İnsan büyür beşikte,
Mezarda yatmak için.
Ve…
Kahramanlar can verir,
Yurdu yaşatmak için.
Ermeni azgınlığına ve komitacılığa kurban edilen Kemal Bey’in aziz hâtırası aradan yıllar geçtikten sonra, bugün dahi yüreğimizi sızlatmaktadır.
İDDİA
Fâcia 1919 yılı Şubat ayında başlamıştı. Daha önce yargılanan ve berâat eden Kaymakam Kemal Bey Ermeni tehcirinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiası ve îdam isteği ile tekrar yargılanacaktı.
O devirde Kemal Bey’i savunacak bir avukat bile bulmak zor iken Sadeddin Ferid Bey büyük bir cesâret timsali göstererek Kemal Bey’in müdâfaasını gönüllü olarak üzerine aldı.
Yargılanmasını gerektiren iddia ise Kaymakam Kemal Bey’in şahsî çıkarları için Ermenileri tehcir sırasında katlettiğiydi. Kemal Bey’e atılan iftirâyı desteklemek için büyük bir hazırlık yapılmış ve çok sayıda şâhit ayarlanmıştı.
ŞÂHİTLER
Daha sonra ortaya çıkan bir sürü şâhit Kemal Bey’in yaptıklarını bir bir saymaya başladı. Mahkeme heyeti küçük Ermeni çocukları dâhil bütün şâhitleri büyük bir sabırla dinliyordu. Kemal Bey kendisini uzun uzadıya savunmaya bile gerek görmüyordu:
-Hepsi yalandır, diyordu. Hepsi uydurmadır. Reis Paşa! Ben ne bunların dedikleri Keller Köyü’ne gittim ne de oradan geçtim. Burada vuku bulduğunu söyledikleri cinâyetten de haberim yok. Hele parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek? Ricâ ederim bu vahşeti kim yapar?
Kemal Bey’in bîhaber olduğu bir husus vardı. Van’ın Zeve Köyü’nden Kıymet Başıbüyük’ün çok sonraları târihin kanlı vesîkaları arasına girecek şu ifâdesini elbette ki bilmiyordu: “Ermeni komitacıları hâmile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. Kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için kolay bir usûl bulmuşlardı. Hemen kasaturayı alıp kolu tamamen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veya yüzük gibi ziynet eşyalarını alıyorlardı”
Ne yazıktır ki Ermeni komitacıların işlediği suçların cezâsını bir Türk idârecisi çekecekti. Üstelik yine bir Türk mahkemesi tarafından verilen kararla.
MÜDÂFAA
Sadeddin Ferid Bey’in müdâfaasından sonra söz Kemal Bey’e veriliyordu:
-Düne kadar bir hâkimler heyeti halinde ola sizler, şu dakîkadan sonra bir târih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının mâtemi Müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı mâlûmdur. Ermeniler ise Rus ordularının kâh önüne geçerek kâh arkasında kalarak, ekseriye memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek fâcialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. İddia edildiği gibi, Yozgat vilâyeti dâhilinden sevk edilen bazı Ermeni muhâcir kâfilelerine, Ermenilerin Müslümanlara revâ gördükleri fecâate şâhit olmuş bazı asker kaçaklarının tecâvüzü ihtimal dâhilindedir.
Ancak savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da istediği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyâset îcabı sayılıyorsa, bu kurban ben olamam. Sizin göreviniz kurban seçmek değildir. Sizin gibi yüksek bir heyet hak ve adâletle hüküm vererek vicdânî vazîfesini yerine getirmelidir. Mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idârecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.
Bu müdâfaaya karşı, Reis:
-Kemal Bey, diyordu. Emin olun mahkeme hükmünü hiçbir hâricî hisse kapılmaksızın, sırf kanaat-ı vicdânîyesi istinat ederek verecektir.
Tâbi ki böyle bir kara mahkeme heyetine bırakılmıyordu. İngiliz ve Fransız işgal kumandanlarının, Ermeni komitacılarının ve Ermeni Patriği Zave’nin ağır baskısı devam etmekteydi. Vicdan sâhibi Dîvan-ı Harp Reis’i Hayret Paşa, Sadrâzam Ferid Paşa ile yaptığı münâkaşadan sonra istifâsını veriyordu. Kemal Bey’in îdam kararını ise Hayret Paşa’nın yerine atanan “Nemrut” lakaplı Kürt Mustafa Paşa veriyordu.
