Türk tarihi nice kahramanları içinde barındıran, nice kahramanları içinden çıkaran bir tarihtir. Bunun son örneğini 100 yıl önce bu topraklar yeniden yaşadı. Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasının ardından Osmanlı’da subay olan Mustafa Kemal de diğer subaylar gibi başlamıştı çıkış yolu aramaya.
Enver Paşa ve diğer yüzlerce paşa gibi Mustafa Kemal’de bir zamanlar cihana hükmeden devletin nasıl kurtulacağını düşünür hâle gelmişti. Cepheden cepheye koşarken aklında bir tek, bağımsız bir devlet olarak nasıl yaşanacağı vardı. Trablusgarp’a gazeteci Şerif Bey olarak giderek olayları yerinde gören ve olayların yerinde göğüs göğüse çarpışmaktan çekinmeyen Mustafa Kemal’e, gittiği her cephe yeni bir şey öğretiyordu aslında. İleride kuracağı yeni Türk devletinin temellerini cephelerde atıyordu belki.
Onu en çok yaralayan belki de Balkanların bu kadar kolay kaybedilmesi oldu. Kolay değil o da, Balkanlar’da doğmuş ve büyümüştü. Askeri ve siyasi olarak bu yenilginin teşhisini çok önce koyan Mustafa Kemal şöyle diyor: ‘’Balkan Harbi patladığı zaman ben Trablusgarp’ta bulunuyordum. Eğer o sırada Balkanlar’da herhangi bir yerde olsaydım o Balkan faciası olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusunda bulunurken küçük Balkan devletinin birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben böyle bir ihtimale karşı tatbik ve takip edilecek müdafaa planı üzerinde çalışmıştım. Bir gün müdafaa planı ile ilgili haritaları masanın üzerine sererek meşgul olurken içeriye Talat Paşa girdi. Selamlaşmadan sonra Talat Paşa sordu:
-‘ Kemal bey çok dalmışsın, ne ile meşgulsün’ dedi. Ben de önümdeki haritaları göstererek Rumeli Müdafaası olduğunu söyledim. Bir gün küçük balkan devletleri birleşerek müşterek bir taarruz yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlık yaptığımı söyledim.
Talat Paşa, bu müdafaayı kimin tatbik edeceğini sorduğunda kendimi gösterdim. Benim yanımda çok fazla bir şey söylemedi ama daha sonra yanındaki Hacı Adil Bey’e ‘Gördün mü bizim deliyi’ demiş.
Balkanlar’dan sökülüp atılan Osmanlı’dan geriye kala kala sadece Anadolu kalmıştı. Daha doğrusu Anadolu da parçalanıyordu her tarafından. Gidiyordu gitmekte olan. Mustafa Kemal Paşa, bir milletin makus tarihini değiştirecek o hamlesini yaptı. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı…
Tarih kitaplarında okurken çok basit gibi görünen Samsun’a çıkma ve arkasından gelen kongrelerin ne kadar zor şartlar halinde gerçekleştiğini iyi irdelemek gerekir. 1900’lerin başında Osmanlı Devleti gibi, hilâfeti kendi üstünde taşıyan bir güce karşı çıkarak, milleti gönül verdiği bir davaya inandırmak. İnanın bunu düşünmek bile cesaret isteyen bir şey.
Sırça köşklerde, bir sultanla evlenip yaşayıp gitmek varken, yokluğa talip olan yokluklar içinde Türk milletiyle bir yola çıkmak. Ne kadar da çılgınca!
Samsun, Sivas, Amasya, Erzurum ve diğer kongreler, toplantılar. Çoban ateşi yakılmıştı artık. Ta o yıllarda söylemişti Mustafa Kemal:
‘’Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.’’
Aynen öyle oldu. Ama bu tarih kitaplarında okuduğumuz gibi kolay olmadı. Dönemin sahte, bize aktarılan yarım yamalak tarihin gerçek ve üstün din adamları Mustafa Kemal ve Mustafa Kemaller için idam fetvaları yayınladılar. Utanmadan bu fetvaları İngiliz uçaklarıyla ülkenin birçok köşesine halkın üzerine attılar.
Yunanlılar işgal için geldiği bir Ege köyünde tecavüze yeltendiler. Ayşe kaçtı Yunan askerini görünce. Gitti evine sığınıp ateşe verdi evini. İçinde cayır cayır yandı ama namusunu kirlettirmedi şerefsizlere.
