Hep böyleydi Türk’ün bahtı. Yüzyıllarca adâletle yönettiği, kimsenin kimseye ezdirilmediği dönemin ardından gücü eline alan ilk Türk’ü eziyor, onu katlediyordu. Kerkük’te de öyle oldu.

Kerkük, her dönem demografik ve jeopolitik yapısıyla bölgede önemli bir yer tutmuştur. Türkmenlerin varlığı ise bin iki yüz yıl öncesine dayanıyor. Kerkük’ün İslâm şehri olmasının ardından Abbasi Halîfesi’nin, Türklerden oluşan bir askerî birlik kurmasıyla birlikte Türkler bölgeye yerleşti. Bölgede sürekli değişen iktidarlara rağmen Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bölgedeki Türklerin varlığı hayâtî önem arz ediyordu.

Yüzyıllar içinde Kerkük tam bir Türk şehri hâline gelmişti. Türk eserlerini Kerkük’ün her bir bölgesinde görmek mümkündü. Şimdi de belli başlı eserler korunsa da büyük kısmının bilinçli bir şekilde yok edildiğine de şâhit oluyoruz.

Cumhuriyet Dönemi, Kerkük’ten “sınır” anlamında vazgeçsek de her dâim bizim olduğunu hem gönüllere hem zihinlere nakış nakış işlemeye devam ettiğimiz dönem olarak dikkat çekiyor. Kerkük’e yakılan türkü kadar kaybettiğimiz hiçbir yere türkü yakmamışızdır herhalde!

Bizden koparılan can Kerkük’te Türkmenlerin varlığı her dönem birilerini rahatsız etti. Her dönem Türkmenlere yönelik katliama varan terör eylemleri düzenlendi. Türkmenler varlıklarını devam ettirebilmek için büyük mücâdele verirken ölüyorlar, öldürüyorlar yine de varlıklarından vazgeçmiyorlardı.

Böyle bir dönemde târihler 14 Temmuz 1959’u gösterdiğinde Türkmenlere yönelik yeni bir katliam yaşandı can Kerkük’te. Her dönem İngilizlerin başrolde olduğu katliamlarda bu defa bölgeye yerleşmeye çalışan Kürt güçleri ve komünist milisler sahnedeydi. Henüz bir yıl önce İngiliz mandası monarşi devrilmiş ve iktidara General Abdülkerim Kasım gelmişti. General Kasım, komünist gruplarla iyi anlaşıyordu. Bölgede etkinliğini arttıran komünist gruplar Sovyetlerden silâh da alıyordu. Irak ordusu da bu dönemde Rus silâhlarıyla donatılıyordu.

Katliam adım adım yaklaşırken ve hazırlıklar devam ederken bir generalin yazdığı rapor aslında bugün dahi oynanmak istenen oyunun nasıl kurgulandığını ortaya koyuyor. Bölgeyi çok iyi bilen General Nazım Tabakçalı, devlet başkanı olan Kasım’a gönderdiği raporda şöyle diyordu: ‘’Kürtlerin amacı, çoğunluğu Türklerden oluşan Kerkük’ü Kürtleştirmek ve civar bölgelerdeki Kürtleri bu şehre toplamaktır. Bu eylem önlenmediği takdirde daha vahim sonuçlar doğabilir.’’.

Katliam günü tüm Irak gibi Kerkük’te de büyük mutluluk vardı. Bir sene monarşinin devrilmesi ve cumhuriyet kutlanıyordu. Türkmenler sürgüne gönderilen aydınların çoğunun geri dönmesi nedeniyle farklı bir sevinç yaşıyordu. Ancak her şey o kadar da mâsum değildi. Kerkük’ü çevreleyen Kürtler ve komünistler bölgede kışkırtıcı şekilde hareket ediyorlardı. Türkmenlere yönelik bir yandan küfürler ediliyor bir yandan da Türkmenleri gericilik ve Turancılık yaptığı gerekçesiyle suçluyorlardı.

Ve sonunda ilk kurşunu sıkıyorlardı. Türkmenlerin oturduğu kahveyi taramaya başlayan komünist Kürtler, kahve sâhibi Osman Hıdır’ı şehit ediyordu.

Halk ordusu denilen komünistler bir yandan sokaklarda fink atıyor bir yandan da sokağa çıkma yasağı îlân ediyorlardı. Her bölgede katliam büyük bir hızla yayılıyordu. Komünist Kürtler, Türkmenlerin lideri konumundaki Emekli Binbaşı Ata Hayrullah ve onun kardeşi Dr. İhsan Hayrullah’ı evlerinden alarak işkence etmeye başladılar. İşkencenin ardından ise ikisini de şehit ettiler.

Katliam Kerkük’ün birçok bölgesinde devam etti. İnsanlık ve ahlâk dışı yöntemlerle Türkmenler âdeta hayatları boyunca unutamayacakları bir muâmele ile karşılaştılar. Üç gün boyunca çocuk demeden yaşlı demeden büyük bir katliamla karşı karşıya kalan Türkmenler seslerini Türkiye’ye duyurmak istediler. Maalesef Bağdat’taki Türk Büyükelçiliği’ne gidenleri yüzüne kapılar birer birer kapandı.

Tam da bugünlerde üstüne sürekli konuştuğumuz Kerkük’teki demografik yapı meselesinde işlerin tersine döndüğü gün belki de 14 Temmuz 1959 günüdür. Türkmenler can ve mal güvenlikleri ortadan kalktığı için, canlarını kurtarmak için Kerkük’ü terk etmeye başladı. Katliamı planlayanların isteği oluyordu. Bölge bir an önce Türkmenlerden arındırılacak, Kürt nüfus yerleştirilerek bölgede hak iddiaları seslendirilecekti.  Molla Mustafa Barzani, o günlerde yaptığı açıklamalardan Kerkük’ü Kürdistan’ın kalbi olarak nitelendiriyor ve bölgede kendilerinin hâkim olduğunun propagandasını yapıyordu. İnsan düşünmeden edemiyor. Bambaşka bir oyun kurulurken ve herkes yerini alırken Türkiye’de devleti yönetenler ne yapıyordu? Türkmenlerin varlığını korumak için belki de bundan daha değerli bir fırsat bulunamazdı. Bölgeye yapılacak bir müdâhale, şu günlerde konuştuğumuz Kerkük ve Musul gibi meselelerde ibreyi bizden tarafa çevirecekti. Ne diyordu şair:

“Nerdesin hey ana yurdum

Sen varsın diye uyurdum

Burada ne hayaller kurdum

Rezil rüsvâ biten benim.”

Türkmenler büyük yara almıştı bölgede. Târihte en çok türkü yaktığımız ve yüzlerce şehidimizin olduğu Kerkük göz göre göre elden çıkıyordu.

Türkmenlerin canını acıtan diğer bir konu da Türkiye’ye câsusluk ve Turancılık gibi suçlamalara rağmen Türkiye’den göremedikleri destek olmuştur. Önce İngilizler, sonraları komünistler sırf Türk oldukları için ve Türkiye’ye besledikleri temiz duygular nedeniyle Türkmenlere büyük zulümler yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti ise maalesef bölgede yaşananlara rağmen gerekeni hiçbir dönem yapamamıştır.

İğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batırmak gerekiyor!

Amerika’nın işgaliyle bölgede yeniden kurgulanan oyunda yine biz yokuz ve Türkmenlerin varlığı her geçen gün eriyor. Bir gün Türk olmadan bölgede oyun oynanamayacağını anlatacak birileri elbette çıkacak. O güne kadar Türkmenlerin varlığı önce Allah’a sonra Türk milletinin her bir ferdine âittir!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.