Lise yıllarımın Türk Dili ve Edebiyatı yâhut Târih ders kitaplarında rastladığım bilim veya sanat adamlarının o siyah beyaz fotoğraflarına, her dâim kendilerinde var olan ancak teknolojik kısıtlılıklar sebebiyle bize aksettiremedikleri renkli hâllerini düşleyerek bakardım. Kılık- kıyafetlerini zihnimde rastgele boyar; nefes alışlarını, gülüşlerini, kızışlarını hayal eder; sıra arkadaşıma dahi belli etmek istemediğim bir muzır mimikle tahayyül âlemimin sınırsızlıklarında gezinirdim.

İlgimi çeken fotoğraflar arasında Namık Kemal’in, Ziya Paşa’nın, Şinâsî’nin, Tevfik Fikret’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in, Ahmet Haşim’in, Ziya Gökalp’ın ve Ömer Seyfettin’in renksiz resimleri vardı. Ancak bu şahsiyetlerin dışında biri daha vardı ki onu her zaman diğerlerinden ayrı bir yerde tutardım. Onda; ablak yüzündeki büyük gözleri, uzun ve iri burnu, çevrilmiş gür sakalları, giyimi, her an nükte yapacakmış gibi duran samîmî tavrı ve sevecen tebessümü ile tanıdık bir mahalle yâhut köy büyüğümün yakınlığını ve sıcaklığını bulurdum. Bu ilgi sâyesindedir ki kendisini araştırma, tahlil ve tâlim etme merakım her dâim diri kaldı. Araştırdıkça gördüm ki kendisinde hissettiğim ve yok da olmayan o yerel tarzın çok daha üstünde millî ve milletlerarası aydın bir bellek ve görgünün şuurlu derinliği mevcut. Siyâset, diplomasi, bilim, kültür, dil, sanat gibi devletin ve milletin var oluşunun ve idâmesinin en hassas noktalarında onun parmak izlerini bulmak; sanki benim küçük çevremden birinin yükselişinden duyacağım gurur ve mutluluğu, yüreğimin iklimlerine bir güneş gibi bahşederdi. Elbette bu gurur, dağılma sinyalleri veren bir Türk devletinin mevcûdiyetini sürdürebilmesinde, kritik görevlerin altından kalkabildiğini gördüğüm bir vatansever kahramana duyduğum mümbit hayranlığımın bir netîcesiydi. Bu yazıyı da kendisini mürekkebim yettiğince anlatarak ona olan sevgi ve hürmetimi sunabilmek niyetiyle kaleme almış bulundum. Mevlâ’m yardımcım ola…

Devletlerin ayakta kalabilmesinin en elzem şartlarından biri şüphesiz ki çağının gereklerine ayak uydurabilme refleksleriyle ilgilidir. Her devletin başta bilim ve teknoloji alanında olmak üzere diplomatik, politik, sosyolojik, ekonomik, askerî, kültürel ve sanat gelişimi bu reflekslerin en mühim dinamikleri olarak görülür. Ancak tüm bu hususların sağlıklı bir şekilde devreye girmesini sağlayacak aslî özne, yetişmiş insan gücünden başka bir şey değildir.

Osmanlı Devleti, söz konusu ayakta kalabilme refleksini daha ciddi ve planlı bir hareket olarak “3 Kasım 1839’da Koca Reşit Paşa tarafından okunan Hatt-ı Hümâyun ile ‘yaşayabilmek için kuvvetlenmek, kuvvetlenmek için yeni şartlara intibak etmek’ gereğini duymuş ve daha önce modernleşme için giriştiği reformları kesin bir şekle sokmak istemiştir.” (1) Her ne kadar Tanzîmat Fermanı öncesinde, özellikle askerî alanda yapılan yenileştirme çabaları modernleşme açısından önemli ve gerekli görülmüş olsa da bu gelişimin ve değişimin zamanla diğer alanları da kapsayacak şekilde genişletilmesi kaçınılmaz olmuştur. Böyle bir dönemde az önce belirttiğim üzere yetişmiş insan gücünün potansiyel değeri, oldukça önem arz eder. İşte bu değerlerin en başlarında hemen her türlü sahada aktif olarak görev yapan, devletin ve milletin idâmesi ve tekâmülü için gayret sarf edip sorumluluğunu almaktan çekinmeyen, yetişmiş bir Osmanlı aydını Ahmet Vefik Paşa vardır. Zîra o, yazımın başlığında da “Üç T” olarak kodladığım üç önemli alanda, taşın altına yalnız elini değil tüm varlığını koyarak bu kadim millete kırk altı yıl hizmet etmiş ve örnek bir Osmanlı aydını olarak minnetle hatırlanmanın kapılarını sonuna kadar aralamıştır.

