Türk milletine Selçuklu ve Osmanlı mirâsı olan Anadolu toprakları, hür olan tek Türk devletine vatan olması sebebiyle, Balkanlar’dan Türkistan’a bütün millettaşlarımızın dikkatini devamlı olarak üzerine çekmiştir. Türk sulhunu insanlığa yüzyıllar boyunca yaşatan cihan devleti Osmanlı’nın 1699 senesinden îtibâren yaşadığı felâketler, bütün Türk Dünyâsı’nda derin bir teessürle takip edilmiştir. Hatta Rusya’da bir Türk kadını Trablusgarp yenilgisinden sonra üzüntüden intihar etmiştir. Anadolu ve Balkan Türklerinin haklı mücâdelesine diğer Türk coğrafyaları da kayıtsız kalmamış, emperyalist Rusya ve Avrupa’nın tahakkümü altında olmalarına rağmen yardım elini uzatmıştır. Azerbaycan’ın millî kahramanı Ahmet Cevad, zulmün karanlığını aydınlatacak en parlak ışık olarak gördüğü ve bütün bir Türk Dünyâsı’nın kaderini bağladığı Osmanlı Devleti’nin ordusunda savaşmak için Birinci Balkan Harbi sırasında Yarılmış qorxudan pənbə dodaqlar, / Aşiqlər ah çəkər, dərdindən ağlar. / Bax, nələr söyləyir tarlalar, dağlar, / Qardaş səsi duydum, imdada gəldim!” diyerek İstanbul’a gelmiştir.  Bu yazımızın konusu olan Ümmügülsüm Kemalova da son kaleyi muhâfaza etmek için uzak diyârlardan gelen bir Türk aydınıdır.

Ümmügülsüm Kemalova Tataristan’ın Çistay şehrinde dünyâya gelmiştir. Babası Çistay Medresesi’nin kurucusu Zakir Kamalov’dur. Eğitimin önemine inanan aydın bir âilede yetişme tâlihine sâhip olan Ümmügülsüm, gençlik yıllarına kadar babasının müderrislik yaptığı Çistay Medresesi’nde eğitim almıştır. Millî istiklâl fikri de bu medresede eğitim aldığı dönemde onun gönlüne ve zihnine işlenmeye başlamıştır. Çistay Medresesi, Tatar millî bağımsızlık mücâdelesi için çok önemli şahsiyetleri yetiştirmiştir. Rızaeddin Fahreddin, Ayaz İshakî, Fatih Kerîmî ve Abdullah Tukay gibi aydın isimler ile Çistay Medresesi sâyesinde tanışma ve sohbet etme imkânı bulan Ümmügülsüm, kendisini Türk kadınına yakışır şekilde yetiştirmiştir. İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, işte, fikirde birlik” parolasını şiâr edinen Türk aydınları ile tanışma tâlihine sâhip olmuştur. Gençlik yıllarında, Tataristan’da kadınlara mahsus üniversite eğitimi veren kurumlar olmaması sebebiyle pedagoji eğitimi almak üzere Petersburg’a gitmek zorunda kalmıştır. Rusya’da bir din adamı olan eniştesinin yardımıyla eğitimine devam etmiştir. Eniştesi Musa Carullah Bigiyef, yapılan Müslüman Kurultaylarında kadınların sosyal hayat içindeki statülerini iyileştirmek için kadın-erkek eşitliği konusu açan ilk din adamıdır.

