarafından şehit edilmesi sonrası karanlık günler başlamıştır.

                Aziz kardeşim, bu dönemden sonra peygamberin getirmiş olduğu değerlerin takipçisi olan Ehli beyt ve onları sevenler onlarca yıl sürecek zulümlere , katliamlara ve baskılara maruz kalmıştır. Bu katliamlardan kurtulup kaçabilenlerin bir kısmı Orta Asyaya giderek orada Türklere sığınmış ve yaşamaya başlamıştır.  İşte Türkler İslamı kimlerden öğrendi sorusunun cevabı burada yatmaktadır.

                Bu nedenledir ki Türk’ün Müslümanlığı Arabınkine benzemez. Bu nedenledir ki Batı Türk’ün müslümanlığında yılmış ve onun tekrar tarih sahnesine çıkmasından endişe ederken Arabın Müslümanlığından rahatsızlık duymaz. Bu nedenledir ki Araplar yüzlerce yıldız İspanya da burunlarının dibinde yaşayıp dururken ses çıkarmayan Avrupa Türkler binlerce kilometre ötelerindeki  Anadoluya ayak basar basmaz 100 yıldan fazla sürecek haçlı seferlerine başlamıştır.

                İyi ama sevgili kardeşim Türk’ün Müslümanlığında Hristiyan dünyasını bu kadar rahatsız eden ne vardı?  Ve biz bugünün Türkleri Müslümanlığımızdan neyi kaybettik de bu hallere geldik diyecek olursan ben de derim ki ; biraz sabır bir sonraki Yeni Ufuk sayısını da al oku cevaplar orada.!

Selametle kalın Tanrı Türk’ü Korusun ve Yüceltsin.

Bir yanıt yazın