Yaşadığımız dünya, muhtelif enternasyonallerin muharebe meydanı halini aldığından beri, çarpışan kuvvetler de mana ve mahiyetini kaybederek galip gelen bir kültürle beraber bu kültürü temsil edenlerin siyasî kudretlerine boyun eğdirmek şeklinde yeni bir hâkimiyet müessesi kurulmuştur. Komünizm, Siyonizm ve Katolik enternasyonalleri çatışmasında henüz dünya çapında bir kuvvet kazanamamış bulunan İslâm âlemi, her üçünün tesirleri karşısında kendi varlığını korumak mecburiyetini günden güne daha şiddetle duymaktadır. Yine bu son gruba dâhil bir memleket olarak Türkiye de bilhassa Katolik enternasyonallerinin kültür istilâsına yüz elli seneden beri hedef olmuş, bu bir buçuk asır zarfında sosyal hatta fikri hayatında Hristiyan kültür unsurları yer almaya başlamıştır.

Bilhassa garplılaşma dolayısıyla garp kültürüne açılan kapı, problemin ilmî bir şekilde ele alınmamasıyla tamamen kontrolsüz kalınca, Hristiyan emperyalizminin manevî fetih silâhları da Türkiye’ye girmeye başladı. Mamafih bu tarihlerden önce de bütün orta şark gibi Anadolu’da da misyon faaliyetleri başlamış bulunuyordu. Tanzimat’la beraber Müslüman olmayan unsurlara verilen haklar daha çok bu misyonların işine yaradı ve bugüne kadar gitgide artan bir kuvvetle varlıklarını devam ettirdiler. Biz burada Hristiyan kültürünün Türkiye’de mektepler, müesseseler ve neşriyat vasıtasıyla nasıl yerleşmeye çalıştığından bahsedeceğiz.

Türkiye’deki faaliyetleri büyük para yardımıyla destekleyen İngiltere’deki T.M.A.S (Türk Misyonlarına Yardım Cemiyeti)’nin raporlarına göre ‘’Bütün misyonların en büyük problemi belki de Hristiyanlığın yabancı memleketlerin topraklarına rekzedilmesidir. Öyle ki, Hristiyanlık bu topraklarda yerli bir nebat gibi kök salacak ve yerli bir nebat olmak üzere büyüyecektir… Ve böylece tek tasarlanabilir yol, her millete kendi adamlarının (Müslümanlara Müslümanların, Rumlara Rumların, Ermenilere Ermenilerin, Nasturilere Nasturilerin, Kıptilere Kıptilerin) İncil’i nakletmesidir.’’ İşte bu gayeyi tahakkuk ettirebilmek için Hristiyan kültürünü en iyi yapabilecek müesseseler olarak kolejler kurulması işi ele alınmış, daha sonra muhtelif kültür cemiyetleri vasıtasıyla da aynı gayeye hizmet edilmiştir. İlk defa İzmir’de Mis. Mary Reynold’un açtığı misyoner mektebinin (1826) kapanmasından sonra Kırım harbinde İstanbul’a gelen misyonerler Bebek’te bir seminer kurmuşlar, bu seminer daha sonra bugünkü Robert Kolej halini almıştır.

Bebek’teki eğitim semineri birçok kimseleri de verdiği kültür neticesinde Hristiyanlaştırmağa muvaffak olmuştur. Amerika’da ve İngiltere’deki ‘’Misyonlara yardım cemiyetinden’’ gelen paralarla bunların tahsil masraflarını karşılamış ve mezun olanları Anadolu’nun muhtelif yerlerine bu kültürün propagandacıları olarak göndermiştir. Nihayet hükümete yapılan muhtelif müracaatlardan sonra Bebek sırtlarında bu semineri geliştirerek bir kolej haline getirmeye muvaffak olan seminer başkanı Cyrus Hamlin, kurulan bu yeni mektebin müdürlüğünü de almış, vazifeden çekileceği zaman da makamını yine bir başka misyoner arkadaşına devretmiştir.