Ümmügülsüm Kemalova, Rusya’da üniversite eğitimine devam ederken Osmanlı topraklarından yükselen acı feryâda dayanamayarak dört kız arkadaşı ile beraber 8 Kasım 1912 târihinde İstanbul’a gelmiştir. Arkadaşları Petersburglu Rukiye Yunusova, Taşkentli Meryem Yakubova ve Rostovlu Meryem Pataşova’dır. Osmanlı Devleti, Balkan muhârebesine devam ederken Hilâl-i Ahmer’de hemşirelik yapmak ve cephe gerisi mücâdeleye destek olmak için kilometrelerce uzaktan gelen bu genç hanımlar, İstanbul’da bulundukları dönemde yaptıkları faâliyetler ile dikkatleri üzerlerine çekmiştir. Ümmügülsüm Hanım, bir yandan Kadırga Hastânesi’nde hemşirelik vazîfesini ifâ ederken bir yandan da Türk Dünyâsı için önemli şahsiyetler ile görüşmeler yapmıştır. Ziya Gökalp ve Halide Edip’e Rus tahakkümü altındaki Müslüman kadınların yaşadıkları zulümleri anlatmış, Türk Dünyâsı’nın ümidi olan Anadolu topraklarında yaşayan Türk kadınlarının aynı zulme uğramamaları için yapılması gerekenler hakkında fikir vermiştir. Onlarla, millî mücâdeleye destek vermek gâyesiyle kadınlar arasında nasıl bir teşkîlâtlanma faâliyeti yapılabileceğini istişâre etmiştir. Kadırga Hastânesi’nde hemşirelik yaparken Enver Paşa bizzat ziyâretine gelmiş ve yardımları için teşekkür etmiştir.  Tatar Talebe Cemiyeti Kulübünde Yusuf Akçura ile görüşmüş, Rusya’daki Müslümanların eğitimleri, iktisâdî durumları hakkında ona bilgi vermiştir.

Fatih Kerimî’den öğrendiğimiz kadarıyla bu dönem İstanbul ve Anadolu’da kadınların eğitimine ehemmiyet verilmemektedir. Rusya’daki Türk kadınlarının eğitim, âdâbımuâşeret, kılık kıyâfet konusunda daha önde olduğuna Ümmügülsüm Kemalova ile yaptığı sohbet ile kanaat getiren Kerimî, Türk kızlarının Avrupalılaştırılıp dinsizleştirileceği galeyanıyla siyâsî çekişmelere kurban giden Kandilli Kız Lisesi’nin açılmamasına üzülürken, kızlarının âkıbetinden korkan Türk halkının onları, Anadolu ve Rumeli yakasında şevket ve azametle göğsünü gererek duran Amerikan kız mekteplerine göndermekte mahzur görmemesine hayret etmektedir. Balkan muhârebesinin yaşandığı günlerde, İstanbul’da küçük nümâyişler düzenlenmekle beraber kadın faâliyetleri görülmemektedir. Ümmügülsüm Kemalova, Anadolu kadınlarının vatan müdâfaasında daha faal rol almasının, cephedeki kahraman Türk ordusuna büyük moral kaynağı olacağını bilerek, Müdâfaa-i Milliye’nin Tenvir-i Efkâr (İrşat) Heyeti’ne bir dilekçe yazmıştır. O ve dört arkadaşının teklifiyle İstanbul’da Müdâfaa-i Milliye’nin Kadınlar Heyeti kurulmuştur. Heyetin yapması gerekenler aşağıdaki gibi tespit edilmiştir:

1)Yardım toplamak için hanımlardan bir heyet oluşturmalı, İstanbul bölgelere ayrılarak, hanımlar buralarda yardım toplamalıdır.

2)Hanımlar arasında konferanslar düzenlenmelidir.

3)Savaş alanına gitmek için hanımlardan fırkalar kurulmalı, bunlar yaralıları tedâvi etmeli, yemek hazırlamalı, gerekirse vatan savunmasında canını vermelidir.

4)Hanımlar, pâdişaha başvurarak onun da vatan savunmasında bulunmasını istemelidir. Halide Edip’in Türk Yurdu’nda “Selâtîn-i Âli Osman”a hitâben yazdıkları uygulamaya konulmalıdır.

