Türk halkını bir arada ve ayakta tutan kıymet sistemleri ve ölçüleri, yerlerine yenileri gelmemek üzere, bir bir çöküyor. Bu muazzam yıkıntının farkına varamayacak kadar sahte kıymetler içinde boğulmuş olanlar bir tarafa, bazıları aydınlar, üniversitelerdeki halk çocukları ve iki ayrı Türkiye’yi kendi hayatları içinde yaşamış olan insanlarımız zaman zaman feryatlar koparıyor, nereden gelip nereye gittiğimizi sorarak etrafı uyandırmaya çalışıyorlar.
Sıhhatli bir cemiyette bu türlü şikayetlerin yüzde biri dahi bütün memleket halkını uykularından edecek kadar büyük endişelere yol açacak, hal çaresi için herkesi ve bilhassa mesûliyet sahiplerini seferber edecek şeylerdir; kaldı ki bu tür cemiyetlerde felaket hali hazırda yaşanan bir şey değil, fakat henüz ufuklarda belirmeden, tahmin edilen ve derhal tedbiri alınan müstakbel bir tehlike işaretinden ibarettir. Biz şimdi bu felaketin içinde yaşadığımız halde emsali görülmemiş bir vurdumduymazlıkla küçük hesaplarımızın peşinde koşmaya devam ediyoruz. Artık şaşkınlık ve hayret duygumuzu da kaybettik. Her gün yeni bir çatının çökmesi bize günlük hayatın rutin işleri kadar normal ve tabii görünüyor; düzelme istikametinde tek tek faâliyetleri ise mucize gibi karşılıyoruz. İşittiğimiz şikâyetler bile sıhhatli bir görüşün eseri olmaktan ziyade boğulmak üzere olan insanların ümitsiz, şaşkın çırpınışlarından ibaret kalıyor.
Bir yıl kadar önce İstanbul Edebiyat Fakültesi Talebe Derneği, bir günlük gazete ile iş birliği yaparak, gençlik terbiyesi hakkında anket açmıştı. Hakikatte gençlik terbiyesi bir memlekette her türlü kalkınma veya çöküntüye tesir eden asli faktörlerden biri, belki de en önemlisidir. Cemiyetin yapısı, karakteri ve istikbalini öğrenmek isteyenler onun terbiye müesseselerine ve bunlarla memleketin gerçek ihtiyaçları arasındaki münasebete bakarak sağlam bir fikir edinebilirler. Zira her türlü siyasi, idari, iktisadi, sosyal ilh. faâliyet sektörlerini ellerinde tutan insanlar bütün zihin yapılarını, bilgi ve mahâretlerini bu müesseselerde kazanmaktadırlar. Bilhassa tahsil ve terbiyenin artık aile ve cemaat elinden çıkarak müstakil müessese haline gelmiş olduğu modern bir cemiyette, yeni nesiller ancak sağlam bir maarif sistemi içinde yetişmek suretiyle mesuliyet mevkilerine geçebilmektedirler. İşte Türkiye kendi insanlarını layıkıyla yetiştirecek bu tür bir eğitim sisteminden mahrum bulunduğu için, bilgisizlik, kabiliyetsizlik ve idaresizlik yüzünden felaketler birbirini kovalıyor. İşin daha acısı, bütün bu felaketleri düzeltmek için de yine aynı eksik insanlardan medet umuluyor, neticeler birer sebep gibi idrak ediliyor.
Edebiyat Fakültesi Talebe Derneğindeki gençler, sömürgecilik yaygaraları veya siyasi rejim münâkaşaları gibi boş şeyleri bir tarafa bırakarak, memleketin hakîkî problemine el attıkları için, birçok büyüklerinden daha sıhhatli bir idrak içinde olduklarını gösterdiler. Onların da bu düşünce tarzlarını ve giriştikleri teşebbüsleri takdirle karşılamak gerekir. Fakat, gençlik terbiyesini bir problem olarak ortaya çıkarmak, işin ancak başlangıcını teşkil etmektedir. Nitekim ankete verilen cevaplar dikkatle incelenirse, henüz ana meselelerde dahi görüş birliğine varılamadığı, hatta mefhumlarda bile anlaşma olmadığı görülüyor. Bu satırların yazarının da dahil olduğu üniversite mensuplarının cevapları arasında bir tek müşterek nokta tespit edilmektedir: Gençlere bir milli terbiye vermenin lüzumu. Şimdi muhtevası üzerinde çok değişik kanaatler ileri sürülen bu ifadenin manasını ele almadan önce kısaca belirtelim ki, bizim eğitim sistemimizde gençlerin mahrum bırakıldığı şey milli terbiyeden ibaret değildir. Binaenaleyh bugünkü tahsil ve terbiye sistemine milli terbiye istikametinde yeni unsurlar katmak sadece bütün bir eğitim davasını değil, bizzat milli terbiye meselesini bile halletmeye yetmez. Bu yüzden bir ‘’ Gençlik buhranı’’ndan bahsederken terbiye sisteminin her tarafı düzgün işliyormuş gibi meseleyi bir milli şuur aşılaması şeklinde görmek bizi yeni bir hataya götürecektir.
