Tarihte Türk milliyetçiliğinin şahlandığı devirler vardır. Türk topluluklarında milli duyguların en üstün değer olarak belirdiği çağlarda, siyasi ve iktisadi durum ne olursa olsun, Türk milletinin hayret verici başarılar kazandığı Dünyaca bilinen gerçeklerdendir.

Milliyetçilik, kısa ve umumi tarifiyle, kişinin milletine sevgi ve saygı hisleriyle bağlanmasıdır. Böyle bir bağlanmada elbette ne şahsi menfaat endişesi, ne de kin, nefret, kıskançlık yer alır. Kötü duygulardan gıdalanan gönüllerde esasen sevgi ve saygıdan herhangi bir iz bulmak güçtür. Milliyetçi olmak sanıldığı kadar kolay değildir. Çünkü bu, soydaşları, aynı kültürden feyz alanları, kederde ve sevinçte birleşenleri yalnız sevmeği değil, icabında onlar için bazen hayat değerinde, türlü fedakârlıklara katlanmağı gerektirir ve böylece milliyetçilik duygusu ahlakın en yüksek zirvesinde mevki alan bir ruh haletidir. Ayrıca milliyetçiliğin, toplulukta moral gücü arttırmak,  fertleri iyiye, güzele, doğruya yönelterek kültürlerin işlenmesi ve zenginleşmesini sağlamak yoluyla milli; ayrı ayrı milletleri bu insani hislerle terbiye ederek Dünya medeniyetini yükseltmek yoluyla da beşeri fonksiyonu bulunduğu malumdur.

Ancak her millete milliyetçilik normal şekliyle tezahür etmiyor. Yer yer bu asil duygunun şoven karaktere büründüğü, zaman zaman hodbince emellere vasıta kılınmadığı, soysuzlaştırıldığı görülüyor. Bazı milletler, insanın en tabii temayüllerinden olan milli hisleri öldürmek bahasına kendi milli-siyasi gayelerini gerçekleştirmeğe çalışıyorlar. Yeryüzünde milliyetçiliğe karşı olanlardan çoğu bu tahripkâr gayretlerin kurbanıdır. Türlü yönlerden estirilen “anti-nasyonalist” cereyanların tesiri altında milliyetçiliğe sırt çevirip sözde “insaniyetçi” olduklarını iddia eden birtakım safdiller, kurnaz ve sinsi propaganda kaynaklarının özel maksatları uğruna harcandıklarının farkında değillerdir.

Bir kısım topluluklarda ise, milliyetçilik fikirleri, saldırgan vasıf taşımamakla beraber, kin ve nefret temeline dayandığı için zararlı olmaktadır. Bu daha çok büyük imparatorlukların parçalanmasından doğan milletlerde müşahede edilir. 2. Dünya Savaşından sonra istiklale kavuşmuş birçok milletlerde aynı duygu “sömürgeci düşmanlığı” şeklinde kendini göstermiştir. Tarih sahnesine yeni çıkan Asya ve Afrika devletlerinden çoğu bundan dolayı Batıya cephe almışlardır. Fakat hemen belirtmek gerekir ki Afrikalı ve Uzak Doğulu liderler maksatlı sosyalist propagandanın doğuracağı acı sonuçları da anlamış görünüyorlar. Çünkü onlarca solcu bloka katılmak ikinci bir hürriyet mücadelesini icap ettirecek başka bir boyunduruk altına girmek manasına gelebilirdi.

Milliyetçilik mevzuunda tarih boyunca hür ve müstakil yaşamış bir millet sıfatı ile Türklerin böyle meseleleri kompleksleri olmamıştır. Türk milleti fırsatçılığa, istismara iltifat etmediği binlerce yıllık mazinin türlü hadiseleri içinde yuğrula yuğrula gerçek millet kıvamına erdiği için milliyetçilik fikirleri de bu tarihi oluşa uygun; sağlam karakterli, fatih ve hâkim bir milletin maneviyatından süzülen evsafta, yani hakka saygılı, insaniyet sever hüviyette ortaya çıkmıştır.

