Millî Eğitim’de hangi sanatçımız, yazarımız yok ki edebî anlayışı ve eserleri anlatılıp geçilmesin? Hatta Millî Eğitim’i bir kenara bırakalım Türk Dili ve Edebiyatı fakültelerinde bile durum çok da iç açıcı değildir. En bilindik eserleri tahlil edilir, üzerine yazılmış birkaç makale okunur, sonra diğer sanatçıya geçilir. Böylelikle bu millete ve bu dile büyük katkıları olmuş nice isim, yazar- eser olarak aklımızda kalırsa kalır. Böyle kalmasına gönlümüzün el vermeyeceği bir şâirimiz de Yahya Kemâl Beyatlı…

2 Aralık 1884’te Üsküp’te doğan şâir için doğduğu şehir, sanat hayatında “vatan” mefhumuna karşılık gelecektir. Bu ata yurdu şâirin şiire ilk adımlarını atmasını sağlamıştır. 1902 yılına kadar burada kalan şâire, vatan ve din duygularını ileride şiire yansıttıran Üsküp’tür. Anılarında millî ve dinî duyarlılığını annesinden aldığını ifâde eden şâir, annesi Nakiye Hanım’ın okuduğu Muhammediye’nin etkisinden asla çıkamamıştır. Babası ise sert yapılı ve annesinin aksine onda kötü izler bırakan bir âile reisidir.  Yahya Kemâl’in Ahmed Agâh olarak yaşadığı yıllar, hayatı boyunca özleyeceği yıllardır. Müslüman-Türk kadının özelliklerini tam anlamıyla yansıtan annesinden Yunus Emre ilâhîleri duymuş, Türk kültür hayatının kodlarını bizzat yaşamıştır.

Annesinin ölümü üzerine babası yeniden evlenince, üvey annesi ve babasından kaynaklanan âile huzursuzluğu yüzünden İstanbul’a geldiğinde, Galatasaray Sultanîsine giremeyince Robert Kolejine girmek için beklediği bir yılda devrin siyâsî akımlarına kapılmıştı. Bu yüzden Paris’e gitti. Paris de tıpkı Üsküp gibi onun sanat hayatında önemli bir yere sâhip oldu. Burada edebiyat ile medeniyet arasındaki ilişkiyi en somut hâliyle görmüştü. Her devirde, her alanda fikir, moda ve yenilik merkezi olmuş Paris Yahya Kemâl’in gençlik yıllarını yoğurmuştu. Sanat ve özellikle edebiyat alanında birçok akım birbirini tâkip ederken Yahya Kemâl, burada bu akımları ve şâirleri tanımıştır. Paris’te geliştirdiği fikirler ve estetik duygusu onun şiirinin zeminini teşkil eder.(1)

Fransızların millî şiir dilini nasıl oluşturduklarını gören Yahya Kemâl, Türk dilinde de millî şiir dilini oluşturmak istemiştir. Fransızlar millî şiir dilini, edebiyatlarının menşei gördükleri eski Yunan ve Latin kaynaklarına giderek oluşturmuşlardı. Yahya Kemâl de bu nedenle Türk şiir dilini oluşturmak için kendi köklerimize gitmeyi düşünmüş, kendi devrinin şâirlerinden farklı olarak taklitçi yaklaşımlardan uzak durmuştur.  Yahya Kemâl, yenileşmeyi dış dinamiklerden çok iç dinamiklerde görmüştür.

Milletin târihinden ve sosyal yapısından kopuk bir edebiyatın, kültür hayatına bir katkı sağlamayacağını çok iyi gözlemlemişti. Başta kendimizi, sonrasında ise Batı’yı yanlış tanıdığımızı fark eden Yahya Kemâl, millî varlığımız konusunda bilinçlenmek için sanat ve edebiyattan başka çıkar yol olmadığı düşüncesiyle, edebiyat dilinde dönüşümü başlatmıştı. Bu dönüşümü yaparken asla Fransızların Antik Yunan’da buldukları şeyleri, bizim şiirimize aktarmanın gayretine düşmemişti. Şiirin kaynağının cemiyetin ruhuna bağlı olduğuna inanarak şiirlerini bu milletin kültüründen beslemişti.

