XIX. asrın başlarından itibâren yüz yılı aşkın bir süre Çarlık Rusya’nın zulmü altında inim inim inleyen Kuzey Azerbaycan’da 1917’deki Ekim devriminin ardından 28 Mayıs 1918’de Mehmet Emin Resulzade’nin başkanlığında bağımsız Azerbaycan Devleti kurulur.
Ömer Seyfettin, 29 Ocak 1920‘de Haftalık Türk Düşüncesi adlı dergide “Azerbaycan’ın İstiklâli Münâsebetiyle” başlıklı bir yazı kaleme alır ve yazısının ilk paragrafında “Azerbaycan’daki kardeşlerimizin istiklâli Avrupa’da tasdik edildi. Bu bizim için çok büyük bir saâdettir.” der, son paragrafında ise “… Azerbaycan’ın istiklâli hemen bütün Turan’ın istiklâli demektir.” diyerek yazısını bitirir.
Turan’ın istiklâli bizim için bir Kızılelma’dır. Bu ülküyü Ziya Gökalp 1914’te yazdığı “Kızıl Elma” adlı eserinin “Masallar” bölümünde şöyle belirtir:
“Kızıl Elma” yok mu? Elbette vardır;
Fakat onun semti başka diyardır.
Zemini mefkûre, semâsı hayâl…
Bir gün gerçek, fakat şimdilik masal
Ziya Gökalp’ın 1914’ün şartlarında “şimdilik” masal veya hayâl dediği Kızılelma; 2020’lerde artık ne bir rüyâ ne bir masaldır.
Hele Karabağ’ın karalar bağlamaktan kurtulduğu, zafer türkülerinin dillerden düşmediği bugünlerde, artık dünü daha iyi tahlil ederek yarına emin adımlarla yürüyeceğiz, yürümeliyiz…
Attığımız veya atacağımız her adım, aslında bir milletin ruhunda besleyip büyüttüğü îman ve inanç ağacının bütün zorluklara rağmen, zamanı gelince nasıl hoş kokulu meyveler verdiğinin ispatıdır. İşte Karabağ zaferi, bizim için o îman ve inanç ağacının hoş kokulu meyvelerindendir.
Bunun adına dün olduğu gibi bugün de ister Kızılelma, ister Türk birliği, ister büyük Turan ideali deyin hiç fark etmez, göreceksiniz ki bir zaman sonra bu millet ağacı, başka iklimlerde yeni yepyeni çiçekler açacaktır.
Aşk olsun bu anıt ağacın köküne, gövdesine; aşk olsun dalına, yaprağına, çiçeğine ve aşk olsun onu yetiştiren bahçıvanlarına… Onlar Bilge Kağan’dan Mustafa Kemal Atatürk’e, Ziya Gökalp’tan İsmail Gaspıralı’ya veya Mehmet Emin Yurdakul’dan Ahmet Cevad’a kadar Türklüğe hizmet eden âbide şahsiyetlerdir.
Şimdi bize düşen görev bu şahsiyetleri ve onların yaptıklarını hatırlamak ve hatırlatmaktır. Zira Erol Cihangir’in de belirttiği gibi “millî mefkûrenin meşalesinin taşıyıcıları yaşayanlar olsa da o meşalenin ruhuna ateş üfleyenler daha çok unutulanlar oluyor.” (1)
İşte bu yazımızda amaç, bu kutlu dâvânın idealist kahramanlarından biri olan Mehmet Sadık Aran’ı hatırlamak ve hatırlatmaktır.
Mehmet Sadık [Ahundzade] Aran, Azerbaycan’ın Karabağ vilâyetinin Zengezur ilçesinin Sisyan bölgesinde Pazarçay köyünde 1895 yılının aralık ayında doğmuş, 28 Mayıs 1971’de İstanbul’da Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 53. yıldönümünde ölmüştür. Mehmet Sadık Aran, Bakü Yüksek Pedagoji Enstitüsünden mezun olmuştur. Bu arada Farsça, Arapça ve Rusça öğrenmiştir. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne iki yıl, Helsinki Üniversitesi’ne bir yıl kadar devam etmiştir.
Mehmet Sadık, 1917’den itibaren Azerbaycan’ın millî istiklâline kavuşması yolunda mücâdeleye katılmış, bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin (1918-1920) millet meclisinde milletvekili olmuştur. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 27 Nisan 1920’de Bolşeviklerce istîlâsı üzerine, Ruslara kaşı ayaklanmaya katılmış. Bakü’de arkadaşlarıyla birlikte bir yeraltı teşkîlâtı kurmuştur. Bir zaman sonra ÇEKA (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ilk istihbârat ve güvenlik teşkîlâtı.) ajanları tarafından Tiflis’te yakalanıp hapse atılmıştır. 1923’ün sonlarına doğru bir yolunu bulup Güney Azerbaycan’a geçmiş, tahmînen 1924 yılında Türkiye’ye gelmiş; bir süre Trabzon’da öğretmenlik yapmış, sonra İstanbul’a geçmiştir.