Hristiyan terbiyesi ve kültürünün ne derece ehemmiyetle yayılmasına çalışıldığını, Ortadoğu’daki mektep ve müesseselerin sayısından da anlamak mümkündür. Amerikan Bord müessesesinin bu sahada yedi üniversite, kırk üç yeksek okul, dört yüz on yedi okul ve beş ruhban müessesesi, keza Fransızların beş yüz altmış, İngilizlerin elli müessesi vardır. Türkiye’dekilerle beraber bütün bunlar aynı ellerden idare edilir ve aynı program dâhilinde çalışırlar. 1915’te yapılan bir mektepler arası toplantı hakkında şu bilgi veriliyor:

‘’Sene başında Türkiye’de çalışan bütün Amerikan kolejlerinin mümessilleri İzmir’de umumî bir konferansa davet edildiler. Bu, Türkiye’de akdedilmiş ilk konferanstır. Robert Koleji, İstanbul Koleji, Marsovan Anadolu Koleji ve beynelmilel kolej mümessilleri bu içtimada hazır bulundular… Konferans üç gün devam etti ve Türkiye’de tâlim ve terbiye meseleleriyle alâkalı mühim evrak okundu. Bu evrakın kıraatini münakaşalar takip etti ve bu münakaşaların hepsi Osmanlı İmparatorluğu’nda tâlim ve terbiye, bilhassa Hristiyan terbiyesi, dâvası lehinde hayati bir ehemmiyeti haiz idiler. Bu konferans da kararlaştırılan plânlara göre her sene böyle bir konferans akdi… karargir oldu.

Mekteplerdeki eğitim ve öğretimin yanı başında beden terbiyesi ve izcilik gibi faaliyetler de gençleri bu kültür dairesine almakta birer vasıta olarak kullanılıyor. Bunlar arasında, şimdi İstanbul’da Amerikan Lisan ve Ticaret Dershanesi adı altında çalışılan Hristiyan genç erkekler birliği (Y. M. C. A.) ve Fransız liselerini sayabiliriz. Bundan altı sene önce 1953’te Dimitri adında bir Ortodoks vatandaşın Fransız Sen Benua mektebi müdiresini böyle bir meseleden dolayı tabanca ile vurması üzerine Fransız mekteplerinin üzerine çevrilen gözler, senelerden beri içten içe yapılan bir faaliyeti hemen bütün tafsilâtıyla, teferruatıyla görmüştür. Bu arada bir de izcilik teşkilâtı ortaya çıkarıldı. Misyoner Papaz Pasty ile Papa’nın Türkiye’deki vekili Pol Bertoli’nin kurup idare ettiği bu teşkilâttan hükümetin haberi olmadığı da anlaşıldı. Hristiyan kültürü yanında Bizans’ı diriltme hülyalarının da karıştığı izcilik gruplarından birinin adı ‘’Coşkun ruhlar’’ diğerleri de ‘’Bizans neşesi’’ ve ‘’Meryem’in çocukları’’dır. İzci üniformalarına takılan armalar Fransa’dan getirilmekte ve üzerlerinde Fransız izcisi mânâsına gelen Fransızca kelimelerin baş harfleri bulunmaktadır (S. F). İzci kamplarında da Fransız bayrağı kullanılmaktadır. Bu mevzu üzerinde Ortadoğu’daki Fransız mekteplerini teftiş eden bir müfettiş, Fransa hükümetine verdiği raporda şunları söylemektedir:

‘’Doğrusunu söylemek lazım gelirse, bu müessesatın kısmı azamı eski tarz terbiye ile beraber eski Fransız fikrini barındırıyor. Orada vatanperverliğin gözleri atiden ziyade maziye bakar. Şark Hristiyanlarının hamisi olan Fransa hâlâ biraz ehlisalib Fransa’sıdır.

Bir yanıt yazın