“Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Milli istiklal bence bir hayat meselesidir”

Mustafa Kemal Atatürk

İnsanlık tarihi yaşanmışlıklar, değişen hayat hikayeleri, değişen düzenler, yıkılan devletler, yok olan medeniyetler üzerine kuruludur. Tarih toplumların aynasıdır, bu ayna aynı zamanda milletlerin tarihlerindeki yansımalarıdır. Tarihsel süreçte birçok medeniyet yok olduğu gibi, birçoğu da farklı kültürlerle kaynaşıp, kimi zaman asimile olup kimi zaman da sömürü haline gelmiştir. Tarihte hiç görülmemiştir ki, herhangi bir konuda değişime uğramayan millet olmasın. Bu değişim, kimi zaman kültürel, kimi zaman dinsel, kimi zaman da mizahidır. Milletler değiştikleri sürece mi varlıklarını korurlar ? Bu soru tartışmalıdır. Ama milletlerin gelecekleri için de gerçekten tartışılmalıdır. Milletlerin tarihlerinde “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir anlayışı” yoktur. Ama değişmeyen bir tek şey vardır ; o da Ruh’tur.

Milletler ruhlarını koruduğu müddetçe kuvvetli ve kudretli kalırlar. İki bin yıllık insanlık tarihine baktığımızda, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar millet vardır tarihsel ruhlarını koruyan. Örneğin Çinliler, Yunanlılar ve en gerçekci olarak biz Türkler..

Medeniyetimiz, kültürümüz, örfümüz ve adetlerimiz, bundan binlerce yıl öncesine nazaran sadece bazı ufak değişikler geçirerek bugünlere gelmiş ve özünü korumuştur. Tarihte Türkler Fatih bir millet olarak bilinir, fethetmek, ele geçirmek, halkları yönetmek, sadece Türklere has bir özelliktir. Binlerce yıllık tarihimizde ayakta kalmamızın sebeplerinden biri de atalar kıblegâhından bize kalan ruhumuzdur..
Kurtuluş Savaşı yıllarımız, Türklüğün yeniden ve eskisi gibi dimdik şahlandığı yıllardır. Bir 19 Mayıs günü ateşlenen Türklük ateşi, Anadoluyu kasıp kavurmuş ve öldü denilen bir milleti yeniden ayaklandırmıştır. Bizi 19 Mayısa götüren ruh, tam da Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Özgürlük ve Bağımsızlık” yoludur. Bu ölmez ruh, her daim kendini bir yeni nesle aktarmasını bilmiştir, belki de bu yüzdendir Türk olarak adlandırılmamız. Tarihteki “Türk gibi” tabiri belki de bu ruh’tan meydana gelmiştir. Ruh dediğimiz şey, elle tutulur gözle görülür bir maddiyat değildir, tamamen kalplerden gelen bir maneviyat duygusudur. Tarihimiz geçmişimizin aynasıdır demiştik, o halde bu aynada ruhumuzu görürüz. Hem de eksiksiz ve kusursuz. Ruhsuz milletler tarih içerisinde eriyip gitmiş veya gitmek üzere yolculuktadır. Bütün bunlardan daha da önemlisi bu ruhsal yapıyı kendinden sonraki nesle en doğru şekilde aktarmaktır. Bunu belki eğitim ile, belki klasik baba-oğul mirası ile aktarabilirsiniz. Ama bu sadece eğitim veya öğütlerle de sağlanmaz, bu biraz da milletlerin şansına kalmıştır. Yani, bu ruhi yapı aslında kendiliğinden, kim bilir belki kandan gelen asalet ile yeni kesimde kendini bulur. Bunu hangi millet yapabildi şimdiye kadar ? Türkler haricinde hangi millet, binlerce yıl öncesi ruh anlayışını bugün de gösterebilir ? Hangi millet Türkler kadar ruh ile yaşar ? Bu sorunun cevabı basittir, Türk’ün gücü ve güzelliği kadar ruhu da önemlidir. Türk biraz da bu yüzden büyüktür. 1919’da Sams8unda yakılan ateş, günümüze kadar ulaşmıştır. Samsunda, Erzurum’da, Sivas’ta, Amasya’da yakılan bu ateş hala cayır cayır yanmaktadır. 1919’un ruhu, 1960’ta hapishanelerde sırf ülkesini çok sevdiği için işkence gören Türk gençlerinde de vardı, bu ruh, 1980’de sırf Türk milliyetçisi olduğu için tabutluklara konan yiğitlerde de vardı. 2015’te Ege Üniversitesi’nde ülkesinin namusuna göz diken teröristlerin karşısına dikilen Türk Milliyetçisi Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nda da vardı bu ruh, Karadeniz’de, gördüğü teröristleri hemen ülkesinin askerine ihbar eden Şehit Eren’imizin ruhunda da vardı. Bu ruh 15 Temmuz 2016 gecesi eline bayrağını alıp ülkesine adeta kalkan olan insanlarımızda da vardı. Bu ruh belindeki tek tabancasıyla teröristlere geçit vermeyen şehidimiz Fethi Sekin’de de vardı.