Türkiye batılı bir memlekettir yahut hiç değilse böyle bir memleket olma iddiasındadır. Şu hâlde onun terbiye müesseseleri her şeyden önce batı medeniyeti (yahut modern medeniyet) içindeki bir cemiyetin ihtiyaç duyduğu kıymetleri, bu arada kendi kültürüne ait kıymetleri, yeni nesillere aktarmak mecburiyetindedir. Modern cemiyetin kıymetleri başta ilmî düşünce itiyadı olmak üzere, yerli kültür sınırlarını aşar ve o medeniyet dairesindeki bütün memleketler tarafından müştereken benimsenir. Biz bunlardan en önemlilerini, mesela objektif düşünme zihniyetini, çalışmayı, dürüstlüğü, her çeşit demokratik idealleri ilh. vermekten çok uzak bulunuyoruz. Hakikatte bunları bir sonraki nesle aktaracak bir nesil de kazanmış değiliz. Böylece en asli fonksiyonlarını dahi ifa etmekten aciz bir maarif sisteminin gençlere milli şuur vermeye çalışmakla ne kazanacağı yahut bu şuuru verip veremeyeceği pek şüphelidir. Kaldı ki milli şuurun mana ve muhtevası gözden geçirildiği takdirde sualin daha başlangıçta yanlış vazedildiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Milli şuur, milli hayat, içinde doğmuş ve benimsenmiş olan kıymetlerin, kıymet ölçülerinin şuuru demektir. Milli şuur aşılanması ise bu kıymetlerin yetişen nesillere nakledilmesi, onlara da benimsetilmesi manasına gelir. Binaenaleyh önce şu suali sormamız gerekiyor. Türkiye’de böyle milli hayat içinde meydana gelmiş ve milletin büyük ekseriyetine mal olmuş, hayat içinde yaşanmakta olan kıymetler nizamı mevcut mudur? Mevcutsa bunlar nelerden ibarettir? Bu iki suale müspet cevap aldığımız takdirde üçüncüsünü sorabiliriz: Türkiye’de bu kıymetleri gençlere aşılamak için nasıl bir usul takip edilmesi gerekir?
Önce ilk sualden işe başlayalım: Türkiye’de bir buçuk yüzyıldan beri devam edip gelen batılılaşma hareketleri, yani reformlar, inkılaplar, fikir ve sanat cereyanları ilh. Memleketteki kıymetler nizamının devamlı bir değişme halinde olduğunu göstermektedir. Türk milleti tarihinin bir devrinden itibaren dünyadaki yeni gelişmelere ayak uyduramayacak duruma gelmiş ve süratle inkişaf eden batı medeniyetine erişebilmek için kendi yapısını değiştirmek mecburiyetinde kalmıştır. Bugün hala az gelişmiş veya geri kalmış bir memleket olmaktan kurtulamayışımız, bu değişme hareketlerinin boşuna gayretlerden ibaret kaldığını açıkça gösteriyor. Buna rağmen 1966 Türkiye’sinin 1839 Türkiye’si ile aynı olduğunu da söyleyemiyoruz, çünkü bu tarihler arasında bile her biri değişik karakterde olmak üzere en azından üç ayrı devir yaşamış bulunuyoruz. Şu hâlde Türkiye’de kıymetler nizamı yeni bir nizama erişmek üzere bir tarafa atılmış, buna rağmen yeni nizamda elde edilememiş bulunuyor. Türkiye bu haliyle, büyük bir kazanç elde etmek isterken beceriksizlikler ve idraksizlikler yüzünden elindeki sermayeyi de kaybetmiş bir tüccara benzemektedir. Onun artık bu muhtemel kazançtan evlatlarına büyük bir miras bırakması beklenemediği gibi, o büyük kazanca ilave etmek istediği mütevazı sermayesi bile yok olmuştur.
