Korona virüs salgını ülke menfaatlerinin önemini ortaya koydu. Hiçbir ülke enternasyonalist görünmedi. İnsanları ölümden kurtarmak için iş birliği yapıldığına dair hiçbir hümanist işâret yok. Aşı çalışmaları gizlilik içinde yürütülüyor. Yapılan açıklamalar kültür savaşlarının gereği propagandadan ibâret. İspanya, ülkelerin sâdece kendi menfaatlerini gözetmesi yüzünden AB’yi suçladı. Öte yandan salgın, “ülke”nin vatandaşları nezdindeki önceliğini de göz önüne çıkardı. Herkes “Benim ülkem” dedi, ülkesine dönmek için can attı ve fırsatını bulduğu anda da soluğu ülkesinde aldı. Dünyanın değişik yerlerinden ambulans uçak veya uçaklarla taşındılar.
Altını çizelim, enternasyonalizm milliyetçilik karşısında hep yenik düşmüştür. Yeryüzü hâlâ milletlerden ibârettir. Bu dün de böyleydi, yarın da aynı olacaktır. Hucurat suresi, ayet 13’te buyurulduğu gibi “yaratılış” böyledir. Hümanizm de hiçbir zaman anlatıldığı gibi görülmemiştir. Büyük ülkelerin küçükleri sömürme vâsıtası, istismar vesîlesi olmaktan öteye gitmemiştir. Dolayısıyla milletler mücâdelesi, târihte olduğu gibi devam edecektir. Yunanistan’ın Türkiye’den toprak kazanma gayreti, ABD – Çin gerilimi bunun işâretleridir.
Yapılacak şey güçlü olmaktır. Çünkü târih sahnesinde söz, güç milletlerindir. Güçlü millet olabilmek için de önce bekanın temînatı, milletleri millet yapan millî kültürü bütün millete benimseterek birliği sağlamak gerek. Mâdem yerli ve millî olmak ortak gayemiz, bunu kolayca gerçekleştirebiliriz. İşte o zaman dilimiz, ilmî çalışmalarımız, sanat, müzik, mîmârîmizle dünya milletleri üzerinde bir mânevî otorite tesis ederek güçlü milletlerden oluruz. Doğu Türkistan’dan Avrupa ortalarına, Mısır ve Arabistan’a, Hint Okyanusu’ndan Fas sınırlarına yayılmış kültür ve sanatımız bizim büyük üstünlüğümüzdür. Binlerce yılın ötesinden devam edip geldiğimizi meselâ kullandığımız kelimeler erdem, kardeş, kayın, baldız vs. ortaya koyuyor. Aynı târih ve kültüre, aynı dine mensup olduğumuzu bütün bir millete benimsetmedikçe ülke bozguncu tesirlerden korunamaz, millet bütünlüğü sağlanamaz. Herkesi millî idrak seviyesine yükseltmedikçe kendine dönüş gerçekleşemez. Tabiî Fransa eski cumhurbaşkanı büyük devlet adamı De Gaulle’ün dediği medeniyet makası da değişmez. O zaman millet, milletler câmiası içinde nasıl millî, nasıl şahsiyetli ve nasıl bağımsız olacaktır? Milleti şahsiyetli kılan kültürü değil mi? Bağımsızlığı da kültürünü ve inancını her türlü tesir ve baskıdan uzak olarak teşekkül ettirmesi ve koruması değil mi? “Ya istiklâl ya ölüm!” ne demek?
Üstünlük sağlamanın yolu kültür savaşları îcabı saldırılan, tahrip edilen, ihmale uğrayan Türk’ün dilidir. Tartışılan Türk’ün zırhı olan dinidir, İslâmiyet’tir. O meşhur îkazların tam zamanıdır. Bilge Kağan Orhun Âbideleri’nde ne diyordu? “Beyleri, milleti âhenksiz olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirdiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, Kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evladını câriye kıldı. Türk beyler, Türk adını bıraktı. Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırmış. (…) Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk milleti öldün, Türk milleti öleceksin!” Artık bu îkazlar, Türk milletine idraki kazandırmalı. (…) Ve azamet devirlerimizdeki sarsılmaz üstünlük şuurumuza kavuşmalıyız. Böylece ruhumuzu ve dünyayı yönetme potansiyelimizi korumalıyız.
İşte o zaman bütün insanlık, hürriyet bayrağı altında toplanacak (İnsanlara hürriyet, milletlere istiklâl dediğimiz gaye gerçekleşecektir.). Türk töresinden ibâret tek hukuk sistemine kavuşacak ve yine adâlete dayanan bir Türk idâresine / barışına bağlanacaktır.
Çok mu zor? Allah (CC) “Oku!” buyuruyor. Atatürk “Tek bir şeye ihtiyacımız var, çalışkan olmak!” diyor. Arif Nihat Asya Hocamız da “Yürü hâlâ ne diye oyunda oynaştasın!” diye ilâve ediyor.
Türk milleti deyip durmamız kuru bir övünme değil. Biz boş bir hayal kurmuyoruz. Târihte gerçekti, yarın da mümkün olabilir. Evet, biz Cenab-ı Allah’ın beş İnzar Ayeti’yle Arap kavmini başka bir milleti İslâm’ın başına geçirmekle tehdit ettiği ve bu mazhariyetini nasip ettiği Türk milletiyiz. Abbasi halîfesi Kaim Bi-Emrillah’ın Bağdat’ta yapılan törende Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’i Sultan-ül İslâm îlân etmesiyle gerçekten İslâm’ın başına geçen Türk milletiyiz. Biz Peygamber Efendimiz’in (SAV) övdüğü komutan ve onun askerinin mensup olduğu Türk milletiyiz.
Biz, Pakistanlı Muhammed Hamidullah’ın “Bir gün kutlu bir düşünce boy atacaksa onun bu topraklardan filizleneceğini tahmin ediyor, ben de mânevî bir pay almak için burayı yani sizleri tercih ediyorum.” dediği üniversite gençlerinin mensubu Türk milletiyiz. Biz sömürgecilere karşı bir tek Türklerin ve onların koruyabildikleri Müslümanların varlıklarını sürdürebildiklerini söyleyen bir başka Pakistanlı Muhammed İkbal’in günün birinde İslâm Rönesansı gerçekleşirse bunu Türklerin yapabileceği görüşünde olduğu Türk milletiyiz.
Sultan Alparslan’ın ihlâsı, Fatih Sultan Mehmet’in azmi ümidimizi artırıyor.
KAYNAKÇA
Prof. Dr. Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 1975, İstanbul, sayfa 48
İsmail Hami Danişmend, Garp İlminin Kur’an-ı Kerim Hayranlığı, Hareket Yayınları, 1973, İstanbul
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.