İstanbul, Azerbaycan’ın istiklâl mücâdelesinde önemli merkezlerden biridir. Rusya’dan binbir zorlukla kaçıp Finlandiya’ya geçen, oradan da 1922’de İstanbul’a ulaşan Mehmet Emin Resulzade’yle yeniden buluşan Mehmet Sadık Aran, Azerbaycan’ın istiklâl mücâdelesi için çırpınan bir dergiyle yayıncılık hayatına atılır. 15 günde bir çıkan “Azeri Türk Mecmuası”nın sorumlu müdürü olur. Ardından “Yeşil Yaprak “dergisini çıkartır. Bu derginin yayın amacını şöyle açıklar:
“Yeşil Yaprak esâret zinciri altında bulunmak bedbahtlığına düşen Azerbaycan’da senelerden beri tutuşan fâciaya seyirci kalan cihana, onun dertlerini işittirmek için yapılan neşriyata iştirak etmek maksadıyla intişar ediyor…” (2)
Mehmet Sadık 30’lu yılların başlarında Finlandiya’daki Türklerin dâvetine icâbet ederek Finlandiya’ya gider. İşte, Yeni Turan gazetesinin doğuşu böyle başlar. 1931-33 yıllarında yayımlanan “Yeni Turan” gazetesi önce Tampare’de sonra Helsinki’de iki dilde, Türk ve Fin dillerinde yayımlanır. Böylece Turan’ın sedâsı Finlandiya’dan Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyada yankılanır. Mehmet Sadık’ın amacı, Azerbaycan’da ve Türkistan’da hüküm süren Rus vahşetini bütün dünyaya duyurmaktır. Bunu Yeni Turan gazetesinin ilk sayısında Yolumuz başlıklı yazıda açıkça ifâde eder:
“Cihan milletleri arasında şerefli bir târihe, varlığa mâlik olan büyük Türk Milleti’nin mühim bir kısmı bugün esâret altında bulunmaktadır. Bilhassa Rusya’nın tahakkümü altında bulunan 30 milyonluk Türk akvamı, pek ağır felâket günleri yaşamakta ve bu vaziyetten kurtulmak için mücâdele etmektedir. İşbu kurtuluş mücâdelesini terviç ve müdâfaa maksadı ile biz de neşriyata başlıyoruz…
Türk ellerindeki istiklâl mücâdelesini takip ve neşretmekle millî vazîfemizden pek ehemmiyetsiz bir kısmını îfâya çalışacağız.
Yürüttüğümüz bu yolda bütün Türkçü, mefkûrecilerin maddî ve mânevî yardımlarına mazhar olacağımızı umuyoruz.” (3)
Yeni Turan’da yayımlanan bir başka yazısını ise şöyle bitirir:
“Ağlamak, sızlamak aczin ifâdesidir. Biz feryadımızla bütün beşeriyeti elem ve ıstırabımıza iştirak ettirmek ve ağlatmak değil, felâketimizin büyüklüğünü, katlandığımız meşakkatlerin ağırlığını sadece ifâde için haykırıyoruz. Yoksa yurt için millet için her zaman mucizeler yaratmaya muktedir olan Türk, ağlamaz, merhamet dilemez.” (4)
Finlandiya’da bulunduğu süre içerisinde gazete ve dergi çıkartmakla yetinmeyen Aran, eğitimle ilgili birtakım sosyal, kültürel faâliyetlere de katılır hatta öncülük eder. Bu çalışmalardan halkı haberdar etmek görevi de Yeni Turan gazetesine düşer. İşte, Ekim 1932 târihli bir haber:
“Helsinki’de umuma mahsus olmak üzere üç aylık Türkçe kurslar açılmıştır. Mâlûmat almak isteyenler gazetemiz idârehânesine mürâcaat etsinler.” (5)
Türkiye’ye döndükten sonra da aynı aşk ve şevkle çeşitli yayın organlarında dertlerimizi dile getirmeye devam eden Aran, 1947’de Türkeli dergisinde yayımlanan “İran’da Vahşet Devam Ediyor” başlıklı yazısında,
“…Azerbaycan Türklerinin Tahran Fars hükümetine karşı işledikleri suç nedir acaba?” diye sorar. Sonra da:
“Azerbaycan halkının Türk olmaları ve Farslığa karşı asırlardan beri millî benliklerini korumaları en büyük suçu teşkil ediyor. (…) Şimdilik kısaca söyleyelim ki Azerbaycan Türkleri için iki komşu ve amansız düşman vardır: Rusya ve İran- Fars Devletleri” diyerek tereddütsüz bu cevabı verir. Aslında bu cevap Türk Milleti için târihî bir uyarıdır. Çünkü dostu düşmanı iyi bilmek, iyi tanımak gerek; Mehmet Sadık Aran da hem Fars’ı hem Rus’u çok iyi tanımakta, çok iyi bilmektedir.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden arkadaşı olan Nihal Atsız’ın “Türk Gençliğine” şiirinde “Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.” dediği gibi Turan yolunun binlerce kara sevdalısından biri olan M. Sadık Aran da bugün Azerbaycan’ın, Karabağ’ın ve diğer Türk devletlerinin bağımsızlığını duydukça mutlaka gülümsüyordur. Ruhu şâd olsun, diyerek yazımızı bitirirken onun Yeni Turan gazetesinde yayımlanan “Mayıs” adlı şiirinden bir dörtlüğe yer verelim:
Koş anlat bu sağır kâinata sen
Tutuşan gönlünün dileklerini
Koklat hissiz duran insanlara sen
Dünyanın ateşten çiçekleri
KAYNAKÇA
(1) Erol CİHANGİR, Turan Dergisi Yazı İşleri Md.
(2) Sevil ABBASOĞLU-Atilla JORMA, M. Sadık Aran, s.12, Doğu Kütüphanesi Yayınları, 2020, İstanbul
(3) Sevil ABBASOĞLU-Atilla JORMA, a,g,e. s.33
(4) Sevil ABBASOĞLU-Atilla JORMA, a,g,e. s.32
(5) Sevil ABBASOĞLU-Atilla JORMA, a,g,e. S.184
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.