Kadınlar Heyeti, ilk faâliyet olarak İstanbul Şehzâdebaşı’nda Dârülfünun salonunda büyük bir konferans vermiştir. Fatih Kerimî’nin yazdığına göre İstanbul’da daha önce bu denli büyük ve tesirli bir konferans yapılmamıştır. Balkan Harbi’ne destek vermek gâyesiyle altı bin kadın toplanmıştır. Konferans üç gün sürmüştür ve üçüncü gün Cuma namazından sonra Ayasofya Camii’nde Hoca Hasan Fehmi Efendi tarafından kadınlara bir vaaz verilmiştir. Dârülfünûn konferans salonundaki ilk toplantı 8 Şubat 1913, ikinci toplantı ise 15 Şubat 1913 târihinde yapılmıştır, bu iki gün münevver Türk kadınlarının konuşmaları ile geçmiştir. Ümmügülsüm Kemalova konuşmasına şu sözler ile başlamıştır:

“Size şimalde, Rusya’da yaşayan milyonlarca bacılarınızın selâmını ulaştırmak, buradaki kardeşlerinin başına gelen felâketler için onların da gözlerinin yaşlı, kalplerinin kanlı olduğunu ve sizin acılarınızı paylaştıklarını bildirmek için bu kürsüye çıktım… Vatan ve millet yolunda erkekler ile muhârebeye gidip can veren, erkekleri gayrete getiren, onların hizmetinde bulunan eski İslâm kadınlarını, büyük anamız Hz. Âişe’yi hatırımıza getirelim, onlardan ibret alalım. Biz Müslüman kadınları da bugün kendimizin varlığını gösterelim.”

İstanbul’a gelmekteki gâyesi, Rus tahakkümü altında yaşayan Türk kadınlarının Rumeli hezîmeti ardından gönüllerinde duydukları acıyı millettaşlarıyla paylaşmak olan Ümmügülsüm Kemalova, hislerini şöyle dile getirmiştir:

“Düşman ayakları altında çiğnenen aziz kardaşlarımızın kemik şakırtıları kulaklarımıza kadar geliyor, onların mazlum gölgeleri, geceleri rüyama giriyor. Hepsi de ‘intikam, bizi unutmayınız!’ diye bağırıyorlar… Bu halde hanımefendiler, nasıl oluyor da biz evlerimize kapanıp, vaktimizi sükût içinde geçirmeye vicdanımız tahammül ediyor?”

Toplantıda vatan müdâfaasında yapılması gerekenler hakkında fikirler beyân edilmiştir. Ümmügülsüm’e göre, kadınlardan fırkalar kurularak askerlerin yanında mücâdele edilmelidir, aynî ve nakdî yardım yapılmalıdır:

“İnsan böyle zihniyetlerden âri olarak pek güzel yaşayabilir, fakat namussuz yaşayamaz… Bugün, vatan, millet, namus için her şeyimizi fedâ edecek ve her şeye katlanacak bir günümüzdür.”

Millet aşkıyla yanan gönlüne derman bulmak için kilometrelerce uzaktan İstanbul’a gelen Ümmügülsüm Kemalova, buradaki kadınların gönüllerini ve zihinlerini büyük aşkıyla aydınlatmıştır. Toplantının netîcesinde ordu için büyük miktarda yardım toplanmıştır: Müdâfaa-i Millî yardım kutularından dokuz tanesi, Hilâl-i Âhmer yardım kutularından üç tanesi ağzına kadar yüzük, bilezik, küpe ile dolmuştur. Kadınlar elde avuçta ne varsa kahraman askerlerine bağışlamıştır, hatta gözlük gibi zarûrî ihtiyaçlarını verenler de vardır. Bir kadın yolda üşüyeceğini bildiği halde kürkünü bağışlamıştır. Bir başka kadın ise elinde kalan son bir mecîdiyesini “Kadıköy’e gideceğim, bana araba ve vapur parası on kuruş yeter, bunun üstünü de alınız.” diyerek bağışlamıştır.  Toplantının Türk kadınlarının gönlünde yaktığı ateş sadece İstanbul ile mahdut kalmamış, akisleri Rusya’dan bile duyulmuştur. Petersburg’dan bir Türk kızı bileziğini, Orsk’tan bir kadın ipekli yeleğini yollamıştır. Maddî yardımdan başka toplantıda teklif edilen fikirler de değerlendirilmiş ve aşağıdaki kararlar alınarak faâliyete geçirilmiştir:

1)Bütün Osmanlı kadınları adına orduya telgraf çekmek.

