İnsanın asil benliğini en güzel şekilde yansıtan, sözleri okumaya başlandığında tüyleri ürperten ve yüreklere dokunup gurur veren, ezelden beri hür yaşayan milletin hürriyet çığlığı, hiç kuşkusuz İstiklâl Marşı’dır. Geçmişten günümüze, târih boyunca yaşayabilmemizin sebebi de hürriyete olan aşkımızdır. Târihe sığmayıp onu aşan ve yeni bir destan yazan atalarımız, bağımsızlık uğruna canlarını ortaya koymaktan çekinmemişlerdir. Ne büyük bir gurur ve şanstır ki, bizler bunun bilincinde olup ezelden beri hür yaşayan millet olma şerefine nâil olduk. Ne geçmişte, ne şimdi, ne de gelecekte, başka bir milletin boyunduruğu altına girip, esareti kabul etmek Türk Milleti’nde görülmemiştir, görülmeyecektir.
Bir vatan düşünün ki, toprağa ayak basan her kişinin izleri gökte dalgalanan al sancağa kadar uzanıyor. Kefensiz bedenler bu vatanı bizlere mîras bırakmak için şahâdeti göze alıyor. Bir insan düşünün ki, yüreğinden süzülüp gelenler kâğıda dökülüyor ve asırlarca milleti ayakta tutan, benliğini ortaya koyan ve “Korkma!” diye başlayan hürriyet çığlığını yazıyor. Askerlere, gazilere, şehitlere; Kastamonu’ya, Bursa’ya, Konya’ya, Denizli’ye, dört bir yana gururla uzanıyor vatan şâiri Âkif’in sözleri. Milletin sembolü olan ve bağımsızlık inancı içerisinde zaferle mısrâlara dökülen İstiklal Marşı, târihte görülmemiş bir kudrete sâhiptir. Düşmanı titretecek ve askere güç verecek sözlerle, kahraman Türk ordusuna ve millete armağan ettiği, en büyük mânevî zenginliğimiz olan İstiklâl Marşı’mızı, son nefesimize kadar gökte dalgalanan bayrak şerefiyle, yüksek sesle okumaya devam etmeliyiz. Her bir mısrâda duyulan gurur, bu zaferin târihe nasıl yazıldığını bize hatırlatarak bizleri gururlandırmaktadır.
Taceddin Dergâhı’nda millî bilinci güçlendirmek adına yazılan ve târihe ışık olan marşın şaheseri, yedi yüz yirmi dört şiirin aksine “Kahraman Ordumuza” adlı şiiri ile büyük bir coşku yaratmıştı. Âkif, kendisine sunulan ödülü kabul etmeyerek maddi unsuru reddetmiş ve Türk ordusu ile millete armağan ettiği şiirle akıllara kazınmıştır. İşte akıllara kazınan bu şiir İstiklâl Marşı’ndan başkası değildir. Şimdi o savaş yerini, o zorlu süreci böylesine kudretle dile getiren şâirin İstiklal Marşı nasıl gururla okunmaz ki? Her bir mısrâda geçen kelime, can olur tüm yüreklere. Kıta kıta anlatıldı, kıta kıta yaşayacak asırlarca hür milletimizin izlerinde. Vatan aşkı için çarpan yürekler, büyük bir saygı ile dimdik ayakta idiler. Bugün bizlerde atalarımız ve millî şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy’un sâyesinde, inancın beraberinde verilen mücâdelenin şanını yaşatacağız İstiklâl Marşı’mızla.