Üç T’nin Hizmetinde Bir Ömür

Türkçülüğü…

  1. yüzyıl, imparatorlukların çökmeye başladığı ve “milliyetçilik” fikirlerinin devlet oluşturmada aslî bir unsur olarak görüldüğü yüzyıldır. Fransız İhtilâli (1789) ile yayılan ve etkisini gittikçe artıran bu düşünce, diğer imparatorlukları olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nu da önce dağılmaya, sonra çöküşe sürüklemiştir. Devleti ayakta tutmak için ortaya atılan Osmanlıcılık, İslâmcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi fikir akımlarının getirileri olsa bile çözülmenin önüne geçememiştir. Yalnız bu akımlardan Türkçülük, Osmanlı’nın çöküşü sonrasında kurulacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mücâdeleci ve kurucu irâdesinin en belirleyici kuvveti olmuştur.

Tam da bu noktada Ahmet Vefik Paşa, “Lehçe-i Osmânî” adlı eseri ile Ziya Gökalp’ın ifâdesinde “Türkçülüğün babası”(2) olarak karşılık bulmuştur. Gökalp onu,Ahmet Vefik Paşa’nın ilmî Türkçülükten başka bir de bedîî Türkçülüğü vardı. Evinin bütün mobilyeleri, kendisinin ve âile fertlerinin elbiseleri umûmiyetle Türk mamulatındandı.”(3) diyerek Türkçü akımın önderleri arasında zikretmiştir.

“Türkçülük hareketinin öncüsü kabul edilen Vefik Paşa, aynı zamanda ilk halkçılarımızdandır. Vefik Paşa’nın halkçı yönü gözden kaçmış ya da vurgulanmamıştır. Ancak Paşa’nın Anadolu’da görevli iken yaptığı uygulamalarda, eserlerinde kullandığı dilde ve özel yaşamında onun halka yönelişini görebiliriz… Uzun yıllar Anadolu’da çeşitli görevlerde bulunan ve bu sâyede Anadolu insanını yakından tanıma fırsatı bulan Paşa, devletin asıl unsurunun Türkler olduğunu görmüştür. Osmanlı Devleti bünyesinde bulunan Türklerin gerek ticârette, gerek yönetimde, gerekse eğitimde ön plana çıkmaları gerektiğini söylemiş; eserlerinde, icrâatlarında Türklüğü ve Türk unsurunu ön plana çıkartmaya çalışmış; Türklerin bilinçlenmesi için elinden geleni yapmıştır.”(4) Ve hatta o, elçilik görevindeyken İran hükümetinin tüm îtirazlarına rağmen Tahran Büyükelçiliğine Türk bayrağı çektirmiş ve binânın bulunduğu alanı Türk toprağı olarak îlân ederek tüm dünyada sonradan uygulanacak bir siyâsî kabulün temellerini atmıştır.

Milletleri ayakta tutan, onların birlik ve berâberliğini sağlamada anahtar rol üstlenen değerlerin en başında elbette dil gelir. Paşa’nın sistemli bir Türkçü olduğunu, güzel dilimiz “Türkçe” ile ilgili yaptığı çalışmalardan da anlayabilmekteyiz.