İNFAZ
Geriye sadece önceden hazırlanmış olan îdamın gerçekleştirilmesi kalıyordu. Ancak Pâdişah’ın bu hususta tereddütünden kuşkulananlar vardı. Îdam hemen gerçekleşmeliydi. Bu yüzden Damat Ferit Paşa alelacele saraya gönderildi. Sultan Vahdettin, kararın tasdiki için şeyhülislâmdan fetvâ istedi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi “Kemal Bey hakkında istenen fetvâ değildir.” dese de Pâdişah’ın ısrarıyla îdam için fetvâ verildi.
Kemal Bey’in olanlardan haberi yoktu. I.Ü. Merkez Binâ’da bulunan Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu arkadaşlarıyla hasbihâl ediyordu. Birden yaka paça Beyazıt Meydanı’na çıkarıldı. İstanbul’un çeşitli semtlerinden pek çok serseri Ermeni, meydana toplanmıştı.
Müslüman halk ise için için kaynıyordu. Bu dâvâ ile meşgul olanların kulaklarında acı haber tez dolaştı. Kemal Bey bu akşam Beyazıt’ta asılacaktı.
Halk akın akın Beyazıt’a koşuyordu. Herkes birbirine soruyordu: -Niçin böyle bir karanlığa bıraktılar? -İşlerine öyle geliyor da onun için!
Bu îdamı bir gün sonra yapamayacak kadar korkak insanlar, dağ gibi Kemal Bey’e kıyacaklardı.
Dalgalanan kalabalık bir anda sustu. Harbiye Nezâreti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında Kemal Bey geliyordu. Yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. Ağır ağır yürüyordu. Metindi. Mukadderata teslim olmuş gibiydi.
SON SÖZ
Son sözü soruldu. O zaman Kemal Bey halka hitap etti:
-Sevgili vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazîfemi yaptığıma inancım, vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki ben masumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adâlet diye buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet!
Çâresiz halk hep bir ağızdan cevap veriyordu:
-Kahrolsun böyle adâlet! -Borcum var servetim yok. Üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın millet!
Kemal Bey’in cesedini sehpâda sallanırken gören Ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atıyordu. Azgınlıkları son raddeye varmıştı. Fakat süngü takmış jandarmaların üstlerine yürüdüklerini görünce dağılmaya başladılar.
O gece İstanbul, Türklük namına utanç verici, felâket dolu bir güne son veriyordu. Târih 10 Nisan 1919’du.
O akşam her şeyden habersiz tutuklu oğluna yemek götüren bir de baba vardı sokaklarda. Tam Beyazıt Meydanı’na gelmişti ki içlerinden birçoğunun Ermeni olduğunu anladığı bir kalabalık gördü. İçlerinden birine sordu:
-Bu kalabalık nedir? Bir şey mi var? -Bir adam asıldı, ona bakıyoruz.
Bu cevabı duyan Arif Bey irkilerek sehpâya doğru ilerledi ve bir feryat kopararak yığıldı. Sallanan oğlu Kemal Bey’di. Bu olayı gören Merkez Kumandanı Osman Şakir Paşa, o tarafa doğru koştu. Arif Bey’in perîşan halini görünce sordu:
-Kimsiniz?
-Babasıyım.
Osman Şakir Paşa birden kıpkırmızı kesildi, titremeye başladı:
-Emriniz?
-Evlâdımı bana veriniz.
Bahtsız baba gün batarken oğlunun henüz soğumamış cesedine sarılıyordu.
Ertesi gün bütün İstanbul ayaklanmıştı. Yüksek tahsil gençleri cenâze evinin önünü doldurmuş, üzerinde “Türklerin büyük şehidi Kemal Bey” yazılı bir de çelenk getirmişlerdi. Baskıya rağmen çok büyük ve mânâlı bir cenâze töreni gerçekleşti. Kadıköy İtfâiye Karakolu önündeki bir takım asker kendiliğinden selâm durdu. Tabut gençlerin elleri üzerinde, muhteşem bir kalabalıkla Kuşdili’ne, Mahmud Baba Türbesi’ne götürüldü. Kemal Bey’in oğlu Adnan orada yatıyordu. Artık baba oğul birlikte yatacaklardı.
Bir tıbbiyeli gencin feryadını arkadaşları gözyaşı içinde dinlediler:
-Kemal! Sen şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin. Orada büyüyecek dalların o kadar dikenli olacak ki, seni bu âkıbete lâyık görenlerin hepsini paramparça edecektir. İntikamın behemehal alınacaktır.
Ve öyle de oldu. Kemal Bey’in îdamı Anadolu’da bardağı taşıran son damlaydı.
“Kabir taşım, hamiyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üzerine şöyle yazılmalıdır: Millet ve memleket uğruna şehit edilen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal’in ruhuna Fâtiha!” (Kemal Bey’in vasiyeti)
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.