Osman Turan ; “Aile bağları zayıf olan milletlerde milliyet ; milliyet bağları zayıf olan bir dünyada da insanlık bağları zayıf kalmağa mahkumdur. Her manevî bağ insan ruhu için ulvileştirici muharrir bir kuvvettir” der.

Türklerin maddiyatı, maneviyatı, milli bilincinin temelleri hep Türk ruhuna dayanmıştır. İnsan, ekmek, su, oksijen gibi temel ihtiyaçlar duyar, Türkler’in ise en öncelikli temel ihtiyacı ruh’tur. Bu ruh Türklerin genlerinde vardır, 1919’dan 2019’a ruh açısından değişen bir şey olmadı, Türk aynı Türk, ruh aynı ruh.

Kader veya kısmet gibi ruhsuz, gelecekten beklentisi olmayıp, insanın kendini kandırmasını isteyem kelimeler Türklerin ruhi yapılarına asla uymaz. Eğer Türkler geçirdiği zor dönemlerde olaylara Türk ruhu’ndan değilde, Tanrı’nın gölgesine sığınıp kendini boşluğa bırakmış olsaydı, bugüne kadar varlığının teminatını kimse veremezdi. Değişen dünyamızda kimlik ve karakterlerimizin dışında, rurlarımız da ebedi kalıyor, bu büyük bir başarıdır Türkler için. Dört bir yanı ruh emici düşmanlar tarafından kuşatılmış olan Türkleri yine kendi ebedi ruhları kurtaracaktır.. Ruhsuz bir Türk, Kız Kulesiz İstanbul’a benzer, al bayraksız memlekete benzer, velhasıl kelâm hiçbir şeye benzemez..
Türk, karar ve ihtiras sahibi bir millettir. Hele hayat aşkı ve ihtirası akıllara şaşkınlık verecek derecededir.

Mukadderatımız, tarihimiz kadar eskidir. Tecrübelerimiz, atalarımızın kanlı kılıçlarındadır. Gözyaşlarımız, ecdadımızın mezarlarını sulamaktadır. Biz kendimizin ruhunu alevlendiriyoruz. Binlerce yıl önce yaktığımız ateş, bugün ruhumuzu kavurmaktadır. Hoca Ahmet Yesevi’den aldığımız imanı, Yunus Emre’nin şiirleri ile Tanrı’ya sunuyoruz, Hacı Bektaşi Veli’nin öğütleri, kulağımıza küpedir her dem. 1071’den çıkan kıvılcım, 1453’de parladı, 1919’da sönmeye yüz tutmuşken, atalarımızın asil kanlarında yeniden alevlendi. Bir vapurda, eskiden olduğu gibi yeniden başlayan bağımsızlık aşkı, günümüze tazeliğini koruyarak gelmiştir. Anadolu Türklüğünün içinde bir yerlerde ateşlenmeyi bekleyen ruhu hiçbir zaman yok olmayacaktır. Bu ruh öyle bir şey ki, yok edilmeye çalıştıkça daha da kuvvetlenmekle.
Yunanlılar tarihlerine “Sönmeyen Ateş”leri ile övünüyorlar, biz Türkler sönmeyi bırak, her geçen asırda daha da büyüyen ruhumuzla övünürüz. Biz farklıyız, Tanrı’nın dünyaya getirdiği milletlerin içindeki en kutlu milletiz. Bunu tarihin tozlu sayfaları değil, bilinen gerçekci tarihi söylemektedir.

Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, “Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir” derken, aslında kendi şahsının değil, milletinin, Türk Milletinin ruh ve karakterini yansıtmıştır. Özgürlüğü ve Bağımsızlığı hayatının olmazsa olması sayan bir önderin ardındaki millet de tabiî olarak Bağımsızlık ruhunu taşıyacaktır.

Yeryüzünde yoktur ki imanı zayıf, ruhu çürümüş bir millet yok olmasın. Tarihte görülmemiştir ki, imanını vatan aşkıyla harmanlayan bir milletin yok olduğu.

Dört bir tarafı düşmanla çevrilmiş olan Anadolu toprağı, her yanı düşman düşman süngüleri ile dolmuş olan Türk milleti.. Çanakkaleyi kazandıran ruh ve iman nedir ? Samsun’a çıkan ruh ve iman nedir ? Cumhuriyeti kuran kimlik kimin kimliğidir ?

Türklerin ruh ve iman kuvvetleri Türklerin kendisi kadar eskidir. Kadim’den gelen bu ruh ve iman, atalardan kalan bu kutlu miras sayesindedir bugün dimdik ayaktayız. Bunca savaşlar, verilen şehitler, yitirilen canlar…

Tüm dünyanın yıkıldı yıkılacak diye dört gözle beklediği bir devlet ve yorgun bir millet.. Bu kadar zor şartlarda yıkılmayan ruh, zerre sarsılmayan bir iman… Bunu öyle bir iki edebi cümle ile açıklamak bu ruh ve imana saygısızlık olmaz mı?
Millet nedir ? Milleti kimler oluşturur ?
İnsan denen varlık, toplu halde yaşamaya, bir ve beraber hareket etmeye muhtaç bir canlıdır. Bu birlik ve beraberlik sayesinde ayakta kalır ve toplum denen zümreyi oluşturur. Millet ise, aynı kan’ın bir araya getirdiği insanlar, aynı dili ve medeniyeti yaşayan insanlara millet denir. Bu çok kısa tabirde bile, bir ruh’un varlığını sezmek mümkündür. Bu ruh ki, sonsuzluğa gider.

İnsan denen canlı, savaşmayı bilir, savaşarak ayakta kalır. Bu savaş genellikle kan ve gözyaşı olarak görünse de, aslında aynı milletin fertlerinin kendi içinde verdikleri bir ruh savaşıdır. Bu savaş en kutsal olandır. Zira yıkıcı değil yapıcıdır. Bu yapıya sadık kalındığı müddetçe, bu ruh ve iman yaşadığı sürece, millet de var olacaktır.

Milletin temel unsuru tabii olarak insandır. İnsanı bir arada tutan ise aile bağlarıdır. Aile bağları da beraberinde milleti oluşturur. Her şeyden önce aile bağları kuvvetli olan toplumlar millet sıfatını kazanır. Bu kazanımdan sonra devamlılık esastır. Devamlılığı sürdürebilmek için aynı ruh anlayışını taşımak gerekir. İşte tam da bu noktada, Türk Milleti’nin asırlardır süren ve sonsuza kadar da değişmeyecek olan ruh’u çıkar karşımıza. Bu hadise küçük görünse de, tarihin oluşmasında başrol oynar. Bu ruhu yaşamayanlar ise figüran olmaktan öteye geçemez. Türklerin Tarihi misyonu budur işte ; hep önde, hep bir arada…

Ne mutlu ki hep önde gidenlere, ne güzeldir ki ruh’unu unutmayanlara, ne güzeldir ki hep başrol oynayanlara..

Bu ruh ebediyete kadar intikal edecektir. Türkler var olduğu sürece bu ruh da olacaktır, insanlık da baki kalacaktır, ne mutlu bu ruhu yaşayan ve yaşatanlara, Ne Mutlu Türk Doğanlara..

Unutmamak gerek ;
Hayat sana hep başrol veriyorsa bunun kıymetini bil ; çünkü finali sen yaparsın, figüran değil..

Bir yanıt yazın