O mahşer yerinde hakkımız olan cennet vatanı elimizden almaya gelen düşmanlara karşı, siper etmemiş miydi zâten yürekli askerlerimiz göğüslerini? Yurdu geçeceğini sanarak ayak basan düşmanın cesâreti, akıl alır gibi değildi. Bir devrin neferleri onları şaşkına uğratarak arşa değecek kadar kararlıydı. Bu yüzdendir ki, millî mücadelenin devam ettiği sırada, Mehmet Âkif Ersoy tarafından güçlü bir şekilde kaleme alınan şiir yazılarak, en güzel seslenişi yaptı. O kadar derin anlamlarla anlatılmıştı ki, okunduğunda ya da duyulduğunda savaşın kazanılacağına dair inancı, Türk askerinin yürekliliği, Türk Milleti’nin bağımsızlık yeminini görmemek mümkün değildi. Hâkk’a olan inancı, yurda olan bağlılığı, dine olan saygıyı hissetmemek elde değildi. Her zaman, her yerde, 12 Mart 1921’de Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilen ve bestesi Osman Zeki Üngör’e orkestrası Edgar Manas’a âit olan şanlı şiiri, yaşayarak ve de anlayarak; yerden gökyüzüne, Asya’dan Avrupa’ya, tüm dünyaya uzanacak şekilde, gür bir sesle okumak vakti geldi ve hiç geçmedi!
Yeri göğü inleten savaş, yeri göğü inleten bir marş. İstiklâl Marşı bugün bizim en güzel cevabımız ve de en güzel silâhımızdır. Âkif’in de dediği gibi, “Allah, bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” Üzerinde yürüdüğümüz bu topraklar, atalarımızdan bizlere kalan yegâne yadigârlardır. Gökte dalgalanan şanlı al bayrak inmeyecek, ezan sesi dinmeyecek, hürriyet sonsuza dek bizimle sürecek ve kalbimiz vatan için atmaya devam edecek. Varlığımızı gösteren bu sembol, bağımsızlık tutkumuzun bir örneğidir. Ona sâhip çıkmalı, onu sevmeli ve canımızı bile seve seve fedâ etmeliyiz. Kuvvete, güvene, sağlam bir yapıya şâhit olduğumuz bu eserde, bizim atalarımızdan, bizim ordularımızdan, bizim vatanımızdan başkası anlatılmamıştır. O yüzdendir ki, bizdeki kuvvet ve güven duygusu, doğuştan gelmektedir. Tüm bunlar damarlarımızda akan asil kanda mevcuttur.
Bir şiir ancak bu kadar ölümsüz olabilirdi. Bir millet ancak bu kadar coşkulu yaşayabilirdi. Eşi benzeri görülmemiş eserimiz ise Hâkk’ın bize sunmuş olduğu bir ayrıcalık idi. Zaman akıyor, izler kalıyor; sözler uçuyor, yazı kalıyor. Târihin en büyük neferleri sonsuza dek, bir haykırış gibi kaleme alınan eser ile yaşıyor. İstiklâlden istikbâle giden bu yolda, ezelden beridir var oluşu ile güç veriyor. Bu var oluş, ulaşıyor yediden yetmişe. Türk Milleti’ne geçmişi hatırlatan ve geleceğine yön veren en güzel pusula olup, ruhunu da yücelten en etkili şiirdir. Egemenlik bizimdir çünkü milletimiz kayıtsız şartsız hürlüğe sâhiptir. Kimseye boyun eğmemiş ve eğmeyecektir. Bu ufuk var olduğumuz müddetçe, bizden öncekilerde yaşayarak bize ulaştığı gibi, bizden sonrakilere de ulaşarak kendini gösterecektir. Güneş her gün yeniden doğacak ve bu zafer aklımıza her gün yeniden kazınacak. Bir şeyi hatırlamak için unutmak gerekir lâkin yaradılış destanını andıran mücâdele yemini, hatırlanmaya fırsat olmamak üzere unutulmayacak!
Denizden daha derin maviliğe sâhip gözlerle düşmanı püskürten Mustafa Kemal, şehit olmaya hazırlanmış ve cennet vatanın uğruna fedâ olmuş askerler, kükremiş sel gibi olan kahramanlar, korkusuz ve mücâdeleci kadınlar, “Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl” diyen Mehmet Âkif, yaşayacaktır kalbimizde, aklımızda ve ruhumuzda, İstiklâl Marşı’mızla.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.