Yazıma öncelikle başlıkta geçen ruh kavramının açıklamasını yaparak başlamayı faydalı görüyorum. Ķişisel ders çıkarımdan yola çıkacak olursak milletlerin yaşadıkları olayları unutmayıp ders çıkararak gelecekte yaşanması tahmin edilen veya yaşanacak olan türlü sorunları bir bilinç dahilinde çözüme kavuşturuyor ise buna ders çıkarma bir bakıma da gelecek öngörüsü denir. Her sorun ve bu soruna çare olarak sunulan çözümler ile milletlerin anlayışı, duruşu ortaya çıkar. Türk’ün bu duruşunu, zihniyetini ben ruh kelimesi ile tarif etmeyi düşündüm. Öte yandan bu açıklamayı ülkemizin kurucusu büyük önderden bir alıntı ile yapmak istiyorum:
‘’Ben, 1919 yılı mayıs ayı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde, hiçbir maddi kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin soyluluğundan doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım. Ben Türk ufuklarından kesinlikle bir güneş doğacağına, bunun sıcaklık ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağına o kadar emindim ki, bunu adeta gözlerimle görüyordum. (Cumhuriyet Gazetesi, 01.04.1937)
Türk: Mete, Kür Şad, Atatürk’tür. Çağlar değişse de olaylar değişse de değişmeyen ruhtur. Bu ruh yeri geldiğinde Çin Sarayını basan Kür Şad yeri geldiğinde ise 1919’un 19 Mayıs’ında Samsun’a yola çıkan Atatürk’tür. Şartlar gerektiğinde vatan için Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi:
-İleriye atılmak ve sonra dönmemektir.
Kuva-i Milliye’nin ateşi bu ruhtur. Şahin Ağa, Sütçü İmam, Yahya Kaptan, Yörük Ali Efe bu ruhun yiğit erleridir. Bu ruh Türk olduğu sürece baki kalacaktır. Her çıkmazda tekerrür edecektir. Bu ruha iman Türk’ü yenilmez kılan kaynaktır…
Bir edebi eseri veya tarihi bir olayı incelerken nasıl ki bu eseri veya olayı kendisini hazırlayan koşullara, bağlama göre değerlendiriyorsak bu edebi eseri veya tarihi olayı oluşturan bir alt yapının olduğu da aşikârdır. Kafkasya’da, Çanakkale’de, Yemen’de cephe cephe savaşmış Türk evladı bitik bir halde umutsuzluğa sürüklenirken Atatürk Türk’e gün gibi doğmuştur. Öyleyse 1919’da ortaya çıkan ruh bir anda oldu bitiyle ortaya çıkmamıştır. Çin esareti altında özgürlüğe hasret çeken Türk’ü derleyen, toparlayan İlteriş Kağan 19 Mayıs’da tekrar sahneye çıkmıştır.
Her kurulan Türk devleti ruhun vermiş olduğu bilinç ile şahlanmıştır. Ruhun önemsenmediği, ikinci plana atıldığı hatta unutulduğu yerlerde devlet güç kaybetmiştir. Türk Milleti birinci cihan harbi sonrasında daha da kötüleşen vaziyet içinde namus müdafaası yaparken Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a hareket ederek Ergenekon destanındaki börteçine gibi Türk’e yol göstermiştir. Gazi Paşa’nın Nutuk’unu 19 Mayıs 1919’da başlatması bu tarihin önemini bir bakıma gözler önüne sermektedir. Samsun’da ortaya çıkan duruş Amasya Genelgesi ile ardından Erzurum ve Sivas kongrelerinde perçinlenmiştir. Sergilenen kararlı duruş her türlü emperyal harekete karşı olan duruş olmakla yetinmemiş yıllar sonraya umut ışığı olarak güç kaynağı olmuştur.
Bu bağlamda baktığımız zaman Samsun Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk adımıdır, temelidir. Milli birlik ve milli egemenliğin korunması, silinmemesi bu temelin amacıdır. Ruh “Ben varım, buradayım!’’ diyerek kendini göstermiştir. Elbette Atatürk’ün müfettiş olarak tayin edilmesinde kimileri vatan müdafaası için desteklerken kimileri de ruhtan nasibini almadığından kendi kaygıları ve çıkarları için bu tayini desteklemiştir. Bu tayin başlangıçta sıradan bir müfettişlik meselesi gibi görünürken sonraları bu tayinin önemi anlaşılmaktadır. Samsun hareketi, kendi yurdunda adeta kiracı haline gelen milletin istiklal mücadelesinin dönüm noktasıdır. Atatürk ise Samsunu şöyle izah etmektedir:
- Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı, o da milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.
Bu sözler ile bu meselenin sadece bir tayin meselesi değil bir ruh meselesi ve büyük bir amacın ilk adımı olduğunu görmekteyiz.