“Tanzîmat döneminde dil alanındaki çalışmalarıyla Şinâsî, öncülük misyonu taşırken; Vefik Paşa, “dilde sâdelik” ve “halk diline yönelme” ilkelerinden hareketle Şinasi’nin fikirlerini daha sistemli bir hâle getirerek çalışmalarını yazdığı eserlerin içine yerleştirerek sunmuştur. Ahmet Vefik Paşa, ilk kez Türkçeyi bağımsız ve ayrı bir dil olarak benimseyen kişi olmuştur. Bununla da yetinmeyip halkın konuştuğu dilin, Türkçenin bir lehçesi olduğu gerçeğini belirtmiştir. Vefik Paşa’nın dil konusundaki çalışmalarını, Müntehabât-ı Durûb-u Emsâl (Atalarsözü) ve Lehçe-i Osmânî adlı eserleri ihtivâ eder. Halkın konuştuğu Türkçenin ilk sözlüğü olması bakımından Lehçe-i Osmânî, önemli bir eserdir… Lehçe-i Osmânî’de o güne kadar halk diline âit olup küçük görülen, değer verilmeyen halkın kullandığı kelimelere, ifâdelere, atasözlerine ve deyimlere yer vermiş, bunları ön plana çıkarmıştır. Ahmet Vefik Paşa böyle yapmakla dilde demokratlaşma ve millîleşme hareketinin şuurlu bir taraftarı olduğunu göstermiştir. Lehçe-i Osmânî, daha sonra yapılan yerli ve yabancı birçok Türkçe lugatlara kaynaklık etmiştir. Bu lugatların başında da Şemsettin Sâmi Bey’in Kamus-ı Türkî’si gelmektedir.”(5)

Yine Paşa, ilk defa Lehçe-i Osmânî’nin ön sözünde Osmanlıca diye bir dilin olmadığını; Osmanlıcanın Türkçenin bir lehçesi olduğunu, bu lehçenin zamanla Oğuz Lehçesinden ayrılarak oluştuğunu belirtmiştir. Türk dilinin Osmanlıca dışında Uygur, Çağatay, Kıpçak Lehçeleri gibi kollarını olduğunu; Bernard Lewis’in tâbiriyle Adriyetik’ten Çin Seddi’ne kadar bir harita çıkarmış, ilk defa Türk dünyasının bütününü bu sözleriyle ortaya koymuştur.”(6)

O, ayrıca Şinâsî’nin başlattığı atasözleri derleme çalışmalarına ve Türk folkloruna “Müntehabât-ı Durûb-ı Emsâl” isimli eseriyle sistematik ve hacimli bir kitapla katkıda bulunmuş önemli bir halk aydınıdır.

Bütün bu bilgilerden hareketle söylenebilir ki onun Türkçülüğü; siyâsî, idârî, kültürel, sanat ve dil açısından millî birliğin sağlanmasını arzulayan; bunun yanında halk Türkçesini temele alan, onunla millî berâberlik yolunda emin adımlarla yürüyen sistemli ve bilinçli bir Türkçülüktür.

Târihçiliği…                                                                                       

5 Şubat 1877’de Osmanlı Meclis-i Mebûsanı’nın ilk başkanı olarak atanan Ahmet Vefik Paşa, önemli bir devlet adamı olmasının yanında aynı zamanda modern târihçilik anlamında da öncü bir şahsiyet olarak görülür. Onun târih anlayışı; dönemine göre daha ilmî ve ufku açık olan, felsefî yönü ağır basan, çağdaş Avrupa târihçilerinin kısmen de olsa metotlarını benimseyen ilmî târihçiliğin özelliklerini taşır. Paşa, târihe insanoğlunun ve dünyanın varoluşu, ırkların yapısı ve yeryüzüne dağılışı hakkında daha yeni ve bütüncül bir perspektiften bakmıştır. Hikmet-i Târih adındaki kırk dört sahifelik ilk târih kitabında, Osmanlı fikir sahasına henüz girmeye başlayan arkeoloji, etnografya, jeoloji ve antropoloji gibi bilimlerden istifâde etmiş; böylece gerçek anlamda bir “ilmî tarihçilik”e geçişin ilk temsilcileri arasında yerini almıştır.