Türkiye’de hiçbir milli kıymet kalmadı mı? Şüphesiz kaldı. Bunların büyük bir kısmı bizim yeni intibakımızı temin edemeyecek, hatta ona mâni olacak şeylerdir. Hakikaten bir değeri olanlara gelince, onlar da parmakla gösterilecek birkaç münevverde ve halkın bir kısmında yaşamaktadır. Bir şehrin iki semti, cahili ile münevveri, okumuşu ile okumamışı (bunlar birbirinden ayrı şeylerdir), zengin ile fakiri, idarecisi ile halkı birbirinden ayrı dünyalarda yaşarlar, taban tabana zıt standartlara göre gençlere ne aşılayacağız? Bu memlekette bir milli kıymet nizamından, yani büyük ekseriyetin müştereken benimsemiş olduğu kıymetlerden nasıl bahsedilebilir? Hatta böyle müşterek bir kıymet nizamı olmayan bir topluluktan modern manada millet olarak bahsedilebilir mi? Millet, kendine mensup fertleri ve grupları, zümreleri bir arada yaşatan kıymetlere ve ideallere dayanır, bunlar ortadan kalktığı anda millet değil, fakat, sadece aynı coğrafya içinde yan yana yaşayan zümreler bahis konusudur.
Görülüyor ki yukarıda sıraladığımız suallerden ilk ikisine müspet bir cevap veremiyoruz. Türkiye tarihinin derinliklerinde kalan değil, fakat yaşadığı hayat içinde var olan bir müşterek kıymet nizamı mevcut bulunmadığına göre gençlere ne aşılayacağız? Bu hakikati bütün acılığı ve çıplaklığıyla göremediğimiz takdirde milli şuur aşılama meselesinin münâkaşası tam bir kör dövüşü halini alacaktır. Halbuki memleketin böyle felâketli bir çağında memleket münevverleri olmayan şeyin mücadelesini yapacak yerde, modern bir cemiyet kurabilmek için gereken, temel kıymetleri tespit ederek bunların yerleşmesine, benimsetilmesine çalışmak zorundadırlar. Bunu söylerken bizim tarihi kıymetlerimizi inkâr ediyor değiliz; yeni Türkiye’nin kurulmasında hiç şüphesiz onların da önemli bir mevkii olacaktır. Ancak biz şimdi onları ortaya çıkaracak ve bugünkü hayatımızdaki yerlerini belirtecek ilim adamlarından dahi mahrum bulunuyoruz yani kendi kıymetlerimizi bilmiyoruz. Üstelik içine girmek istediğimiz batı medeniyetinin temel kıymetleri üzerinde anlaşmaya varamadığımız için, yerli kıymetlerin bu nizam içinde işgal edecekleri yeri tayin etmemize de imkân kalmıyor. Türk münevverleri, ilim adamları ve idarecileri önce bu meseleleri halletmedikten sonra gençliğe verilecek terbiye hususunda nasıl bir anlaşmaya varabileceklerdir?
Bu çıkmazdan kurtulmanın elbette bir yolu vardır. Mademki bir zamanlar bizim hayatımıza hâkim olan ve dünyanın o durumu içinde hakikaten yüksek bir seviye ifade eden kıymetlerimiz, yeni dünyanın şartlarına uyamayacak bir halde kalmıştır; şu hâlde bizi bir millet olarak yaşatabilecek batı medeniyetinin temel kıymetlerine bir an önce kavuşmaya çalışmalıyız. Ancak onun mahalli renklerden uzak objektif kıymetlerini kazandığımız takdirde modern bir millet haline gelebilir ve bu millete ait kıymetlerin yeni nesillerde şuurlanmasını temin edebiliriz. Bu zihniyeti kazanamadığımız takdirde, milli şuur deyince hamaset destanlarını hatırlayan safderun vatanseverlerle kendini batılı zanneden budala züppeler arasındaki fuzuli çatışmalar daha uzun zaman devam edecektir.
KAYNAKÇA
Prof. Dr. Erol GÜNGÖR, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, 1993 Basım, sayfa 257
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.