2)Rumeli’deki cinayetlere karşı Müdâfaa-i Milliye’ye yardım etmeleri için Hindistan, Türkistan, Rusya Müslüman kadınlarına telgraf çekmek.

3)Rumeli’deki olayları protesto ve durdurulmasına çalışmaları için Avrupa kraliçelerine telgraf çekmek.

Unutulmaya yüz tutan Türkistan alp kadınlarının, Bacıyan-ı Rûm’un ruhuna hayat veren

Ümmügülsüm Kemalova, Balkan muhârebesi bitince eğitimine devam etmek için Rusya’ya dönmüştür. Millettaşlarına yaptığı yardım sebebiyle Rus hükûmetince okuldan atılmıştır.  İnsan ruhuna ilmî açıdan yaklaşabilen ve ruhun inceliklerine hassâsiyetle yaklaşan Ümmügülsüm Kemalova, öğretmenlik yapmak için Başkurtistan’a gitmiştir. İsmail Gaspıralı’nın onun zihnine işlediği millî istiklâl fikrini, yine onun usulüyle genç dimağlara işlemeye başlamıştır. Bu târihlerde Kazan’ın Türkçü âilelerinden olan Akçura âilesinden Abdullah Bey ile evlenmiştir. Rus hükûmeti ise Ümmügülsüm ve âilesini, Balkan Harbi’nde İstanbul’a yardım etmesi sebebiyle asla rahat bırakmamıştır. Kocası Abdullah Akçura ve oğlu Yahya Akçura’yı Ruslar şehit etmiştir. Âilesini kaybeden Ümmügülsüm Hanım’ın hayâtı daha da zorlaşmış, geçimini sağlamak için ağır işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. 1954’te Kazan’a döndüğünde yorgun vücudu sevdiklerinin acısına dayanamamış ve 1957 yılında vefat etmiştir. Tenini, canını, canânını “millet” yolunda îsâr eden bu Türk kadını, fazîletli kişiliğinin aksi olan güzelliğiyle de insanların dikkatini çekmiştir. Başkurtistan’da öğretmenlik yaptığı sırada tanıştığı Kazak şair Mağcan Cumabay, Ümmügülsüm Hanım için bir şiir yazmıştır: “Ahu göz, sihirli söz Hanım Gülsüm/ Gökte güneş gülmesin Gülsüm gülsün/ Gülsüm gökyüzünde gezen bir güneş/ Yakıp yandırdığını nereden bilsin.”

Düşman askerinin İstanbul kapılarına dayandığı bir zamanda ortalıkta görülmeyen pâdişah ve şehzâdelerin aksine Türk milletine ve Türk ordusuna yardım için ata yurttan gelen Ümmügülsüm Hanım, kişiliği ve hayâtı ile bütün Türk kadınlarına olması gerektiği noktayı gösteren bir şahsiyettir. 2021 senesinde bu satırları kaleme alabilen, fikirlerini çekinmeden ifâde edebilen bir Türk kadını olarak, “Kadının eğitimli olmadığı yerde milletin yarısı ölüdür; bir insan nasıl ki yarısı öldüğünde yaşayamaz, bir millet de kadınları ölü iken yaşayamaz.” fikrini Türk milletinin aklına ve vicdanına işleyen İsmail Gaspıralı, Şefika Gaspıralı, Ümmügülsüm Kemalova ve dâvâ arkadaşları bütün Ceditçilere minnet ve teşekkürlerimi sunuyorum.

Kaynakça

1)Kerimî Fatih, İstanbul Mektupları, İstanbul

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.