Onu Türk târihi açısından öne çıkaran asıl özelliği ise kuşkusuz, döneminin yaygın târih algısının aksine Türk târihinin yalnız Selçuklu ve Osmanlı târihinden ibâret olmadığı görüşünde saklıdır. Kendisi öyle ki bunu ortaya koymak için Ebu’l Gazi Bahadır Han’ın  “Şecere-i Türkî” adlı eserinin bâzı bölümlerini, Çağatay Türkçesinden Osmanlı Türkçesine aktarmıştır.

“Şecere-i Türkî’yi Çağatay lehçesinden Osmanlı Türkçesine nakletmesi, Osmanlıcayı geniş bir Türk dili âilesinin bir kolu olarak göstermek gâyesiyle Türk lehçelerinin bir tablosunu çizdiği lugatında Doğu Türkçesine açılışı, Nevâî’nin Mahbûbü’l- Kulûb’ünü bastırarak Türkiye’de Çağatay Türkçesi ile neşredilmiş ilk kitabı ortaya koyması, büyük bir Çağatay lugatına hazırlanışı, Nevâî’nin dîvanını bastırması, Doğu Türkçesi metinlerinden bir antoloji meydana getirmek tasavvuru; kültürümüzü, Türklüğün Orta Asya’daki kaynakları ile temasa getirmek düşüncesinin birer tezâhürüdür.”(7)

Paşa, târih felsefesinin genç yaşlardan îtibâren oluşturulması gerektiğine inanır ve bunu, “İnsanlığın ilerlemesi ve olgunlaşması üzerine düşünmek, bunu yaparken de târihî olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurmak” (8) olarak tanımlar. “Fezleke-i Târih-i Osmânî” isimli ortaokullar için hazırlanan ve Osmanlı târihinin kuruluş, gelişme, ilerleme, gerileme, çökme dönemlerini, ayrıca bu dönemlerdeki devlet örgütünü anlattığı bir de ders kitabı mevcuttur.

Tiyatroculuğu…

Mustafa Kemal Atatürk’ün dillerde pelesenk olan vecîzelerinin başında, “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.” sözü gelir. Bu sözdeki basîret ve felsefe derinliğine daha o dönemde mazhar olduğunu gördüğümüz Ahmet Vefik Paşa, kendisinde aslî rol olarak bulunan devlet adamlığının yanında sanata verdiği ehemmiyetle ve ortaya koyduğu eserlerle Türk sanat literatüründe önemli bir yer kazanmıştır. Özellikle tiyatro alanındaki çevirileri ve uyarlamaları (adapte) ile Türk edebiyatının mihenk taşlarından biri olmuştur.

Türk tiyatrosunun zirve isimlerinden biri olan Paşa, Fransa’daki öğrenim yıllarında Batı kültürünü çok yönlü bir bakış açısıyla algılamış; Geleneksel Türk Tiyatrosu’nu modernleştirmek adına sahne, dekor, oyuncu gibi modern tiyatronun en önemli unsurlarına eğilerek Türk tiyatrosundaki profesyonel eksiklikleri gidermeye çalışmıştır. Bursa Valisi olduğu dönemde Bursa’da yaptırdığı tiyatro binâsı ile bu alandaki en elzem, ciddi ve somut ögeyi hem ön plana çıkarmış hem de Türk tiyatroculuğuna hediye etmiştir.