Yahya Kemâl İstanbul’a 1912 yılında döndüğünde, çok zengin bir sanat ve târih kültürüne sâhipti. Birçok farklı okulda farklı dersler verdi. Mecliste milletvekilliği yaptı. Pakistan Devleti nezdinde ilk büyükelçimiz oldu. Bütün bu görevleri bir tarafa, İstanbul da tıpkı Üsküp ve Paris gibi onda çok önemli bir yere sâhipti. İstanbul’u çok seven şâir ile ilgili herkesin bildiği şu anısını hatırlatmadan Yahya Kemâl anlatılamaz sanıyorum: Şâir, Ankara’nın en çok neyini beğendiğiniz sorusuna, İstanbul’a dönüş yolunu sevdim, şeklinde cevap vererek İstanbul sevgisini dile getirir. İstanbul, eski kültürü ve Batı kültürünü harmanlayıp Türk şiirinde ve edebiyatında çığır açtığı yer olur. Birçok şiirinde İstanbul ile Türk kültürünü özdeşleştirir. İstanbul aslında onun kültürüne bağlılığının bir sembolü hâline gelmiştir, o yüzden der ki:

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

 

İstanbul’un her semtini sever, şiirlerinde adını geçirir fakat Üsküdar’ın özel bir yeri vardır. Öyle ki fetih heyecanını anlatırken Üsküdar’dan hareket ettiği şiiri vardır:

 İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar

Üsküdar bir ulu rüyâyı görenler şehri,

Seni gıptayle hatırlar vatanın her şehri,

 Hepsi der: “Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?

Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü.

 Elli üç gün ne mehâbetli temâşa idi o.

Sanki halkın uyanık gördüğü rüyâ idi o.

 Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatıradan

Elli üç günde o hengâme görülmüş buradan,

 Canlanır levhâsı hâlâ beşer ettikçe hayâl

O zaman ortada, her saniye gerçek bir hâl.

 Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha.

Şanlı namıyle “büyük top” denilen ejderha.

 Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece.

Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e

 Son günün cengi olurken, ne şafakmış o şafak.

Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,

 Görmüş İstanbul’a yüz bin meleğin uçtuğunu,

Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.

 

Bu şiirinde ve diğer bütün şiirlerinde târihimizin şanlı dönemlerine, kültürümüzün başta mûsikî ve mîmârî olmak üzere her bir parçasına yer verir.

Yahya Kemâl çok sevdiği İstanbul’da 1 Kasım 1958’de vefat etmiş, naaşı ise Rumelihisarı Kabristanlığı’na defnedilmiştir.

Yahya Kemâl, küçük yaşlarda şiire ilgi duymuştur. İlk şiirlerinde “Esrar” mahlasını kullanmıştır. Tanzîmat sanatçılarından Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhâk Hamit Tarhan, Muallim Naci ve Ziya Paşa’yı inceledi.(2) Paris’te bulunduğu zamanlarda ise Jean Mores, Charles Boudelaire, Paul Verlaine’nin şiirlerindeki ölçü, biçim ve titizlikten etkilendi. Bu etkilenme Türk şiirine farklı bir bakış kazandırmasını sağladı. “Öz Şiir” denilen akımın önemli bir ismi olması yine bu etkilenmenin sonucudur. Öz Şiir anlayışında dil mükemmeliyeti ve mûsikî her şeyden önemlidir:

 

Akıncılar

Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik! 

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kaafilelerle…

 Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan.

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

 Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…

 Cennette bugün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümüzde!

 Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik;

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!