Türk milliyetçiliğinin mühim bir özelliği daha vardır ki o da bunun tarihte ilk defa görülmesi ve böylece beşer hayatın en ileri safında yer almasıdır. Batı da milliyetçilik duygularının 18. yüzyılda belirmeye başladığı, bu fikirlerin yayılmasında Alman ve İtalyan siyasi birleşme hareketlerinin başlıca rol oynadığı kabul edilir ve bize de oradan geldiği söylenir. Bu umumi kanatın eksik tarafları vardır. Milliyetçilik de Avrupa görüşünün Batı dünyası bakımından doğruluğu belki mümkündür fakat Türk tarihi yönünden isabeti herhalde şüphe ile karşılanmalı ve hatta reddedilmelidir. Çünkü Türklerde milliyetçiliğin bundan ikibin yıl öncesine ait izleri bizzat Avrupalı bilginler tarafından tesbit edilmiştir. Tanınmış Alman ilim adamı Sinolog Fr. Hirth eski Çin yıllıklarında araştırmalar yaparken Asya Hun İmparatorluklarından Çi-çi’nin (ölümü, M.Ö. 36) halka irat ettiği nutuktan parçalara rastlanmış ve hayretle görmüştür ki bu ünlü Türk Başbuğunun devlet anlayışı doğrudan doğruya milli duygulara dayanmaktadır. Çi-çi’nin atalardan kalan yadigârlar arasında geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklalin de bulunduğunu ve bu en kıymetli emanetlere ehemmiyet verilmemesinin milli ihanet sayılacağını açıklayan sözlerini dünya edebiyatında milliyet fikirlerinin ilk dile gelişi diye tesfir eden Fr. Hirth şu neticeye varmıştır: “Tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet adamı Çi-çi’dir.”

Orhun kitabeleri (8. yüzyıl) Türk milliyetçiliğini tam kesinlikle ortaya koyan diğer bir vesika teşkil eder. Bu kitabelerde Göktürk hakanı, Türkleri Dünyanın tek hâkim milleti olarak vasıflandırmak da, sevgi ve saygıyı övmekte, Türk yurdu, mukaddes Ötüken toprağına hiçbir yabancının ayak basmayacağını bildirmektedir. Hakan Bilge, Türklüğün ebediliğine o kadar inanmıştır ki kendisine göre Türk devletinin çökmesi Türk töresinin yürürlükten kalkması için ancak “Yukarı da mavi göğün yıkılması, aşağıda kara yerin yarılması.” gerekir. Göktürkleri takiben devlet kuran ve şüphesiz ortaçağların en medeni topluluğu olan Uygur Türklerinde ki “Kut Dağı” efsanesi de Türk milliyetçiliğini adeta perçinleyen delillerden bir başkasıdır. Burada Türk vatanının kutsallığına riayetsizlik yüzünden milletin uğradığı felaketler belirtilmektedir.

Türkler Müslüman olduktan sonra dahi bu asil duygularını devam ettirmişlerdir. Abbasi Halifesi Memun’un (9. yüzyılın ilk çeyreği) hususi kitaplığında vazifelendirilen bir Türk’ün diğer milletlere mensup memurlara yaptığı ünlü bir Arap şairinin divanında yer alan konuşma da Türk genci hakanlıklarını, milli meziyetlerini birer birer sayarak Türklerin kudretli, insaflı, hür insanlar olduklarını; Arap, Acem, Rum vs. kendi ülkelerinde başkalarına kölelik ettiklerini söylemektedir. Türklerde milliyetçi fikirlerin kuvvetle yaşadığına dair yabancı şehadetler çoktur. Mesela meşhur Arap edebi Cahiz (9. yüzyıl), Selçuklu vezirlerinden İbn Hassûl (11. yüzyıl). Sırf Türklerin üstünlüklerini ortaya koymak maksadı ile kitaplar kaleme almışlardır. Nihayet yine o çağlarda yazılan Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügat’inde Türklerin Hz Peygamber tarafından methedildiğine dair hadisler kaydedilmiştir. Bütün bunlar Türk milliyetçi fikirlerinin yalnız Türkler arasında değil yabancı çevrelerde de daime canlı tutulduğunu da isbat eder.

Osmanlı devletinde bilhassa II. Murat (15. yüzyıl) zamanında aynı milliyetçi duyguların bir kere daha şahlandığı görülür. Bu devirde Türkçe eserler yazılmasına, devlet idaresinde Türk töresinin tatbikine ehemmiyet verilmiş ve hatta insanlığın yetiştirdiği büyük simaların toptan Türk sayılmasına kadar ileri gidilmiştir. Çünkü seçkin şahsiyetlerin ancak Türklerden olabileceği düşüncesi hâkim bulunuyordu. Dünyanın en muazzam hadiselerinden olan İstanbul’un Fethi gibi bir zaferin hazırlanmasında bu psikolojik durumun tesirleri elbette inkâr edilemez, Türklerin geniş fütuhat hareketlerinde süratle başarıya ulaşması yine Türk milliyetçiliğindeki insana saygı ve halk tanırlık unsurlarıyla ilgilidir. Milliyetçiliği en saf ve temiz şekliyle anlayan Türkler başka soydan olanların, din ve kültürlerine hürmetkâr bulunuyorlar; türlü siyasi huzursuzluk içinde kıvranan dini taassup altında ezilen milliyetlere hürriyet ve adalet götürüyorlar; onların mabetlerine, ayinlerine karışmadıkları gibi, mali, idari, hukuki işlerde devletle halk münasebetlerini adalet esasında en rasyonel şekilde tanzim ediyorlardı. Meşhur reformcu Martin Luther’in Türk devletinden gıpta ile bahsetmesi bundan dolayıdır ve Türk Ortaçağı, İran, Anadolu, Balkanlar tarihi ile uğraşan mütehassıs bilginlerin vardıkları sonuç da esasen budur.

