Târih ve zaman iç içe geçmiş iki kavramdır. Fakat birbirlerinin anlamlarını karşılayan bu iki kelimenin alt anlamları eşelendiğinde bâzen kelimelerin farklı yollar izleyerek yeni anlamlar kazandıkları görülür. Aslında her kelime için oluşabilecek farklı anlam kazanma olayı,  bizler tarafından yüklenen anlamın gizli kalmış yönlerinin su yüzüne çıkmasıdır. Ya da kullanılan cümleye göre anlam kazanan kelimeler kendilerini bâzen farklı farklı gösterirler. Kelimeler için oluşan bu basit algı modeli, târihî olaylar için de savunulabilir. Çünkü çok kutuplu bakış açıları, târihî olayların farklı anlam kazanmasına neden olur. Misâl zafer ve hezimet taraflara göre değişir. Olayın iyiliği-kötülüğü taraflar için farklıdır. Peki, pratik bir metot olarak zamanın bölümlenmesi herkes için aynı mıdır? Yukarıda izâh edilmeye çalışıldığı gibi en basit kavramlarda bile bir mutâbakat yok iken zamanın parçalarının başlayış ve bitişlerinin, târihin dönüm noktalarının herkes için aynı olduğunu düşünmek garip olmaz mı? Bu soruların cevaplarını Konuralp Ercilasun’un son eserinde bulmak mümkün… Üstelik soruların cevabıyla sorunların çözümünü bulmak, kitabı okuyanlar için pek uzak değil.

Konuralp Ercilasun Genel Türk Târihi alanındaki yetkin çalışmalarıyla göz doldururken, bir konuyu sık sık ameliyat masasına yatırmıştır. Türk târihinin çağları Ercilasun için netleştirilmesi gereken bir olgudur. Bu amaçla birçok kongre ve sempozyumda bu konuyu def’aten dile getirmiştir. Târihi anlamlandırmak için yapılan zaman tasniflerinin genel kabullere göre şekillendiği günümüzde Türk târih çağlarına yapılacak millî bir biçimlendirmenin zarûri olduğu ortadadır. Ercilasun bu eseriyle çağ kavramını Türk’e göre tasnif etmeyi ve model oluşturmayı amaç edinmiştir.

Günümüzde târih kitaplarında okutulan çağ tasnifinin kökenine basit bir bakış atılacak olursa, bunun Batı Avrupa’ya ait bir sınıflandırmayla şekillendiği dikkat çeker. Çağ tasnifinde dikkat çeken târihî dönüm noktalarının Avrupa târihi için ehemmiyet içermesi ise Batı merkezli târih algısının alenen ilânı gibidir. Oysaki târihimizi daha iyi anlamak için Batılılar’ın gözlüğüne ihtiyacımız yoktur. Zirâ Batı’dan daha köklü ve dönüm noktaları açısından dünya târihi üzerinde daha etkili olayların geçmişimizde zuhur ettiği açıktır.

Târihî olaylar, bilindiği üzerine geniş zamanda etkilerini göstererek kendilerinden çok sonraki olay ve durumlara etki ederler. Olaylar kendi aralarında önem derecesine göre bir sıralamaya tâbi tutulacak olursa elbette bâzı olayların diğerlerinden daha etkili ve mühim olduğu görülür. Ercilasun öncelikle Türk târihinin kendisine özgü sorunlarını dile getirmiştir. Sonrasında eldeki birikiminden yola çıkarak son sözüyle (7. Bölüm) Türk târihinin çağlarını ortaya koymuştur.

Türk târihinin çağ tasnifini yetkin bir şekilde yapabilmek için Türk târihinin daha önemli konularını dile getirmek zarûridir. Çünkü çağ tasnifi ile mesele çözümlenmemektedir. Herhangi bir Türk târihçisine Türk târihinin kronolojik açıdan hangi çağlara bölünmesi, çağların hangi zamandan îtibâren başlaması gerektiği soruları sorulacak olursa; buna kabataslak bir cevap verebilir. Fakat târihçi tarafından çizilen tasnifin nedeni-niçini-nasılı sorulduğunda cevabın mâkul olması; Türk târihinin geçmişe ilişkin düğümlerinin çözülmesine bağlıdır. Ercilasun bu yüzden çağ tasnifiyle dolaylı veya doğrudan ilgili konuları eserinin her bir bölümünde değerlendirmiştir.

Kabaca giriş ve yedi bölüm dâhilinde tasnif edilen eserin bölümlerinin bâzılarının daha önce Ercilasun tarafından uluslararası kongrelerde sunulduğu dikkat çekmektedir. Eser konuya okuru muazzam şekilde hazırlayan bir giriş bölümüyle (Türk Târihi Nereden Başlar?) başlar. İlk bölümde Türk târihine metodolojik olarak yaklaşan Ercilasun; çağlar, devletler ve terimler üzerinden oluşturduğu modele göre Türk târihini anlamlandırmaya çalışır. İkinci bölümde ise Türk târihinin Bozkır Çağı’nın yeterince iyi anlaşılabilmesi için derinlemesine bir tahlil girişimi vardır. Üçüncü bölümde ise Türk târihinin coğrafya ile ilişkisine yeni anlamlar yüklenerek, Bozkır Çağı’nın hâkimiyet merkezi tespit edilir. Dördüncü bölümde, Türklerin İslâm’la alakasında coğrafi bir merkez olarak ön plana çıkan Isık-Göl bölgesi üzerinde durulur. Beşinci bölümde ise Türk târihinin Osmanlı Dönemi Batı ve Doğu Türk Hanedanlar’ı karşılaştırılarak, ortaya konulur. Altıncı bölümde, Türk târihinin cumhuriyet evresi mercek altına alınır. Yedinci bölüm kitabın özü ve söylenmek istenen son söz olarak nitelendirilebilir. Çünkü bu bölümde Ercilasun, çağ tasnifini yapar ve Türk târihine uygun asırları ortaya koyar. Kitabın bölümlerinde görüldüğü üzere Ercilasun tarafından, Türk târihine biçilen her bir çağ detaylı incelenir.

