“Kerkük benim, demek ayrı gördüler
Şu döşüme paslı hançer vurdular
Sanki benim öz evime girdiler
Oğlum gibi ağlayan vatan Kerkük!”

Yüzyıldır ayrı yaşadığımız hasret coğrafyamız; Kerkük, Selanik ve Musul’dan ibâret değil elbette! Ancak türküler, şiirler halen bu coğrafyalara yazılı ve dualarda unutulmayan da yine bu coğrafyalar.

28 Ocak 1920…

Osmanlı Mebusan Meclisi’nde alınan karar açık:

Madde 1: Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, kesinlikle bölünemez.

100 yıl önce kabuğuna çekilen devlet son bir çırpınış ile millî toprakları muhâfaza etmek için silkindi.

Misak-ı Millî kutlu olsun.

Sonra Sevr Antlaşması sahnelendi. Şanlı ve kanlı bir Millî Mücâdele Dönemi yaşandı. Mustafa Kemal Paşa kendi ifadesiyle bir elinde tüfek diğer elinde îdam sehpası ile Samsun’dan Ankara’ya kadar geldi.

İnsanlık târihi kadar Türk târihi de binlerce yıllık bir birikim ve mücâdele serüvenidir. Bu serüven boyunca bazı kayıplar kazanca dönmüş, bazı kazanımlar sonrasında vahametle sonlanmıştır. Anadolu’nun yangın yerine dönmesine vesîle olan Moğol istilasından kaçan Türk aşîretleri yıllar sonra Anadolu’da yeniden dirilişe vesîle olmuş, Türk birliğini tesis etmiş ve 600 yıllık bir çınarın inşâsını sağlamıştır. Bu yüzden de târihi doğru okumak gerekir.

Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı isimli eserine bir önsöz yazar:

“Bizden Belgrat’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak; “Ne hâcet” dedi. “İstanbul’u da size verelim”. Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı. Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girit’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk. Çocuklarımızın Avrupa’sı Marmara ve Meriç’te bitiyor.”

Misak-ı Millî’nin îlânının en büyük kazanımı işte tam da Falih Rıfkı’nın hüzünlendiği noktada olmuştur. Türk insanı her ne kadar Niş, Budin, Belgrat gibi ata yâdigârı toprakları unutmuş olsa da bizim kendi öz vatanımız haline gelen ve bu yüzden de sınırlara dâhil edilen Kerkük, Musul, Selanik, Hatay, Kıbrıs hafızalardan asla çıkmamıştır.

Türk devletleri milli hedefler ve ülküler ile yaşar. Bu ülküler uğruna ölüm de en az yaşamak kadar kolaydır. Türk milleti bu ülkülerin peşinde kutlu yarınlara ulaşmış, ülkünün izinden Börteçine’yi takip edercesine ayrılmadıklarında devlet pâyidar olmuş, üç kıtada hüküm sürmüştür. Ülkülerin kaybı da yolun kaybı ile eşdeğer bir sonuca neden olup, beraberinde çöküşü getirmiş ve yıkıma yol açmıştır. Misak-ı Millî’nin bugün okunuşunda elimizde kalan bu ülküye verilen kutlu bir isim var:

 

Kızıl Elma!

Osmanlı Devleti’nin son döneminde güçlü bir fikir vardır: Mevcut coğrafyanın savunulması oldukça zordur ve bu zorluk hem genişliğinden hem de kozmopolit yapısından ileri gelmektedir. Toprak kaybını göze alarak geri çekilmek, vatanın öz çocukları olan Türkleri Anadolu’da toplamak gereklidir. Anadolu’da güçlü bir savunma hattı inşâ etmek gerektiği dillendirilir. Misak-ı Millî’de kabul edilen bu sınırlar işte bu hayalin bir parçasıdır. Hayal eksikleriyle birlikte gerçekleşir. Kan ve can pahasına Türk Devleti Anadolu’da devamını cumhuriyet rejimi ile sağlar. Misak-ı Millî sınırları dışında kalan topraklar da Kızıl Elma haline gelir ve türkülerde, şiirlerde nakış nakış işlenir.

Hatay, ilk kızıl elma!

Hatay 1939 yılında Türk Devleti’nin bir parçası haline gelir. Hatay’dan sonra süreç içinde yıl 1974 olduğunda artık zarûrî hale gelen Barış Harekâtı neticesinde kızıl elmanın ikinci durağına ulaşılır. Bazı eksiklerle de olsa;

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatan topraklarına katılır.

Bugün Suriye’de yaşananlar Misak-ı Millî sınırlarının fiilen bir kısmının daha Türk Devleti’nin himâyesine girmesiyle sonuçlanmıştır.

Zaman zuhur edecek ve her şey yerini bulacaktır elbette. Fakat kimse hayalini kurmadığı ülkülere kavuşamaz ki bu ülküler miras olarak nesillerden nesillere taşınır. Kızıl Elma artık Halep, Kerkük ve Musul’dur. Süreç ilerledikçe adalar ve daha sonra Selanik ve daha niceleri… Ata yâdigârı topraklar. Misak-ı Millî sınırları.

Örnekler, asla asıl konunun karşılığı olmaz, teşbihte de her zaman hata olur fakat hatalarını göze alarak somutlaştırmak için îzah etmek gerekebilir. Bir genç düşünün. Herhangi bir gencin gelecekte başarılı bir hayat, sağlıklı bir ömür, huzurlu bir aile sahibi olmayı hayal etmemesi düşünülemez. Ama bunları hayal ederek ve son gelinecek noktayı arzulayarak amaca ulaşmak tek başına olanaksızdır. Bu süreçte her yıl, her ay ve hatta her gün yapması gereken vazîfeleri vardır. Bu vazîfeler aşama aşama planlanmalı; bazen tökezlemeyi, bazen başarısızlığı göze alarak mücâdelede sebat etmeli ve sonrasında ulaşılacak güzel günler de bu mücâdelede motivasyon kaynağı olmalıdır.

İşte Türk milleti ve devleti için de varılacak kutlu yarınlar ve Turan ülküsüne ulaşmak için kızıl elmanın ardında yeniden at sürmek gerekir. Adım adım! Bu süreçte ilk adım belli. 100 yıl önce ortaya konmuş ve hemen yitirilmiş, bir kısmına kavuşulmuş, diğerinin de en önemlisi, hasreti içimizde silinmeden durmuş.

Misak-ı Millî kutlu olsun!

Kutlu bir başlangıca vesîle olduğu gibi kutlu yarınların da anahtarı olsun!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.