18-19. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğunda dil ve kültür alanında bir Türklükten uzaklaşma, bir kozmopolitlik havası dikkati çeker gibidir. Fakat mesele Türk milliyetçiliğinin karakteri bakımından ele alındığında gerçek durum daha iyi anlaşılmaktadır: İmparatorluk Türklerindi. Türkler devlet başkanlarıyla, ordusu ile bürokrasisi ile imparatorluğun ağır ve girift idare mekanizmasını işletmek gayretinde idiler. Eski deyimle “mülk ü millet” sahibi olan Türklerin kendi hesaplarına bir milliyetçilik ve Türkçülük hareketine girişmeleri tabiatıyla beklenemezdi ve böyle bir hal en basit mantık kaidesine aykırı düşerdi. Ancak Türkler daha büyük bir ciddiyetle, tabii yabancı kütlelerin ilgilendiği problemleri daha derinden kavramak suretiyle çöküntüyü önlemek isteyebilirlerdi. Fakat yine aynı sebep yani insanlara saygı prensibi bunu engellemiş ve koca imparatorluk, başta zorla göç ettirme ve imha olmak üzere, elinde mevcut bütün imkânlarına rağmen, milliyet fikirleriyle alevlenen çeşitli toplulukların kaynaşmalarına müdahalelerde bulunmamış, seyirci kalmıştır. Balkan ve Orta Avrupa milletlerinin istiklal savaşlarındaki başarı âmilleri arasında Türklerin bu toleranslı tutumunun da dikkate alınması icap eder. Güney-doğu Avrupalılarla Arapların yüzyıllar sonra dini, geleneği ve kültürü ile birer millet ünitesi olarak meydana çıkışlarında, bunları siyasi emellerle Osmanlılar aleyhine kışkırtan devletlere olduğu kadar Türklere de şeref payı ayırmak lazımdır.

Buraya kadar ana hatlarıyla açıklamağa çalıştığımız tarihi gerçekler Türk milliyetçiliğinin en belirli özelliklerini yeter derecede göstermiştir sanırız.

Bugünkü Türk milliyetçiliğinin de aynı vasıfları taşıdığına şüphe yoktur. Bizim milliyetçiliğimiz hakka, adalete saygılı, milli kültürümüzün işlenmesini gözeten, Dünya medeniyetinin yücelmesine gücü yettiği ölçüde yardıma gayret eden bir düşünce tarzıdır. Türk tarihinde milliyetçilik hiçbir zaman başkalarının zararına işlememiş, bu yönden politikaya alet edilmemiştir.

Türk milliyetçiliği yine hiçbir zaman bir kan davası olmamış ve bizde asla mesela bir “Pan-islavizm” ırkçılığı yapılmamıştır. Aksi takdirde milyonlarca Türkün heder edilmemesi ve buna karşılık yeryüzü nüfusunun yarıya inmesi gerekirdi. Şu halde Türk milliyetçilerine ırkçı diyenler haksızdırlar.

Atatürk milli tarihin incelenmesi, Türk dilinin zenginleşmesi, unutulmuş eski Türk kahramanlıklarının ve kültür hazinelerinin araştırılıp ortaya konması için çalışanların başında geliyordu. Bu hüviyeti ile O, en büyük milliyetçi idi. Bugünün temiz duygularla bezeli gencini suçlandıran ırk damgacıları Atatürk hakkında ne diyeceklerdir?

Türk milliyetçiliği bir din davası da değildir. Çünkü tarihte Türkler kadar eşitli dinlere giren başka bir millet yoktur. Türkler din konusunda en geniş müsamahaya sahip milletlerin belki birincisidir. Laiklik prensiplerinin tatbikatı ilk olarak bizim tarihimizde görünmektedir. Türk milliyetçilerini kötülemek isteyenlerin yobaz, gerici gibi birtakım manasız sözlerle hücumları da yersiz ve lüzumsuzdur. Ziya Gökalp büyük bir Türkçü ve milliyetçi idi. O, ömrü boyunca Türk ülkelerinde Batı medeniyetinin yerleşmesini, din dilinin milletçe anlaşılmasını diledi. Acaba Gökalp yobaz ve geri fikirli mi idi?

Tarihte ve bugün Türk milliyetçiliği en müspet fonksiyonu ile en temiz fikir sistemi olarak gözümün önündedir. Milliyetçilik duygularını istismar edenler, soysuzlaştıranlar belki hüsrana uğrayacaklar fakat her ölümsüz kıymet gibi, bir mücevher saflığını ve değerini muhafaza eden Türk milliyetçiliği yaşayacaktır.

KAYNAKÇA

PROF. DR. İbrahim KAFESOĞLU, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, 6. Basım, Sayfa 18

Bir yanıt yazın