“Moliere’nin, 29 eserinden 16’sını Türkçeye tercüme veya adapte eden Ahmet Vefik Paşa, özellikle adapte eserlerinde büyük başarı kazanmıştır. Bu başarıda birinci etken, eserlerin seçiminde gösterdiği isâbettir. İkinci ve daha önemli etken ise, yabancı hayatına âit olan olayların Türk yaşayış ve geleneklerine uydurulması, isim ve karakterlerin büyük ustalıkla yerlileştirilmesi ve Türkçeleştirilmesidir. Vefik Paşa’nın adapteleri başarılı bir şekilde yerlileştirmesinin temelinde ise, Paşa’nın Türk toplum yapısına derinden nüfuz edebilme kabiliyetinin olması vardır. Abdulhak Hamid, adaptelerindeki başarısından dolayı Vefik Paşa’yı ‘Türkçe’nin Moliere’i’ olarak adlandırılmış; birçok araştırmacı ve yazar ise, Ahmet Vefik Paşa’yı Türk tiyatrosunun duayeni olarak kabul etmiştir.”(9)

Çevirileri ve adapteleri ile modern anlamda tiyatro sanatını halka tanıtmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan Paşa, bununla da Batı uygarlığının gelişmiş yanlarını topluma tiyatro temsilleri aracılığıyla göstererek Osmanlı Devleti’nin çağdaş gelişimini ve değişimini sağlamayı hedeflemiştir.

Ahmet Vefik Paşa’nın gerek çeviri gerekse uyarlama yaparak edebiyatımıza kazandırdığı başlıca tiyatro eserleri arasında Molyer’den dilimize aktardığı tiyatro eserleri gelir:

Çevirileri:

Savruk (nazım olarak), İnfial-i Aşk (düz yazı), Dudukuşları (düz yazı), Kocalar Mektebi (nazım olarak), Kadınlar Mektebi (nazım olarak), Tartüf (nazım olarak), Don Civani (düz yazı), Adamcıl (nazım olarak), Yorgaki Dandini (düz yazı), Okumuş Kadınlar (nazım olarak)

Uyarlamaları (Adapteleri):

Tabîb-i Aşk, Zoraki Tabîb, Azarya, Zor Nikâhı, Meraki, Dekbazlık (Uyarlamalar düz yazı olarak çevrilmiştir.)

Sonuç olarak Ahmet Vefik Paşa, devlet adamlığını bilim, kültür, dil ve sanat adamlığı vasıflarıyla süslemiş; varlığını Türklüğün, Türkçülüğün, Türkçeciliğin, Türk folklorunun, Türk târihçiliğinin, Türk edebiyatının ve Türk tiyatrosunun gelişimi ve tâliminin hizmetine adamış; millî hâfızamızda târihimizin yıldız isimlerinden bir “Osmanlı Aydını” olarak yerini almıştır.

Âlî rûhâniyetine hürmet, minnet, şükran ve duâlarımla…

Kaynakça

(1) Gülay SARIÇOBAN, “Bir Osmanlı Aydını: Ahmet Vefik Paşa”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (40): 279-289 – Târih / Derleme, 2018

(2) Yavuz Çilliler, “Modern Milliyetçilik Kuramları Açısından 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu Fikir Akımları”, Akademik İncelemeler Dergisi Cilt:10, Sayı 2, Yıl:2015 (45-65)

(3) Gülay SARIÇOBAN, “Bir Osmanlı Aydını: Ahmet Vefik Paşa”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (40): 279-289 – Tarih / Derleme, 2018

(4) a.g.m.

(5) a.g.m.

(6) Oğuzhan ALPASLAN, “Ahmed Vefik Paşa Ve Çağdaş Dönem İlk Osmanlı Târih Metodolojisi Kitabı Hikmet-i Târih”, Dergipark, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl 2006, Cilt 2, Sayı7, Sayfalar 189-196 

(7) https://islamansiklopedisi.org.tr/ahmed-vefik-pasa

(8) Oğuzhan ALPASLAN, “Ahmed Vefik Paşa Ve Çağdaş Dönem İlk Osmanlı Târih Metodolojisi Kitabı Hikmet-i Târih”,Dergipark, Muhafazakar Düşünce Dergisi, Yıl 2006, Cilt 2, Sayı 7, Sayfalar 189-196 

(9) Gülay SARIÇOBAN, “Bir Osmanlı Aydını: Ahmet Vefik Paşa”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (40): 279-289 – Târih / Derleme, 2018

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.