Ercilasun’un kitabını oluştururken uyguladığı yöntem dikkate alınacak olursa; ilk olarak târihimizin genel problemlerinin çözülmek istendiği göze çarpar. Sonrasında Batı Avrupa’nın biçip diktiği zaman kumaşı tekrar ele alınarak, parçalanır. Her bir parça Türk renklerine boyandıktan sonra geçmişten günümüze anlamlı bir biçimde dikilir. Son tahlilde eldeki malzemeden tecessüm eden kumaş bir Türk için daha göz alıcıdır. Artık Türkler’in daha kolay anlamlandıracakları bir çağ terkibi söz konusudur.

Yazarın çizdiği Türk çağlarının tablosu ele alındığında ilk akla gelebilecek soru, Türk târihine ilişkin tasnifin nasıl yapıldığından ziyâde neye göre oluşturulduğu tezidir. Ercilasun, konusuna iyi bir şekilde odaklandığını burada ortaya koymaktadır. Oluşturduğu modeli o kadar sağlam dayanaklar üzerine kurar ki geriye fazla söz bırakmaz. İlk aşamada Türk târihinin nüfus yoğunluğuna bağlı olarak siyâsi, ekonomik, kültürel merkezleri coğrâfî olarak tespit edilir. Bu merkezlerin coğrafya üzerindeki yer değiştirmelerine bakılarak, yer ve nüfus bağlamında farklılaşmalar kayda alınır ve bu sâyede zaman bölümlenir. Yazarın bu yaklaşımı evrensel kuramlara da uygundur. Çünkü târih, insan ve coğrafyayla doğrudan ilgilidir. Bir milletin, kavmin, daha genel mânâda insanlığın târihi çizilecekse insan ve coğrafya ilişkisine değinmek gerekir. Yazar, tezini kanıtlamak için her çağ için ayrı bir harita kullanarak bu merkezleri gösterir. Bu haritalar kabataslak incelenecek olursa, yazarın tezinin ne kadar güçlü dayanaklar üzerine oturduğu anlaşılır.

Eserin güçlü yönlerinden birisi de anlık bir iç uyanışla birden ortaya çıkmaktan ziyâde, uzun bir zaman diliminde vücûda gelmesidir. Ortaya atılan tezler ilk önce küçük bir fikir tohumu olarak toprağa atılır, filizlenir ve sonrasında köklü bir düşünce hâlini alır. Ercilasun’un kitabındaki fikirleri 15 yıllık bir birikimin meyvelerinin arz-ı endam etmesiyle okurla buluşur. Bu süreçte yazarın yazdıklarının ayrı bölümlerde yer alması müellifin fikrî gelişimini de izlemeyi kolaylaştırır.

Eserin belli bir merkez çevresinde şekillenen bir yönelimi olmasına karşın Türk târihinin çetrefilli konularına temas edildiği de gözden kaçmaz. Türk târihinin tartışmalı konuları satırlar arasında kendisine yer bulur. Misâl Cengiz Han ve Moğollar’ın târihimizin içinde mi dışında mı olduğu hususuna değinilir (Aslında böyle temasların olması zaruridir. Çünkü bütün Türk târihinin tasnifi söz konusudur). Satır aralarında böyle mevzûlarla karşılaşmak okur için fazlasıyla ufuk açıcıdır.

Eserin zengin bir kaynakçayla şekillendiğini kabul etmemiz gerekiyor. Kongreye sunulan bildirilerin bilim dünyasında yeni bir kıvılcım olduğu kabulünden hareket edersek, her bildirinin bir kitaba benzer şekilde beslendiğini kabul etmemiz gerekir. Ercilasun’un eseri bu yönüyle birden fazla kitabı içerir tarzdadır. Kitabın her bölümü Türk târihiyle ilgili farklı bir konu veya esere okurun ilgisini kanalize etmektedir. Eserin değindiği konunun Türk târihçileri tarafından sathî ele alındığı düşünülürse; yazarın Türk târih literatürüne sağlam bir katkı yaptığı açığa çıkar.

Sonuçta, bir slogan haline gelip hamâsî bir söylev olarak algılansa da şu sözün Türk târihinde çağlara nasıl bakılması gerektiği hususunda geçerliliği olasıdır: “Her şey Türk için, Türk’e göre, Türk tarafından”. Zirâ Batılılar’a göre şekillenen kronolojik anlayışın bizi bağladığını savunmak, târih bilgilerimizin kendi anlayışımıza göre şekillendiği konusunda yanılgıya düşmemize neden olur. Târih, birbiriyle ilintili yüzlerce sürecin sonucunda kitap sayfalarında yerini bulur. Mevzû insanlık târihinin bir cüzü olan Türkler şeklinde ele alınacaksa; o cüzün içindekiler kısmını Türkler’in kendilerine göre yazması kadar doğal bir olgu yoktur. Bu şekilde Türk târihinde yapılacak olan bir tasnifin târihin tarafsız söylemine etkisi yok hükmündedir. Târihi bilgi için, doğrular ve yanlışlar hep vardır. Ama bahsettiğimiz konu (târihin yöntemiyle alakalı çağ tasnifi) için doğrularla yanlışlardan ziyâde, başlangıçlar ve bitişler söz konusudur.

(1)Bu yazı Kitap Şuuru intisabıdır (Editörü: Ömer Karabayır). www.kitapsuuru.com

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.