 Bu en bilindik şiirinde kullandığı sesler kulağımıza nal seslerini vermektedir. Yahya Kemâl’in şiiri, içeriği ve kullandığı seslerle tam bir âhenk içindedir. Ona göre her mısrâ bir nağme olmalıdır. Şiirlerini bu titizliği nedeniyle kendisi kitap hâline getirememiş, o öldükten sonra Nihat Sami Banarlı yayına hazırlamıştır. O şiirlerin okunmasından ziyâde duyulmasını isterdi. Eski şiirin yaşama zevki ile rindlik felsefesini dile getirirken divan şiirinin mazmunlarını değil, kendi titizlikle oluşturduğu dilini kullanmıştır. Aruz ölçüsünü Türkçeleştiren şâir olarak akıllara kazınsa da nazım ya da nesir bütün eserlerindeki temel fikir, Türk kültürü ve Türk kültürünü meydana getiren kıymetlerdir. Ona göre bu kıymetler; başta mûsikî olmak üzere sanatımız, merhametimiz, tevekkül anlayışımız ve inancımızdır.Yahya Kemâl’in şiirlerinin birçoğunda bu kıymetler, daha önce de belirttiğimiz gibi İstanbul ve İstanbul’daki mîmârî ile sembolleşmiştir: Sis’te Söyleniş, Bir Başka Tepeden, Hayal Şehir, Süleymaniye’de Bayram Sabahı gibi şiirleri bu konuda akla gelen ilk şiirleridir. Eski yaşamın felsefesini ise; Rindlerin Akşamı, Rindlerin Ölümü, Rindlerin Hayatı şiirlerinde dile getirir. Türk târihinin en şanlı zaferlerini; Mohaç Türküsü, Akıncılar, İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel şiirleri ile destanlaştırmıştır. Şiirleri âdeta Türk târihi ve kültüründen toplanan bir demet çiçek gibidir.Şâir aynı zamanda düz yazı ustasıdır. Peyâm-ı Edebi, İleri, Tevhid-i Efkâr, Payitaht, Yarın gazetelerinde târih ve edebiyata dâir görüşleri makaleler hâlinde yayınlanıyordu. Millî Mücâdele yıllarını aynı gazetelerde ve Dergâh mecmuasında çıkan yazılarıyla destekledi. Makaleleri, “Edebiyat’a Dâir ve Eğil Dağlar” ismi ile kitaplaştırıldı.Şiirleri ise o öldükten sonra Yahya Kemâl Enstitüsü tarafından yayınlandı. “Kendi Gök Kubbemiz”, sade Türkçe ile söylediği yapı bakımından yeni tarz şiirlerinin bir araya geldiği kitaptır. “Eski Şiirin Rüzgârıyla”, klasik tarzda yazdığı şiirleri içine alır. “Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş” kitabındaki rubailerle, rubaiye Türkçede yeni bir soluk getirmeye çalışmıştır. Bitmemiş şiirlerdeki çalışmaları gösterir ki Yahya Kemâl şiir yazarken üzerine çok düşünür, çok çalışırmış.Yahya Kemâl için birçok kaynak, makale okunabilir, ilgilileri birçok yerden kendisi hakkında bilgilere ulaşabilir fakat şiirleri ve hayatı hakkında akıcı, güzel bir anlatım için Mesele Tv’nin Atilla Yayım Hoca ile yaptığı Edebice serisinin 4. bölümünü özellikle tavsiye etmek zorundayım. (3)Türk şiirine, Türk şiir diline, Türk edebiyatına ve Türk kültürüne değer vermiş, bu saydıklarımıza katkı sağlayıp geliştirmek adına ömrünü harcamış olan Yahya Kemâl’i anlayabilmek, anlatabilmek oldukça zor ve bir o kadar da gerekli. Türk edebiyatının, Türk şiirinin hâlihazırdaki durumunu düşünülürse Yahya Kemâl’in titizliğine çok ihtiyacımız var. Onun bu kadar titiz olmasının sebebi belki de Türk kültürünün mükemmel oluşunu görmesi ne yazsa ne söylese ona yakıştıramamasıydı. Onun şiirinde de dediği gibi vakit çok geç olmadan yeniden köklerimize dönerek, başta şiir ve sanat alanında olmak üzere her alanda kendimizi bulmalıyız. Devrin şartlarına göre geçmişten beslenerek geleceğe hazırlanmak zorundayız. Yahya Kemâl bir sonbahar günü vefat edeceğini biliyormuşçasına “Sonbahar” şiirini yazmıştır. Onu anlatmayı bu şiirle sonlandırmak yerinde olacak:

Sonbahar

Fani ömür biter, Bir uzun sonbahar olur.

Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târumar olur.

Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;

Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.

Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir

.Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;

Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.

Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere.

 Dünyanın ufku gözlere gittikçe tar olur.

Her gün sürüklenip yaşamak ruha bar olur.

İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;

Bir başka mûsikîye geçiş farz eder bunu.

 Teslim olunca vâdesi gelmiş zevaline,

Benzer cihana gelmeden evvelki hâline. 

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya

Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya:

Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;

Fark etmez anne – toprak ölüm mâcerâmızı. 

KAYNAKÇA(1) K, İbrahim, “Yahya Kemal Beyatlı’nın Şiiri ve “Süleymaniye’de Bayram Sabahı Üzerine Bir Tahlil Denemesi” http://turkoloji.cu.edu.tr/pdf/kavaz_ibrahim_makale.pdf (2)http://www.millikutuphane.gov.tr/repo/Documents/80b261a4-2bd3-449f-a856-d70bb29b8ced.pdf (3)https://www.youtube.com/watch?v=KPlnI1onp0I&list=PLVJb3ymiK0K98eE8FMbF3K8U4yti5NS5R&index=4
 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.