Muhakkak ki bütün dünyayı saran görülmemiş bir ahlâk sarsıtısı içindeyiz. Hepimizin teker teker müşâhade zaviyelerimizin içine giren misaller pek çok. Duyduklarımız ve gazetelerde okuduklarımız da başka. İnanmaya değer bir zâttan aldığım mektup, memleketteki ahlâksızlıkların dehşet verici bir tablosunu çiziyor. Vilâyet, kaza ve hüviyet bildiren isimleri buraya alacak değilim. Hülâsanın hülâsası şu: Babasından gebe kalan ve çocuğunu düşünürken ölen kızın hikâyesi; kız kardeşiyle münasebette bulunarak dünyaya getirdikleri çocuğu boğup öldürdükten sonra kaçan bir marangozun hikâyesi; babasının metresi olduğu için evlenme isteklerinin reddeden güzel bir kızın hikâyesi, genç ve dul annesiyle münasebette bulunan bir sefilin hikâyesi; peşinden, sıra sıra, müteahhit, dolandırıcı ve vurguncu hikâyeleri.
Bunların hepsine masal diyelim. Bildiklerimiz ve gazetede okuduklarımız yeter. Aksülâmelimiz tek kelimeye sığacak: Dehşet!
Baş aşağı bu ahlâk yuvarlanışının sebeplerini üçe bölün: Bir kısmı beşerî. İnsiyakla vicdan ve akıl arasındaki depreşmelerin neticesi. Oldum olası böyledir; her yerde ve her devirde böyle. Bir kısmı zamanımızın dünyasına has yeni âmillerin neticesi. İnkılapların getirmeye çalıştıkları yeni idealleri önündeki intibak sarsıntısı. Bir kısmı da yalnız Türkiye’ye ait sebeplere bağlı, millî baş dönmesi. Üç âmil önündeyiz: Tarih, bugünkü dünya, memleket.
Biz kendi bünyemizin doğurduğu ahlâk buhranı üstüne gözlerimizi cesaretle yaklaştıralım. Bundan sonraki ilk makalemde bunu denemek istiyorum. Onun peşinden memleket ahlâkını dünya buhranına ve insanın nefsiyle yaptığı boğuşmaların tarihine bağlamak daha doğru olacak.