19 Mayıs’ı n ruhu yıllar geçse de sönmemiştir. Yarım asır sonra, seneler 1970’leri gösterdiğinde Türk Milliyetçilerinin göstermiş olduğu duruş 19 Mayıs’ta hareket eden Türk milliyetçilerinin hareketinin devamıdır. Ruh sarsılmamıştır tekrar sahneye çıkıp “Ben halâ buradayım!’’ demiştir. Al-yıldız indirilirken ruhu damarlarında taşıyan insanlar üstlerine düşenleri yapmaktan bir an bile tereddüt etmemiştir. Elbette bu zaman diliminde gerçekleşen olaylar 19 Mayıs ile kıyas edilemez ama vurgulamak istediğimiz nokta ruhun tekrar sahneye çıkmasıdır. Ruh, eğer ortaya çıkmaya tereddüt etse idi gerilmiş olan ipler kopacak millet daha da çıkmaza girecekti. Dikkat edilmesi gereken nokta buradadır.
Hemen hemen 19 Mayıs’tan bir asır sonra yani 2017 yılının 15 Temmuz’unda hoca kılıklı şarlatan ve aveneleri 19 Mayıs’ın emanetine ihanet ettiklerinde ay-yıldız’ın çocukları, ruhun çağrısına kulak vermiştir. Ruh o gün Ömer Halisdemir olmuş bir asır önceki mandacıların evlatlarına, İngiliz muhip cemiyetçilerinin eserlerinin alnın ortasına saplanmıştır. Hasan Tahsin’in silahından sıkılan kurşun bu sefer Ömer Halisdemir’in silahından çıkmıştır. Gölbaşı Polis Özel Hareket Dairesi adeta 57. Alay görevini üstlenmiştir. Çok sayıda yiğit, darbe teşebbüsüne yeltenen alçakların ilk hedeflerinden biri olmuştur. Çünkü Ali Kemal’in torunları iyi bilmekteydi ki o ruhun tecelli edeceği adreslerden biri de Özel Harekât Dairesi idi.
Bu ruh, iman sadece askeri alan ile sınırlı değildir, olmamalıdır. Askeri veya siyasi alanda ortalığı kasıp kavuran ruh aynı zamanda eğitim, bilim-sanat, teknoloji, spor gibi konularda da kendini göstermelidir ki sağlam temeller üzerinde kendini kolaylıkla gösterebilsin. Bugün milli bilinç ve imanla yapılan bir sinema filmimiz dünya alanında ses getirmelidir. Sadece futbol değil tekvando, judo, eskrim, yüzme gibi spor kollarında ay-yıldızı göndere çekmeliyiz ki ruh sadece savaş meydanları ile sınırlı kalmasın. Bir film ortaya konulurken bu ruhun bilinci ile yapılmadır. Bir sanat eseri icra edilirken ruhun tecellisini fark etmeliyiz. Ruh buralarda tekerrür etmelidir, savaş meydanlarına geri dönmeden kendini yaşatmalı, insanların gönlünde yer edinmelidir. Bu ruh dün Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak’ta vücut bulduysa bugün bizlerde vücut bulmalıdır. Bunun azmi ve kararlılığını hatta önemini anlamak her Türk gencinin asli görevidir. Türk genci Atatürk’ün geçliğe hitabesindeki “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’ sözü ile uyanmalı ve yine Gazi Paşa’nın “Bütün ümidim gençliktedir.’’ sözünü kendine şiar edinmelidir. İşte o zaman 19 Mayıs’taki ruh, iman günümüze yansıyacaktır. Ruhu bugün her zerresinde yaşayanlar yarın bu ruhu bir bayrak misali yarınlara emanet kılsın. Kılsın ki 19 Mayıs’tan bugüne aynı ruh, aynı imanla hareket edenler yarın arkasına döndüklerinde 19 Mayıs’ın ruhunun, milli imanın tekerrür etiğini görsünler…
Düşünülen, hedeflenen herkesin de mutabık olduğu bu konularda tam anlamıyla birlik olduğumuz zaman bütün meseleler çözüme kavuşacaktır. Bugün sadece söz veya yazıyla belirttiğimiz bu fikirleri hayata geçirdiğimiz zaman bir şeyler değişecektir. Bölünmek istemiyoruz, birlikte güçlenerek yaşamak istiyoruz evet, doğru! Ama bunları lafta kalmamak şartıyla gerçek manada yapınca ruhun daha da güçlendiğini göreceğiz. 19 Mayıs’daki ruhun aslında her zamankinden daha güçlü şekilde tekerrür ettiğini en net şekilde göreceğiz. Bundan dolayı da işlerimize daha sıkı sarılıp emin adımlarla ilerleyeceğiz. Bu ruh bize rehberlik edecektir.
Sözlerimi yine Gazi Paşa’dan bir alıntı ile bitirmek istiyorum…
‘’Ölmek isteyen bir milleti hiçbir kuvvet kurtaramaz. Türk milleti ölmek istemez; o, daima yaşayacaktır efendiler!’’ ( Şevket Aziz Kansu, Türk Dil Dergisi, Sayı:12,1952, s.682)