Yunan askerleri başlarında Venizelos’un oğlu Sofokles önderliğinde Osmanlı’nın kurulduğu Bursa şehrine girmişti. Mübarek bir Ramazan gününde Sofokles Atina’dan özel olarak fotoğrafçı getirmişti. Türbenin kapısını kırarak girmişlerdi içeriye. Sofokles Osman Gazi’nin türbesini tekmelemişti defalarca. Ayağı Osman Gazi’nin sandukasında, kılıcını çekerek ‘Kalk Osman kalk. Kalk da torunlarının halini gör! Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim’ diye bağırdı Sofokles. Şu anda bu satırları yazarken bile utanıyorum ama bizi bu kepazelikten Türk milletiyle beraber kurtaran Mustafa Kemal’e laf söylemekten geri kalmıyor bazı dangalaklar…
Müftü Ahmet Hulusi Efendi arkasındaki bir avuç insanla Bayramyeri Meydanı’nda toplandı ve o bilinen fetvasını verdi: ‘’Sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak din ve devlete ihanettir. Vatana karşı irtikâp edilecek cürümlerin Allah ve tarih önünde affı imkânsız günahtır. Cihat tam manasıyla teşekkül etmiş dini fariza olarak karşımızdadır. Silahımız olmayabilir, topsuz tüfeksiz sapan taşları ile düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi hassasiyet şuurumuz ile kalbimizdeki iman ile zaferi biz kazanacağız.’” Böyle müftüler de vardı Mustafa Kemal’in yanında.
Mustafa Kemal, güvendiği paşalarla yola çıktı. Kazım Karabekirler, İsmet İnönüler, Fevzi Çakmaklar ve daha niceleri. Hazırladığı savaş planlarını istişare etti, doğru yolla ülkesinin bağımsızlığını kazanmak istiyordu. Savaştan önce diplomasiyi ön plana alması da bu yüzdendi. Sovyetlerle iyi ilişki kurması, İtalya’yla savaşa girmeden anlaşması ve bunun gibi birçok devletten silah yardımı alması onun ne kadar büyük bir diplomasi adamı olduğunu da gösteriyor aslında.
Kurtuluş Savaşı günlerini çok iyi bilmek, çok iyi irdelemek lazım. Yokluk içinde yokluk çekilen bir dönemde insanları böylesine milli bir amaca yöneltmek ne kadar da zordu. Mustafa Kemal işte bunu başardı. Hele bir Tekalif-i Milliye var ki, inanın tarih böylesine bir emri görmemiştir!
‘-Kentler, kasabalar ve köylerdeki her ev birer kat çamaşır (külot, fanila veya benzeri iç giyim), birer çorap, birer çift çarık hazırlayacak, belirli süre içinde komisyona teslim edecektir. Ordu ihtiyaçlarında kullanılacak bu giyeceklerin, yöresel özellikler göz önünde tutularak hazırlanmasına dikkat edilecektir.
-Tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık bez, amerikan patiska, yıkanmış veya yıkanmamış yün ve tiftikle, erkek elbisesi yapımına yarayan her türlü yazlık ve kışlık kumaş, kösele, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin sahtiyan mamül veya yarı mamül çarık, fotin, demir kundura çivisi, kundura ve saraç ipliği, nal, nal yapımında kullanılan demir, yem torbası, mıh, yular, belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urganların yüzde kırkı Tekâlif-i Milliye Komisyonlarına teslim edilecektir. Teslim edilen malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir.
-Tüccar ve halkın elinde bulunan mevcut buğday, un, saman, arpa, kuru fasulye, bulgur, nohut, mercimek, koyun, keçi, kasaplık sığır, şeker, gazyağı, pirinç, sabun tereyağı, zeytinyağı, tuz, çay ve mum stoklarının yüzde kırkına ordu adına el konulacaktır. El konulan malların bedelleri daha sonra devlet tarafından ödenecektir.’’
Daha neler neler… Bu yokluk içinde girilen savaşlardan elde edilen zaferler ve küllerinden adeta yeniden doğan bir devlet. Türkiye Cumhuriyeti.
Mustafa Kemallere ve bu topraklarda Mustafa Kemalleşenlere selam olsun…